ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Yüreksiz Drama

-

1.

Yenik yüreğin ölüm töreni için çelenk hazırlıyorum. Yürekte birikip, yüreği tüketen ne kadar duygu varsa hepsinin çelenkleri de hazırlanmayı bekliyor. Sadece üzerinde isimlerin yazılı olduğu yaldızlı kuşaklar göndermişler. Geri kalan ne varsa benim sorumluluğumda... Oysa tanıdığım çok çiçekçi var kasabada. Bana hatırı sayılır çelenkler hazırlayabilirlerdi. Kendimi bir kapana kilitlemeseydim... 

Bir kapan ki, tanıdığım bütün meslek sahiplerine lanet okuyan, eşsiz sevinçler yaşatacak kırların bitki örtüsünü yolan, beni yalnızca selüloz acılara mecbur kılan... Dişlilerinde ömrümün bütün günahlarını, içe bastırışlarını hazır bekleten... Çoktan kapılarak kapılandığım katı kapan... Bütün anahtarları deniyorum ama faydası yok!

İki çelenk bitti. Ağlayışım ilk damlalarını veriyor. Gözyaşımı silmeli ve işime devam etmeliyim. Gözyaşımı silip çelenk çiçeklerini öpebilirim en fazla...

2.

Cenaze törenindeki yalnızlığıma şaşkın bir edayla bakıyorum. Cenazeyi unutacak kadar dalgınlaşıyor bakışlarım. Kimsesizim, çok bitkinim... Öyle sevimsiz ki her şey... Yüreğin ardı sıra düşmek gerek uçurumlardan. Yürek acısını başka ne paklar? Kaşıntılarımı hangi kapan saklar? Şimdi tek başına benliğim. İster istemez başlangıç umutları yavruluyor aklım. Ama titreyen korkularımı ne yenecek? Gelecek günlerin kil rengi korkularını kim yenecek? Mutluluk varsayımları, iyilik tümceleri bu korkular içinde öyle tiksindirici bir halde bakıyor ki anlatamam. Sonumun genellemelere alet olmasını da istemiyorum. İletişim kuramadığımız, doğrularımızla uyumsuz olanı ortadan kaldırma dürtüsüyle nasıl bir mutluluk kurguluyor aklımız? Herkes birbirinin karışımı oldukça simetri ömürler de hesapsızlaşıyor. Mutluluk sanıyoruz kopya çektiğimiz anları.

Yalnız bıraktın beni yürek. Bedenselliğimi de dağıttın. Bütünlüğümü bozdun. Kaç yaşındaydın, ne yaşadın da gitmeye bu kadar heveslendin? 

3.

Pencerenin ardına sinen, saf bir ışıltıyla gülümseyen çocuklar hatırlıyorum... Kendi çocukluğumu karıyorum hatırıma... Hazır yiyeceklerle büyümedim; alt tarafı un kavurmasıydı boş ve nemli odalarda pişen. Nice güçlüklerle oyuncak alırdı babam panayırlardan. Hepsinden hırsımı alırdım ben de... Günler içinde gidişler, umuda ve buluta asılan salıncaklar, ayaklarımın çıplaklığı... Annemin durduk yere canımı acıtışımla gözlerine yerleşip kalan hüznü... Toprak oyunlarında bulduğum cam ve jilet kırıkları, kırıkların tuhaf cazibeleri... Ellerim kanlı bir biçimde evimizin kapısını çaldım hep. Annem hep ağladı... Yağmurlu günlerde okşarken başımı, pencereden izlerken hayatı, sobayı temizlerken, çamaşır sererken hep ağladı annem... Ve onun gözyaşları şimdi beni bırakıp giden yüreğime aktı... Çalı sandalımla o gözyaşı denizinde bulmuştum ben yollarımı... 

Pencerenin ardına sinen, saf bir ışıltıyla gülümseyen çocuklar hatırlıyorum... Kendi çocukluğumu karıyorum hatırıma... Hazır yiyeceklerle büyümedim; alt tarafı un kavurmasıydı boş ve nemli odalarda pişen. Nice güçlüklerle oyuncak alırdı babam panayırlardan. Hepsinden hırsımı alırdım ben de... Günler içinde gidişler, umuda ve buluta asılan salıncaklar, ayaklarımın çıplaklığı... Annemin durduk yere canımı acıtışımla gözlerine yerleşip kalan hüznü... Toprak oyunlarında bulduğum cam ve jilet kırıkları, kırıkların tuhaf cazibeleri... Ellerim kanlı bir biçimde evimizin kapısını çaldım hep. Annem hep ağladı... Yağmurlu günlerde okşarken başımı, pencereden izlerken hayatı, sobayı temizlerken, çamaşır sererken hep ağladı annem... Ve onun gözyaşları şimdi beni bırakıp giden yüreğime aktı... Çalı sandalımla o gözyaşı denizinde bulmuştum ben yollarımı... 

4.

Büyümeyi sayıkladım yaşlanmadan daha tenimle... Herkesin başıbozuk uykulara yattığı gece sularında, kağıt parçalarına kelimeler saplıyorum. İhmal edileni ya da başkalarına bırakılanları gerçekleştirmekle yükümlüyüm. Kanat oluyorum, bir çift ayağım yürüyorum, metalin pasını söker atarım. Yeni kırık cam ve jilet parçaları buluyorum gezindiğim bütün imgelerde. Hanginizin kapısını çalsam?.. Büyümekle ilk kazandığım (!) oldu yalnızlığım...

Bugüne kadar edindiğim bütün saplantıları alın. Yerlerine yeni yetme çocuklar verin. Geçirimli sevgiler verin. Öyle ansızın akşam kızıllarına karışsın solukları, gidip bulayım... Saatimi kolumdan çıkarayım, kalemi masada bırakayım, çaylarım soğusun, kapı cereyan yapsın; ama soluklanayım...

Kalabalıktan bekliyorum her şeyi... Büyüyorum...

5.

Eninde önünde yine eylül çıkar gelir... Bütün bedellerin de uğrak yeri... Bu cenaze ardı gelen eylül de başkalarının gibi. Oysa eylül tekildir ve yürekle birdir. Aşktan yoksun, dipsiz bir kimsesizlikte yaşanması gerekir. Tecrittir... İsimler verir, gelecekler alır... Odalarda kan içinde, loş ışıkların sisinde eylül ve gece didişir durur; seni bulur hekim diye...

Söylenmiş bütün sözlerin, dinlenilmiş öykülerin, yazılan hayatların süzgeci eylül... Yalnızlık bütün ölümlerin saygısıdır artık. Düşürdüğü yapraklara ağlayan, ağlattığı yüzlere düştükçe sararan eylül... Yüreksiz, bütün bir ömür...

6.

“ Gelir günler gelir yaram sarılır... “

Günler gelecek, annem beni güçlükle uğurlayacak. Güneşli bir sabahta bulutunu arayan yağmur damlası gibi düşeceğim yollara. Terk edeceğim bu gökyüzünü... Terk edeceğim, bir zamanlar yokluklarıyla hayatımı kaybedeceğimi sandığım sevgililerimi... Günler gelecek, günlük yalnızlıklar beni sevinçle karşılayacak... Suçluluk ucuzlayacak uzaklaştıkça...

Kötürüm bir ruhla vardığım kent... Gün gelip de anımsanacak us bulamayacak anıların gömütlüğü... Yabanıl kuşlar, güpegündüz ne yapacağını bilmeyen yetim çocuklar, keskin dudaklar, yönsüz yıldızlar olacak. Hafifliğim artacak günden güne, her kentte eskimiş cenazeler bırakacağım...

7. 

Biz yine bildik kafesteyiz sonuçta... Ağıtlar, taziyeler, artık toplama işleri  bitti... Silinip gideli çok zaman oldu bir ölümün yüreği...

Bazen kötü olmayı, acımasızca etrafa kötülük saçmayı deniyorum. Gördüklerimi anlatmaya değil, göstermeye çalışıyorum; olmuyor... Peki kimin içinde yaşamalıyım? Kimler için kötü olmalıyım? Ölüme o kadar çok benziyorum ki...

Kötülük veya öç asla! Bir aşkın içinde yaşamalıyım. Yüreğimin üzüntüsünden damıttığım yürekle... Kapımı ansızın çal ve ben hesap sormadan, sen hesap aramadan uzaklara götür beni... Açlığın ve susuzluğun yalnızca birliktelikle giderildiği ıssız, dingin gece nöbetlerine...

Hayatın dışına çıkar beni aşk. Öyle ki beklentiler, besinler hayatta karşılık bulmasınlar. İyi bir şey yok çünkü, kalmadı... Sürüp giden, önü alınamayan imla hatalarından başka bir şey değiliz. Sabahın hırçın serinliğinden pencereme sığınan kuşları külle beslemek zorunda bırakma beni aşk... Ekmeğim ol, emeğim ol... Hayatın dışına çıktığımız halde yüreklerimiz yine de yere basıyorsa görmezden gelelim. Bulutlar üzerindeymiş gibi yapalım. Ne de olsa zamanında her şeyimizi rollerimizin yazgısına bırakmadık mı?

Çok zor...

Oysa hep gizli birikmelerde aslım, özüm ve kendim kadar net gerçekliğim... Kahvaltı sofraları kuruyorum, yağmur suları dinleniyor çiçek işlemeli sürahilerde,balkonda mandallar düşüyor ağzımdan, mektuplar aşı boyalı sandıklarda, çerçeveler boş, musluklar kireç tutmuş, lekeli aynalar...

Her cenaze ardına sen geliyorsun aklıma. Kelime ritimlerinde, cümle şarkılarda kilitli kalıyor ve yine sana çıkıyorum. Ama hiçbir iz yok senden onca yok oluşun ardına.

Bu kadar ölüm yeter mi yaşamaya?...


 

   
 

Engin Damcı/ Ağustos - Eylül  2001, İzmit


---- 2005 © Dergi H@vuz

2001 © H@vuz Bilgi Bankası