"Ameliyattan
sonra, hastanede son kez gördüğümde, keyfi
pek yerindeydi.
Azarladım bir daha böyle kötü şakalar
yapmasın diye.
“Büyüüüüüük”
bir ceza
vermekle
tehdit ettim onu. Gülüyordu."
1964
güzü… Üniversite sınavlarında
ODTÜ Mimarlık
Bölümü’nü kazanmıştım
ama, fizik dersinden kaldığım için, lise
son sınıfta beklemeliydim. İlk şiir ve öykü
denemelerim Dönem dergisinde,
İzmir’de çıkan Evrim Dergisi"nde yayınlanmış,
kendimi yazar olarak görmeye
başlamıştım. Daha güzel öyküler yazmaya
hazırdım ama bütün bir yılı Mersin’de
aylak aylak geçirmeyi de hiç istemiyordum doğrusu.
Tanıdığım
birileri olsaydı, İstanbul’a giderdim her halde ama yoktu.
Ankara’da
ise Mersin’den tanıdığım Halûk Aker, Semih Tezcan,
ve bir
yıl önce Mersin’e
geldiğinde tanıştığım Bilge Ağabey (Karasu) vardı. Bilge
Ağabey’e
mektup yazıp
bana bir iş bulmasını rica ettim. Ufak tefek çeviriler
yaptığım
bir iş buldu
bana Karasu ve daktilomu alıp Ankara’ya geldim. Yirmi
gün
kadar Karasu’nun konuğu olduktan sonra,
Halûk’la
Sıhhiye’de tuttuğumuz bir odaya taşındım. Ankara’ya
gelir
gelmez, kendi
kuşağımın şairlerinin (Güven Turan, Ataol Behramoğlu, Egemen
Berköz, İsmet
Özel, Rahmi Akseki, Özkan Mert, Abdullah Nefes -
Gürsen
Topses aramıza katılana
kadar tek öykücü bendim
içlerinde) dışında, iki
güzel insan tanıdım: Hüseyin
Cöntürk ve Erdal Öz.
Çarşamba akşamları toplanırdık
Cöntürk’ün evinde.
Önceden belirlenmiş konularda
hazırlık yapar, onları tartışırdık. Her kesimden, her yaştan aydınlar
katılırdı
Cöntürk’ün toplantılarına. Atonal
müzik de tartışılırdı, içimizden birinin
ilgisini çekmiş olan bir öykü ya da şiir
de… O toplantılar, bir başka yazının
konusu olmalı…
Erdal’ın “Sergi
Kitabevi” ise gündelik buluşma yerimizdi. Onun
sıcacık dost
ortamında her gün mutlaka iki üç kişi
bulunurdu bizden. Paramız olmadığı için
alamadığımız kitapları karıştırırdık, edebiyat ve özellikle de
politika
tartışmaları yapardık, müşterilerle ilgilenirdik, Erdal bir
işi için ayrılmak
zorunda kaldığında, dükkânı beklerdik.
Zaman zaman
“faşistler”in saldırısına karşı
“devrimciler” olarak nöbet
tuttuğumuz da olurdu Sergi’nin önünde.
Ölçütü ne olursa olsun, hepimiz
solcuyduk, bir biçimde sosyalisttik o dönemde.
(Solculukta en uçta olanımız
İsmet Özel’di: O komünistti...)
“Sergi Kitabevi” bir tür sosyal buluşma
ortamıydı bizim için. İngilizlerin
“Pub”ları gibi. “Sergi’de
buluşalım, biraz oyalanır sonra AST’taki oyuna ya da
sinemaya gideriz…” Öğrencilik
yıllarımızda , özellikle cumartesi günleri en az
bir kez mutlaka uğranırdı Erdal’a.
Yalnız biz genç yazarlar değil, her kesimden genç
gelirdi oraya. Güleç yüzü ve
sıcacık yüreğiyle hepimizi kaynaştırırdı Erdal. İnanılmaz bir
birleştirici,
buluşturucu, kaynaştırıcı yanı vardı. Ama elbette gözdeleri,
biz genç
yazarlardık.
Paramız yoksa, istediğimiz kitabı verir,
“Sonra ödersin,” derdi Erdal. Deftere
falan yazıp hesabını da tutmazdı hiç bu
borçların. Bilirdi paramız olduğunda
borcumuzu ödeyeceğimizi. Öyle yapardık biz de. Para
geçer geçmez elimize
Sergi’deki borcumuzu kapatırdık ilk iş olarak. Çok
sürmezdi elbette yeniden
borçlanmamız. Parasız kalıp çok sıkışırsak,
borç almak için başvurabileceğimiz
tek kişi yine Erdal’dı. En azından benim için
böyle oldu bu yıllar yılı.
Sergi Kitabevi'nin bir özelliği de, edebiyatımızın ustalarıyla
orada
tanışmamızdı. Tanımadığımız birisi girerdi içeri, hemen
sorardı Erdal: “Turgut
Uyar, sen Bilgin Adalı’yla tanıştın mı?” Yaşar
Kemal’i, Hilmi Yavuz’u, Ceyhun
Atıf Kansu’yu, Jülide Gülizar’ı,
İlhan Berk’i orada tanıdım ben. (İlginç bir
öyküsü vardır sevgili İlhan Berkle
tanışmamızın. Altı yedi kez tanıştırdı Erdal
beni İlhan Berk’le. Her seferinde, “Hayır
tanışmadım,” dedi İlhan Berk. Bir gün
yeniden karşılaştığımızda, sordu Erdal; “İlhan Berk, sen
Bilgin Adalı’yla
tanıştın mı?” Ona fırsat bırakmadan ben atıldım,
“Hayır tanışmadık!” diye. Çok
bozulmuştu İlhan Berk. Meğerse onun hakkıymış yalnızca “Hayır
tanışmadık,”
demek…)
“Yorgunlar”
ve “Odalarda” ile tanımıştı Erdal’ı bizim
kuşağımız. İkinci Yeni’ye
ve “A” dergisi kuşağına kafa tutsak da, gizliden
gizliye ustalarımız olarak
kabul ederdik onları. Bilge Karasu ve şahsen uzun yıllar sonra
tanıyacağım
Ferit Edgü’ydü benim seçtiğim
ustalarım ama, yayınlanan her öykümü mutlaka
okuyup sıcağı sıcağına benimle tartışan Erdal’dan
çok şey öğrendim o yıllarda.
Beğenmediği, yanlış bulduğu şeylerden söz ederken bile,
sıcacık, olumlu bir
yaklaşımı vardı. Gençlikten kaynaklanan o isyan havasında
bile, dikkatle
dinlerdim öykülerim konusunda
söylediklerini.
Atatürk’ün kurup Kenan Evren’in
yok ettiği Türk Dil Kurumu’nun üyeleri
olarak
da, aynı saflardaydık hep.
Sonra koptuk. TRT’nin “Taş Devri”nde
(Şaban Karataş, Nevzat Yalçıntaş dönemi),
televizyondan radyoya sürgün edilince,
1974’te TRT’den istifa ettim ve İzmir’de,
üniversitede öğretim görevlisi olarak
çalışmaya başladım. Erdal da, Sergi’yi
kapatıp İstanbul’da Cem Yayınevi’ne
geçti o yıllarda.
1984’te ben
üniversiteden ayrılıp da İstanbul’a geldiğimde,
birkaç yıl önce
kurduğu Can Yayınevi’nin başında, ciddi bir mücadele
vermekteydi Erdal.
Nişantaşı’nda karşılaşırdık sık sık. İşyerim
oradaydı… Arada bir, yayınevine
uğrardım. Yeni çıkaracağı kitapları anlatırdı heyecanla.
Sonra yeniden koptuk.
Yıllarca kesişmedi yollarımız.
Dört yıl önce,
koltuğumun altında çocuklar için yazdığım
kitapların
dosyalarıyla yanına gittiğimde, sanki son kez bir iki gün
önce görüşmüşüz gibi
karşıladı beni. Tatlı-sert payladı onca yıl susup hiçbir şey
yazmadığım için.
Çocuk kitapları yazmaya başlamama sevindiğini
söyledi. Dosyalarımı her zamanki
titizliğiyle okuyup notlar düştü üzerlerine.
Ben altmışına merdiven dayamış ama
“yeniyetme bir çocuk
yazarı” olarak,
çocuklar için yazmanın kimi inceliklerini ondan
öğrendim dört yıl önce. “Zaman
Bisikleti” ve
“Çatalhöyük
Öyküleri”, onun eleştirileriyle
bugünkü
biçimlerini
aldılar.
Sonra hastalandığını duyduk. Ardından
ameliyat haberi geldi…
Ameliyattan sonra, hastanede son kez
gördüğümde, keyfi
pek yerindeydi.
Azarladım bir daha böyle kötü şakalar
yapmasın diye.
“Büyüüüüüük”
bir ceza
vermekle
tehdit ettim onu. Gülüyordu.
Bir şaka gibi geliyor ölümü.
Hâlâ inanabilmiş değilim.
Cenaze töreninde, yakama takılan resmi duruyor karşımda şimdi.
Yüzünde muzip
bir gülümseme, fotoğrafı çekenin solundaki
bir şeye, kendisinin sağ tarafına
bakıyor. Bakışı da, gülümsemesi de sıcacık.
Neredeydi, ne düşünüyordu o
fotoğraf çekilirken kim bilir? Ama güzel bir şeyler
düşündüğü kesin.
Aramızdan ayrılan her güzel
insanla bir parçamızı yitirmez miyiz biz de?
Sanırım yaşamımdan en büyük parçalardan
birini Erdal koparıp götürdü.
Güzel yaşadı Erdal Öz,
coşkuyla, yaşamı severek, yaptığı işleri ve insanları
severek, dolu dolu yaşadı. Yapıtlarıyla ve yaptıklarıyla hep yaşayacak
da, o
ışıl ışıl gözlerinden, sevgi dolu sıcacık sesinden yoksun
kalacağız biz. Onu
hep özlemle anacağız…
Şakacıydı ya, bu kez
kötü bir şaka yaptı Erdal Öz…
Foto: Nurcan Kalkan
Bilgin Adalı, 11 Aralık
1944’te Safranbolu’da doğdu.
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek
Okulu’nda, radyo ve
televizyon programcılığı konusunda öğrenim
gördü. 1968-1976 yılları arasında
TRT Ankara Televizyonu’nun ilk yönetmenlerinden biri
olarak Kurtuluş Savaşı,
Atatürk ve Atatürk devrimlerini konu alan belgesel
filmler, kültür ve sanat
programları, çocuk ve gençlik programları
hazırladı. Daha ilkokul öğrencisiyken
öykü ve şiir yazmaya başladı. Lise
çağındayken, yazdığı öykü ve şiirler
günün
edebiyat dergilerinde yayınlanmaya başladı. ’70’li,
’80’li yıllarda o dönemin
izlerini taşıyan şiirler yazdı. 1976’da Dokuz Eylül
Üniversitesi GSF Sinema TV
Bölümü’nde Öğretim
Görevlisi, daha sonra Bölüm Başkanı oldu.
1984’te
üniversiteden ayrılarak İstanbul’a gelen Bilgin
Adalı, halen serbest
reklam ve senaryo yazarlığı yapıyor; çocuklar
için kitaplar yazıyor.
Bilgin
Adalı’nın Yapıtları: Âşık
Garip, Barışın Tarihçesi, Yaralı Kuşlar Tanığı, Bencil Dev,
Belgesel Sinema,
Kırlangıçlar Geçiyor Uzaktan, Güncel
Türkçe Yazım Kılavuzu, Havşan
Öyküleri,
Zaman Bisikleti, Dünyamızın İlk Şafağı, Geçmişten
Gelen Konuklar, Mavi
Gezegenin İlk İnsanları, Troya Savaşı ve İlyada Destanı, Gılgamış
Destanı,
Ateşin Çocukları ve Çocuklar ve
Gençler için Odisseia
Ben
Bir Kayısı Ağacıyım...
Erdal’da
gitti.
Deminden
beri bir türlü yazamadım bunu. Yirmi küsur
yıllık yayıncım, dostum, 26
kitabımı yayınlamış olan Erdal Öz.
Ben
onu hep son iki yıldır yayınevinin Kapadokya’ya
düzenlediği gezilerde
gördüğüm gibi hatırlamak istiyorum. Bir
ağacın altında akşam serinliğinde şiir
okurken.
“Ben
bir kayısı ağacıyım
Kırşehir’in
Dinekbağı’ndan
küçücük
bir ev önünde yaşarım yapayalnız.
yılda
bir çiçek açar,
yılda
bir kayısı veririm,
avuç
içi kadar...”
Kapadokya’da
yavaş yavaş akşam oluyor. Güneş Erdal’ın arkasından
Kızıl Kayalara
doğru batıyor, havada bir serinlik var. Üşüyorum,
ceketimi giyiyorum.
Bundan
sonra kitap fuarları benim için aynı olur mu acaba?
Yirmi
küsur yıldır Erdal’ın fuar alanının en
güzel yerinde tuttuğu stand’da
kitaplarımı imzalamaya alışmışım. Termosta sıcak kahve,
sandviçler
hazırlanmış...
İstanbul’un
bir büyük parçası daha kaydı gitti elimden
Erdal’la birlikte.
Aslında
bugün bütün gün başıboş dolaştım.
Elime Melek Kobra’nın anılarını alıp
üzüldüm. Dışarıda sıkı bir yağmur başladı,
bir kahve yapıp içtim. İnsanın bazı
şeyleri kabullenmesi güç oluyor. Onun
için durmadan Kapadokya’yı
düşünüyorum.
Çevre kalabalık, çoluk çocuk dolu. Bir
köşede bir ihtiyar adam, Antakya’dan
getirdiği siyah özel bir taştan yapılmış Süryani işi
ufak yılan heykelcikleri
satıyor.
İşte
bu da Melek Kobra’yı
düşündürüyor bana.
Erdal
ağacın altında, elinde mikrofon;
“Ben
bir kayısı ağacıyım Kırşehir’in Dinekbağından,”
diyor.
Oturduğum
yerden gözüm uzaklara dalıyor...
Nazlı Eray,
Ankara'da doğdu.İngiliz Kız Ortaokulu, Arnavutköy Kız Koleji,
İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu.
Hukuk Fakültesi son sınıftan ayrılan
Eray, Ankara'ya dönerek Turizm ve Tanıtma
Bakanlığı’nda tercüman olarak
çalışmaya başladı. İkiz kızları doğunca çalışma
hayatına son veren Eray,yaşamını
bundan sonra asıl içinde akan nehre, yani yazarlığa bıraktı.
Ortaokuldayken ilk
öyküleri Varlık'ta yayınlanan
yazarın, 1975'te ilk kitabı Ah Bayım Ah
yayınlandı. Öyküleri; İngilizce, Fransızca, Almanca,
İtalyanca, Japonca, Çekçe,
Urduca ve Hintçe’ye çevrildi. 1986
yılında öykülerinden bir demet Almanca
olarak Almanya'da yayınlandı. Nazlı Eray iki yıl, Güneş
ve Cumhuriyet
gazetelerinde köşe yazarlığı yapmıştır. 1978'den bu yana,
Türkiye Yazarlar
Sendikası bünyesindedir. Yazar,ABD Iowa Üniversitesi
onursal üyesidir. Aynı
zamanda Uluslararası PEN üyesi olan Eray,
Edebiyat Derneği’nin de
üyesidir. İngilizce ve Fransızca bilen yazarın
öyküleri, ortaokul ders
kitaplarında yer almaktadır. Yurtiçi ve yurtdışı radyo ve
televizyonları için
oyunlar yazmış, programlar yapmıştır. Uzun yıllar Cumhuriyet Halk
Partisi'nin
yönetiminde görev almış olan Nazlı Eray,
yazarlığın yanında aktif
politikanın da içinde bulunmuştur.
Hâlâ...
Hep
O
benim ustamdı.
Yayıncımdı.
Dostumdu.
Ağabeyimdi.
‘Sular Ne Güzelse’ öyle
güzeldi.
Sevimli, cocuksu, muzipçe gülümserdi.
Uzakta olsa bile varlığıyla güç verirdi bana.
Anlatımı yalın, duru; dili her dem gençti.
Bu yazıda bir yanlışlık var.
Dili gibi kendi de her dem genç olan Erdal
Öz’den –di’li geçmiş
zamanda söz
edilebilir mi?
Baştan alıyorum:
O benim ustam.
Yayıncım.
Dostum.
Ağabeyim.
‘Sular Ne Güzelse’ öyle
güzel.
Panoma astığım fotoğrafından sevimli, çocuksu,
muzipçe gülümsüyor.
Uzakta olsa bile varlığıyla güç veriyor bana.
Anlatımı yalın, duru; dili her dem genç.
Hâlâ... hep.
Ak zemin üzerinde onurla, gururla kuşaklar boyu
gümbürdeyecek kocaman, kırmızı
bir yürek şimdi.
Attilâ Şenkon,
21 Ağustos 1962'de Ankara'da doğdu.
İlk, orta ve liseyi bu kentte tamamladı. 1987'de Orta Doğu Teknik
Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi Mimarlık
Bölümü'nden yüksek lisans
derecesiyle mezun oldu.
Dostluk ve insan ilişkilerini fantastik bir anlatımla
sorgulayan öykülerini 1990'da Her
Gün Perşembe Olsa adıyla
kitaplaştırdı. Bu ilk kitabı ile 1991 Akademi Kitabevi
Öykü Özendirme
Ödülü'ne
değer görüldü. 1993'te ikinci
öykü kitabı Uykusuz Gece Düşleri,
1995'te Ten
Yükü, 1998'de ise Nazlı Eray'ın
yaşamöyküsünden yola çıkarak
yazdığı
ilk romanı Bütün Düşler `Nazlı'dır
yayınlandı. Güldane Ayaoku Yiğit
tarafından filme alınan Ten Yükü,
19. İFSAK Ulusal Kısa Film
Yarışması'nda dördüncü oldu.
Kaynak:
www.canyayinlari.com
|