Akşamın ilk
saatlerinde Reşat Nuri Sokağı’ndaki adam, apartman kapısının
önünde, elleri cebinde, bacaklarının
üzerinde sallanarak durduktan sonra,
yüzüne biriken karı sildi. “Bravo
bana!” diyerek bir sigara yaktı. Nefes çekip
apartmanın önünde gidip geldi, yeniden durdu,
kafasını dikip ikinci katının
pencerelerine boş boş baktı. Katın tüm ışıkları yanıyordu.
Gözleri saatine
kaydı, gecikmişti. İçeri girmeli miydi, yoksa gitmeli mi,
kararsızdı. Başını sağa sola salladı,
ellerini birbirine vurdu. “Geciktim!” dedi. İleri
geri birkaç adım daha attı ve
öylece kaldı. Yeniden, “Erken gelmeliydim, ayıp
ettim!” dedi. Derin bir soluk verdi ki, bir ayak sesi işitir
gibi oldu. Kaldırımda bir gölge,
elinde kağıt kapı numaralarına baka baka yaklaşıyordu. “Şu
gelene sorayım. O ne derse yapacağım.
Hiçten iyi,” dedikten sonra gelene doğru
birkaç büyükçe adım attı,
adamın
üzerine eğilip: “Affedersiniz, size bir şey
sorabilir miyim?” dedi. Adam elindeki kağıdı arkasına saklayıp
yana kaydı. “Nedir?”
Sami, böyle diyeceğini bilmiş gibi ışıkları yanan pencerelere
bir daha baktı,
“Cık, caydım!” deyip apartmanın girişine
yürüdü.
Apartmanın kapısı yarı
açıktı. Üzerindeki karı silkeledikten sonra
içeri girdi; bir dizine, bir
trabzana tutunup, “Of ülen off!” diyerek
merdivenleri çıkmaya başladı. Birinci
kata varmadan yoruldu. “Yaşlanmışım,” dedi kendi
kendine. “Ha gayret Sami!”
diyerek ikinci kata ulaştı, duvara tutunup kapı üzerindeki
ismi okudu,
“Değişmemiş,” deyip zile bastı. Kapının
açılmasını beklerken içinden tempo
tutup: “Geç kaldım, inşallah kusuruma
bakmazlar,” diyordu.
Kapıyı Dilâra
açtı.
Sami, bir ayağını kapı eşiğine atıp ötekini dışarıda bir
süre bekledi, tebessüm
ederek ileri geri sallandı. Kapının
sövesine yaslanıp içeriden gelen seslere kulak
verdi. Tebessümü gülümsemeye
dönüştü, davranışından utanıp ciddileşti,
ayağını
eşikten çekerek: “Ben gideyim,”
dedi.
Dilâra, bu yakın akrabasından bir şey saklamanın gereği
yokmuş gibi: “İçeri gir
dayı! Buraya kadar gelmişsin, gitmek olur mu, yabancı mısın?”
deyince
duraksadı, kıza boş gözlerle baktı: “Öyle
mi yapsam?” Dilara aynı sözü bastıra
bastıra yineledi: “Buraya kadar gelmişsin.”,
“Öyle ya, buraya kadar gelmişim.
Saygısızlık olur, haklısın.” Sami, kaşını
gözünü oynatarak içeriyi
gösterdi.
“Kimler var?”, “Yabancı yok.”,
“Hıı! Yabancı yokmuş, en iyisi gitmeli. Sen
ablama geldiğimi söylersin.”,
“Lütfen dayı...” deyip bu konuda fazla
konuşmak
istemiyormuş gibi Dilara, başını içeri çevirdi ve
elini hızlı hızlı sallayıp
içeri girmesini işaret etti. Dilara, bir anda
‘Lütfen!’ sözüyle
Sami’yi adeta
buruşturmuş, üstün duruma geçmişti.
Apartmanın otomatı
söndü. Dilara, Sami’den atik davranarak
otomatın düğmesine bastı ve konuşmadan,
‘Çabuk, çabuk!’ der gibi bir
kaç kere elini yelpaze yapıp sallayarak geri
çekildi. Sami, Dilara’nın bir eline bir de dizine
baktı, koşu atları gibi
yaylanarak eşikten içeri girdi.
Sami, teyzesinin
ölümünü duyunca, eve gitmeden ayak
üstü bir yerde iki kadeh atıp apar topar
yola düşmüştü. Şimdi kapı girişinde, sarkık
kulaklarını gürültünün geldiği
tarafa çevirmiş: “Ablam nerede ablam?”
diyordu. Sesi duyan Handan: “Eyvaah!
Sami yine içmiş,” diyerek ayağını
sürüye sürüye kapıya geldi. Sami,
Handan’ı
görünce iki geri adım atarak yeniden kapı
önüne çıktı.: “Canım ablacığım,
sülâlemizin nuru, direği! Sana baş sağlığı dilemeye,
saygılarımı sunmaya
geldim, öyle değil mi kız?” diye Dilara’ya
çıkıştıktan sonra göz yaşlarını
tutamadı. Sami ağlarken, yaşlı bir kaplumbağa gibi ağzı açık
tıslıyordu. “Sağ
ol Sami, kapıda durma içeri geç!” Sami
elinin tersiyle gözünün yaşını sildi:
“Geçeceğim ablacığım elbette geçeceğim.
Ayak üstü baş sağlığı dilenir mi?”
Sesini yükselterek: “Nerede
görülmüş ayaküstü baş
sağlığı dilemek, hıı! Nerede
görülmüş? Geçeceğim
geçmesine de, ayaklarım bir türlü oraya
gitmiyor. Orada bir boşluk var,
gibi geliyor bana...” Dilâra’ya
bakıp:
“Öyle değil mi kız!” dedikten sonra tekrar
Handan’a döndü; geçmeye
geçeceğim,
nerede görülmüş ayakta baş sağlığı dilemek!
Söyle bana sayın ablacığım, nerede
görülmüş? Törelerimizde var mı,
hangi kitap yazıyor? Gerçi şimdi kitaplar her
şeyi yazıyor! Yok! Yok ya... Biraz duraksadıktan sonra; şimdi
inanıyorum ki,
aldanan biziz.”, “Anlamadım ne
aldanması?”, ‘Gizli
gerçekler!”, “Gizli
gerçekleri mi?”, “Şu yalancı
dünyaya. Gerçekten aldanıyor muyuz, yoksa bir
aldanışın içerisinde miyiz? Burası kesinlikle belli değil.
Ben derim ki, herkes
aldatılıyor bu fani dünyada. Bir aldatmış, aldanmış ikilemi
içerisindeyiz.
Önemlisi bu aldanışın bulaşıcı olmaması!..”,
“Sami, girecek misin, girmeyecek
misin?” Dudağını büzüp salonu
gösterdi: “Sanki, orada bir saltanat, bir koltuk
yıkılmış. Aldanıyor muyum yoksa? Bomboş koltuk bana bakıyor... Koltuk
sallanmıyor, ama gözdağı verici bakışlarla kimseyi yanına
yaklaştırmıyor! Bunu
duyumsuyorum! Gerçek boşluk, elle tutulup gözle
görülebilen boşluktur! Sanal
bir olay değil bu. Onu anlatmak istiyorum. Burada hikaye anlatmıyoruz
ablacığım. Göz yaşlarını
sildi; bunlar doğruluğu su götürmez
sözlerdir. Artık o boşluğu dolduracak insanlar
yargıları bir kenara itmiş, ondan uzakta bulunmakta.”,
“Tanığı insan olmayan
daha büyük yargının önüne gitti de
ondan.” Sami, Handan’a bakakaldı: “İyi
bildin, tanığı insan olmayan bir dünya! Yalanlardan
uzak...” dedi gözleri
ışıldayarak. “İnanıyorum.” Sendeledi:
“Gerçekten öyle midir?”,
“Amaan Sami, her şeyi abartırsın...”,
“Öyle deme
ablacığım. Onun boşluğu, eksikliği
görülüyor. Bana ‘Geç
içeri!’ diyorsun.
Diyorsun demesine de yüreğim yanmadan, ciğerim
parçalanmadan nasıl geçebilirim
canım ablacığım. Yoksa ben ayakta baş sağlığı dileyecek kadar şey, hıı;
şey
değilim.” Handan içinden, ‘İnsanı katil
eden saygı!’ derken Sami, Dilara’ya
dönüp: “Öyle değil mi
kız!” dedi.
Sami, salon girişine
yaslanıp bacaklarını ayırdı. Kaslarını gevşetip duvarın şeklini aldı,
derin ve
kükrercesine soluk verdi, yumruk sıkılı avucuna
hafifçe öksürüp yutkundu.
Başını öne uzatıp elini gözleri üzerine
siper ederek general edasıyla
salondakilere teker teker baktı. Omuzlarını geri çekip
göğsünü ileri çıkardı. Biraz sendeleyip
kapıya
yeniden tutundu. Dilini ağızı içerisinde bir iki kere
dolaştıktan sonra, sağ
elinin parmak uçlarıyla alnına birkaç kere
dokunarak: “Cümleten
iyi akşamlar, cümleten iyi akşamlar,
cümleten iyi akşamlar!” dedi. O ara bakışı salonda
oturanlardan birine takılı
kaldı. İşaret parmağını adama uzatarak, “Sizi,
gözüm ısırıyor, ama
çıkaramadım,” dedi. Adamın açıklamasını
beklemeden cebinden mendilini çıkardı,
silkti, içine sümkürüp katladı.
Gözyaşını sildi. Adama yeniden bakıp: “Evet
sizi dinliyorum!” dedi. Adam, tam konuşacaktı Sami, işaret
parmağını havaya
kaldırıp iki kere salladı, “Bir kişiyi!” diye
ünledi. Konuşmaya çalışan adama
baktı. Sus işareti yaptı. Salonu birden sessizlik kaplayınca
konuşmasına,
‘Ben...’ deyip susturulan adam, dudağını
büküp Sami’nin konuşmasını bekledi.
Sami, işaret parmağını yeniden ağzına
götürüp adama: “Dinle kardeşim!
Herhalde
burada...” dedikten sonra konuşana: “Anladın değil
mi? deyip; bir kişiyi,
kutsal bir kişiyi aranızda göremiyorum!” diye
bağırdı. “O, bizleri bırakıp gitti!”
Gırtlağındaki adem elmasını göstere göstere yutkundu,
mendilini burnuna götürüp
sümkürmesini yineledi. Pekçok kişi
yüzünü buruşturup yutkundu. Sami, salon
kapısından içeri bir adım daha attı, bacaklarını yine
ayırdı: “O gittiğinden
beri buralar hiç değişmemiş! Haklı değil miyim,
söyleyin lütfen!”,
“Haklısın,”
dedi salondakiler. Başını az önce konuşana doğru eğip
kaşlarını oynattı: “Sen
bir şey söylemiyorsun!”, “Haklısın Sami
Bey.”, “Hah, şöyle!” deyip
Handan’a
baktı. Başını sağa sola çevirip Dilara’yı aradı. O
ara kardeşini gördü.
Suratını ekşitip: “Götürün şunu
başımdan, Allah’ınızı severseniz!” dedi.
Kardeşi, öfkeli şekilde salondan çıktı. Sami
arkasından: “İşte ateş ve ihanet,
kolkola!” dedi, kardeşinin arkasından bir daha baktı.
“Yılanın sevmediği ot, burnunun
dibinde bitermiş.” Handan’a
dönüp: “Nerde kalmıştık? Ha! Anımsadım. Son
günlerde rahmetli
teyzemin anlamsız, boş bakışları beni
ürkütüyordu; bakışlarında ne hak
görebiliyordum ne de hukuk! O geldiğim gün de beni
zor tanıdı. Şimdi toprağı
nur olsun, nur içinde yatsın. Bu kutsal toprakların altında
yatıyor!”, “Evet
yatıyor.”, “Bir
anlamda doğrulandı!”
dedikten sonra yumruğunu havada sallamayı birden kesip: “Kutsal
topraklar mı dedim? Olmadı! Burası ne
Filistin, ne Hicaz, ne de Mısır.” Ensesini kaşıdı:
“Cephede tanklar harıl harıl
çalışıp sağı solu bombalarken o, bir evliya gibi
gürültüsünü dinliyordu!
İşte
vatanımızı toprağın altında yatan binlerce -Sendeledi, geri geri gidip
yeniden
salon kapısına yaslandı.- Ne diyordum, ha! Rahmetli
yengem!..” Handan:
“Teyzen, teyzen! Yengen değil.”, “Evet.
Teyzem şimdi orada yılanlarla, çıyanlarla savaşırken,
savaşırken biz burada,
-Yumruğunu sıktı. Kısa bir an susup gözlerini dinleyiciler
üzerinde dolaştırdı.
baygın baygın onlara baktı- Nur içinde yatsın!”
diye yeniden bağırdı. Handan,
Sami’nin koluna girdi: “Sağ ol Sami, geç
otur şuraya.”, “Yook! O yokken ben
nasıl oturabilirim sayın ablacığım. Kendi yüreğim yanarken,
hangi yangına
koşayım istersin?”, “Annemi dirilteyim
mi?” Gülüşmeler oldu. Sami salonu
tarayıp gülenleri saptamaya çalıştı.
Vazgeçip: “Öyle deme ablacığım.
Yüreğim
parçalanıyor, diyorum. Yoksa oradan sözlerim kuru
kafa gibi mi sırıtıyor?”,
“Hayır.”, “Demek anlaşılıyor.”
O ara
gözüne kuzeni
Avukat Oğuz takıldı. Sami geldiğinde Oğuz evdekilerle belki yirminci
kez
tokalaşıyordu. Sami, mermer gibi düz ve parlak alnını
kaşıdıktan sonra elini
dudaklarına götürüp, Oğuz’a
susmasını işaret etti. Oğuz yanına gelip onunla da
tokalaşıp: “Hoş geldin ahbap,” dedi. Sami:
“Bunların kafasını şişirmişsindir.
Eminim kafa koymamışsındır bu insanlarda...”
Handan’a bakıp: “Öyle değil mi
ablacığım?”, “Öyle Sami, otur!”,
“Elbette oturacağım. Dünyanın neresinde
görülmüştür, ayakta başsağlığı
dilemek. Öyle değil mi kız?” dedikten sonra
sağına soluna baktı, Dilara’yı göremeyince kendi
kendine: “Gitmiş,” dedi.
Avukata dönüp: “Öyle değil mi
avukat?” diye bağırdı. Oğuz elini uzattı:
“Haklısın kuzenim.” Sami ağzını sağa sola
kaydırarak: “Dur! Seni öpeceğim
ablacığım, içimden geldi,” deyip
Handan’ı iki yanağından öptükten sonra
Oğuz’a
döndü: “Senin çapkınlık işlerin
nasıl gidiyor? Orasını araştıracak değilim de
aklıma geldi.” Oğuz kızardı,
Sami’nin
elini tuttu, tokalaştılar. Oğuz’a: “Konuşma sırası
bende. Sana sus, sus dedim!
Sen mahkemede konuşursun. Burası benim
mekanım.” Handan:
“Bugün içkiyi kaçırmışsın
Sami.” Sami iki parmağını gösterip
tebessüm etti. Omuzlarını başına çekerek,
“İki kadeh ablacığım, iki kadeh!..”
dedi. “Hep öyle olur.” Yumruğunu ağzına
sokmaya çalışarak bir süre gözlerinin
derininden Handan’a baktı: “Aşk olsun ablacığım,
aşk olsun... Ben içmeyim de
kim içsin, canım ablacığım?”, “Annem
için mi?”, “Sorduğun soruya bak
ablacığım,
başka kim olabilir? Duyunca inan çarpılmışa
döndüm. Yazık ki, toprağın canlı
sıcaklığı onu bağrına basışını göremedim. Geç
duydum, yetişemedim.” Yere
eğilmeye kalktı, sendeledi. Koltuğa tutunmasaydı düşecekti.
“Taa! Şu
kadarcıkken teyzem, elimizden tutup bizi
büyüttü. O benim ikinci annemdi. Onun
bende annemden çok emeği var. Sen de bilirsin; bizi yaz
aylarında köye
götürürdü. Demir
çemberlerle sıkıştırılmış yayıktan az mı ayran
içirdi... Şimdi
sağlıklıysak, o günlerin hatırına!..” Bakındı,
herkes onu sakin sakin
dinliyordu: “Birinci annem de olabilir!” diye
bağırdıktan sonra: “Yok, olamaz,
biraz karıştırdım herhalde.” Handan’a
dönüp: “Başka kim için
içebilirim,
ablacığım?” dedi. Handan:
“Ne bileyim. Geçen karşılaştığımızda
Çernobil için içiyordun.
Facianın bilmem kaçıncı yılıymış... Daha önce
gördüğümde Gümrük
Birliği’ne
gişimizi kutluyordun...”, “Öyle mi
olmuştu.”, “Öyle.”,
“Karıştırmayasın?”, “Neyle?”, “Gümrük
birliğine karşıyım da!”,
“Belki üzüntüden
içiyordun...”, “Bak bu
olabilir.” Sami
bir süre daha Handan’ın gözleri
içine baktı. Bir
şeyler söylemek istedi. Pelteleşmiş dili ağzında
büyüdü. ‘Adam sen de...’
dercesine elini sallayıp oturması için gösterilen
yere, iki elini öne uzatıp
sendeleyerek yürüdü.
Ona
çay getirdiler.
Sami, çay bardağına alttan, üstten baktı. Işığa
tutup bir
daha baktı. Kendi
kendine: “Çaymış!” dedikten sonra:
“Kahve yok
mu bu evde?” diye bağırdı.
“Cezvede köpürüyor!”
yanıtını aldı.
‘Ne yaparsın!’ der gibi çayı karıştırıp
dökmeden içip bitirdi. “Allah, kimseyi
açlıkla
terbiye etmesin!” diyerek
tabağını sehpa üzerine bıraktı, bardağı: “Kap
Dilara!”
diyerek attı. Ortalığı
çığlık, telâş sardı. Sami, gözlerini
ayırıp
yanındakine: “Ne oluyor, yangın mı
var?” diye sordu, anlamsız, anlamsız etrafına göz
gezdirdi.
Başını öne eğip
akan burnunu çekti, yutkundu. Bir süre halıdan
gözlerini ayırmadı. Bakışları
renklerin ayırdığı kesitlerin üzerinde gidip gidip geldi,
gözleri yoruldu.
Ellerini yeni belirmekte olan göbeği üzerinde
kavuşturup
herkese teker teker:
“Merhaba!” dedi, gülümseyecek
gibi oldu. Birden
çenesi titremeye başladı.
Kendini sıktı ağlamadı. Sesli iç çekerek
göğsünü kabartıp kabartıp indirdi.
“Allah şükür!“ diye
gürlemesi ardından
yüzü ciddileşti. Handan’a: “Acı
çekti
mi?”, “Şükür çekmeden
ruhunu teslim
etti.” Hemen yumruğunu havaya kaldırıp:
“İşte bunun için ölüm cezasına
karşıyım!”
diye bağırıp salondakilerin yüzüne
teker teker bir daha baktı. Kimseden yanıt alamadı, Handan’a
dönüp: “Ablacığım,
teyzemin bütün malı sana kalıyor, değil
mi?” dedi.
Handan kızardı. Sami,
konuşmasını sürdürdü:
“Ötekileri
boşver!” deyip Handan’a doğru eğildi. Herkesin
duyacağı bir sesle fısıldadı: “Ötekileri boşver,
sen,
damattan sakın. Nerede o
üçkağıtçı, göremiyorum?
Çekinme, canını
sıkan bir durum olursa, bana bir haber
uçuruver. Avukat gerekirse de, lokallerine uğrayıvermem
yeter...”, “Aman Sami,
susar mısın?”
Sami yutkunmaya zaman
bulamadan, kaşlarını çatıp düşünceye
daldı. ‘Acaba söylemekte acelemi ettim?’
dedi içinden. Ne var ki, bütün bu
söyledikleri kendi öz sözleri değilmiş,
sanki
yabancı birileri beyninin içine yerleşmiş, oradan anons
ediyor, o da
işittiklerini sesli duyuruyor gibi geldi. Birden:
“Çok haklısın abla,” dedi. Bu söze
Handan da
şaşırdı.
Apartman girişinde
karşılaştığı yabancı adam odada, tam karşısında oturuyordu. Göz
göze geldiler. Sami,
bu tanıdık yüzü önce çıkaramadı,
ama kısa bir bellek yoklamasının ardından
anımsadı. Ellerini dizlerine dayadı, bakışlarını adamdan ayırmadan
kaşlarını
gözlerini oynatarak, ‘Seni seni!’ der gibi
kafasını salladı. İşkillenen yabancı
önce kendine sonra yanındakilere baktı. Sami adamın
davranışına güldü. Onun
neye güldüğünü kimse anlamadı.
Bakışları boşluğa kaydı, kahvesini içemeden uyuyakaldı.
|