ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Ayyaş Bir Felsefecinin Ölü Evi Ziyareti

-
-
-

Akşamın ilk saatlerinde Reşat Nuri Sokağı’ndaki adam, apartman kapısının önünde, elleri cebinde, bacaklarının üzerinde sallanarak durduktan sonra, yüzüne biriken karı sildi. “Bravo bana!” diyerek bir sigara yaktı. Nefes çekip apartmanın önünde gidip geldi, yeniden durdu, kafasını dikip ikinci katının pencerelerine boş boş baktı. Katın tüm ışıkları yanıyordu. Gözleri saatine kaydı, gecikmişti. İçeri girmeli miydi, yoksa gitmeli mi, kararsızdı. Başını sağa sola salladı, ellerini birbirine vurdu. “Geciktim!” dedi. İleri geri birkaç adım daha attı ve öylece kaldı. Yeniden, “Erken gelmeliydim, ayıp ettim!” dedi. Derin bir soluk verdi ki, bir ayak sesi işitir gibi oldu. Kaldırımda bir gölge, elinde kağıt kapı numaralarına baka baka yaklaşıyordu. “Şu gelene sorayım. O ne derse yapacağım. Hiçten iyi,” dedikten sonra gelene doğru birkaç büyükçe adım attı, adamın üzerine eğilip: “Affedersiniz, size bir şey sorabilir miyim?” dedi. Adam elindeki kağıdı arkasına saklayıp yana kaydı. “Nedir?” Sami, böyle diyeceğini bilmiş gibi ışıkları yanan pencerelere bir daha baktı, “Cık, caydım!” deyip apartmanın girişine yürüdü.

 Apartmanın kapısı yarı açıktı. Üzerindeki karı silkeledikten sonra içeri girdi; bir dizine, bir trabzana tutunup, “Of ülen off!” diyerek merdivenleri çıkmaya başladı. Birinci kata varmadan yoruldu. “Yaşlanmışım,” dedi kendi kendine. “Ha gayret Sami!” diyerek ikinci kata ulaştı, duvara tutunup kapı üzerindeki ismi okudu, “Değişmemiş,” deyip zile bastı. Kapının açılmasını beklerken içinden tempo tutup: “Geç kaldım, inşallah kusuruma bakmazlar,” diyordu.

 Kapıyı Dilâra açtı. Sami, bir ayağını kapı eşiğine atıp ötekini dışarıda bir süre bekledi, tebessüm ederek ileri geri sallandı. Kapının sövesine yaslanıp içeriden gelen seslere kulak verdi. Tebessümü gülümsemeye dönüştü, davranışından utanıp ciddileşti, ayağını eşikten çekerek: “Ben gideyim,” dedi. Dilâra, bu yakın akrabasından bir şey saklamanın gereği yokmuş gibi: “İçeri gir dayı! Buraya kadar gelmişsin, gitmek olur mu, yabancı mısın?” deyince duraksadı, kıza boş gözlerle baktı: “Öyle mi yapsam?” Dilara aynı sözü bastıra bastıra yineledi: “Buraya kadar gelmişsin.”, “Öyle ya, buraya kadar gelmişim. Saygısızlık olur, haklısın.” Sami, kaşını gözünü oynatarak içeriyi gösterdi. “Kimler var?”, “Yabancı yok.”, “Hıı! Yabancı yokmuş, en iyisi gitmeli. Sen ablama geldiğimi söylersin.”, “Lütfen dayı...” deyip bu konuda fazla konuşmak istemiyormuş gibi Dilara, başını içeri çevirdi ve elini hızlı hızlı sallayıp içeri girmesini işaret etti. Dilara, bir anda ‘Lütfen!’ sözüyle Sami’yi adeta buruşturmuş, üstün duruma geçmişti.

 Apartmanın otomatı söndü. Dilara, Sami’den atik davranarak otomatın düğmesine bastı ve konuşmadan, ‘Çabuk, çabuk!’ der gibi bir kaç kere elini yelpaze yapıp sallayarak geri çekildi. Sami, Dilara’nın bir eline bir de dizine baktı, koşu atları gibi yaylanarak eşikten içeri girdi.

 Sami, teyzesinin ölümünü duyunca, eve gitmeden ayak üstü bir yerde iki kadeh atıp apar topar yola düşmüştü. Şimdi kapı girişinde, sarkık kulaklarını gürültünün geldiği tarafa çevirmiş: “Ablam nerede ablam?” diyordu. Sesi duyan Handan: “Eyvaah! Sami yine içmiş,” diyerek ayağını sürüye sürüye kapıya geldi. Sami, Handan’ı görünce iki geri adım atarak yeniden kapı önüne çıktı.: “Canım ablacığım, sülâlemizin nuru, direği! Sana baş sağlığı dilemeye, saygılarımı sunmaya geldim, öyle değil mi kız?” diye Dilara’ya çıkıştıktan sonra göz yaşlarını tutamadı. Sami ağlarken, yaşlı bir kaplumbağa gibi ağzı açık tıslıyordu. “Sağ ol Sami, kapıda durma içeri geç!” Sami elinin tersiyle gözünün yaşını sildi: “Geçeceğim ablacığım elbette geçeceğim. Ayak üstü baş sağlığı dilenir mi?” Sesini yükselterek: “Nerede görülmüş ayaküstü baş sağlığı dilemek, hıı! Nerede görülmüş? Geçeceğim geçmesine de, ayaklarım bir türlü oraya gitmiyor. Orada bir boşluk var, gibi geliyor bana...” Dilâra’ya bakıp: “Öyle değil mi kız!” dedikten sonra tekrar Handan’a döndü; geçmeye geçeceğim, nerede görülmüş ayakta baş sağlığı dilemek! Söyle bana sayın ablacığım, nerede görülmüş? Törelerimizde var mı, hangi kitap yazıyor? Gerçi şimdi kitaplar her şeyi yazıyor! Yok! Yok ya... Biraz duraksadıktan sonra; şimdi inanıyorum ki, aldanan biziz.”, “Anlamadım ne aldanması?”, ‘Gizli gerçekler!”, “Gizli gerçekleri mi?”, “Şu yalancı dünyaya. Gerçekten aldanıyor muyuz, yoksa bir aldanışın içerisinde miyiz? Burası kesinlikle belli değil. Ben derim ki, herkes aldatılıyor bu fani dünyada. Bir aldatmış, aldanmış ikilemi içerisindeyiz. Önemlisi bu aldanışın bulaşıcı olmaması!..”, “Sami, girecek misin, girmeyecek misin?” Dudağını büzüp salonu gösterdi: “Sanki, orada bir saltanat, bir koltuk yıkılmış. Aldanıyor muyum yoksa? Bomboş koltuk bana bakıyor... Koltuk sallanmıyor, ama gözdağı verici bakışlarla kimseyi yanına yaklaştırmıyor! Bunu duyumsuyorum! Gerçek boşluk, elle tutulup gözle görülebilen boşluktur! Sanal bir olay değil bu. Onu anlatmak istiyorum. Burada hikaye anlatmıyoruz ablacığım. Göz yaşlarını sildi; bunlar doğruluğu su götürmez sözlerdir. Artık o boşluğu dolduracak insanlar yargıları bir kenara itmiş, ondan uzakta bulunmakta.”, “Tanığı insan olmayan daha büyük yargının önüne gitti de ondan.” Sami, Handan’a bakakaldı: “İyi bildin, tanığı insan olmayan bir dünya! Yalanlardan uzak...” dedi gözleri ışıldayarak. “İnanıyorum.” Sendeledi: “Gerçekten öyle midir?”, “Amaan Sami, her şeyi abartırsın...”, “Öyle deme ablacığım. Onun boşluğu, eksikliği görülüyor. Bana ‘Geç içeri!’ diyorsun. Diyorsun demesine de yüreğim yanmadan, ciğerim parçalanmadan nasıl geçebilirim canım ablacığım. Yoksa ben ayakta baş sağlığı dileyecek kadar şey, hıı; şey değilim.” Handan içinden, ‘İnsanı katil eden saygı!’ derken Sami, Dilara’ya dönüp: “Öyle değil mi kız!” dedi.

 Sami, salon girişine yaslanıp bacaklarını ayırdı. Kaslarını gevşetip duvarın şeklini aldı, derin ve kükrercesine soluk verdi, yumruk sıkılı avucuna hafifçe öksürüp yutkundu. Başını öne uzatıp elini gözleri üzerine siper ederek general edasıyla salondakilere teker teker baktı. Omuzlarını geri çekip göğsünü ileri çıkardı. Biraz sendeleyip kapıya yeniden tutundu. Dilini ağızı içerisinde bir iki kere dolaştıktan sonra, sağ elinin parmak uçlarıyla alnına birkaç kere dokunarak: “Cümleten iyi akşamlar, cümleten iyi akşamlar, cümleten iyi akşamlar!” dedi. O ara bakışı salonda oturanlardan birine takılı kaldı. İşaret parmağını adama uzatarak, “Sizi, gözüm ısırıyor, ama çıkaramadım,” dedi. Adamın açıklamasını beklemeden cebinden mendilini çıkardı, silkti, içine sümkürüp katladı. Gözyaşını sildi. Adama yeniden bakıp: “Evet sizi dinliyorum!” dedi. Adam, tam konuşacaktı Sami, işaret parmağını havaya kaldırıp iki kere salladı, “Bir kişiyi!” diye ünledi. Konuşmaya çalışan adama baktı. Sus işareti yaptı. Salonu birden sessizlik kaplayınca konuşmasına, ‘Ben...’ deyip susturulan adam, dudağını büküp Sami’nin konuşmasını bekledi. Sami, işaret parmağını yeniden ağzına götürüp adama: “Dinle kardeşim! Herhalde burada...” dedikten sonra konuşana: “Anladın değil mi? deyip; bir kişiyi, kutsal bir kişiyi aranızda göremiyorum!” diye bağırdı. “O, bizleri bırakıp gitti!” Gırtlağındaki adem elmasını göstere göstere yutkundu, mendilini burnuna götürüp sümkürmesini yineledi. Pekçok kişi yüzünü buruşturup yutkundu. Sami, salon kapısından içeri bir adım daha attı, bacaklarını yine ayırdı: “O gittiğinden beri buralar hiç değişmemiş! Haklı değil miyim, söyleyin lütfen!”, “Haklısın,” dedi salondakiler. Başını az önce konuşana doğru eğip kaşlarını oynattı: “Sen bir şey söylemiyorsun!”, “Haklısın Sami Bey.”, “Hah, şöyle!” deyip Handan’a baktı. Başını sağa sola çevirip Dilara’yı aradı. O ara kardeşini gördü. Suratını ekşitip: “Götürün şunu başımdan, Allah’ınızı severseniz!” dedi. Kardeşi, öfkeli şekilde salondan çıktı. Sami arkasından: “İşte ateş ve ihanet, kolkola!” dedi, kardeşinin arkasından bir daha baktı. “Yılanın sevmediği ot, burnunun dibinde bitermiş.” Handan’a dönüp: “Nerde kalmıştık? Ha! Anımsadım. Son günlerde rahmetli teyzemin anlamsız, boş bakışları beni ürkütüyordu; bakışlarında ne hak görebiliyordum ne de hukuk! O geldiğim gün de beni zor tanıdı. Şimdi toprağı nur olsun, nur içinde yatsın. Bu kutsal toprakların altında yatıyor!”, “Evet yatıyor.”, “Bir anlamda doğrulandı!” dedikten sonra yumruğunu havada sallamayı birden kesip: “Kutsal topraklar mı dedim? Olmadı! Burası ne Filistin, ne Hicaz, ne de Mısır.” Ensesini kaşıdı: “Cephede tanklar harıl harıl çalışıp sağı solu bombalarken o, bir evliya gibi gürültüsünü dinliyordu! İşte vatanımızı toprağın altında yatan binlerce -Sendeledi, geri geri gidip yeniden salon kapısına yaslandı.- Ne diyordum, ha! Rahmetli yengem!..” Handan: “Teyzen, teyzen! Yengen değil.”, “Evet. Teyzem şimdi orada yılanlarla, çıyanlarla savaşırken, savaşırken biz burada, -Yumruğunu sıktı. Kısa bir an susup gözlerini dinleyiciler üzerinde dolaştırdı. baygın baygın onlara baktı- Nur içinde yatsın!” diye yeniden bağırdı. Handan, Sami’nin koluna girdi: “Sağ ol Sami, geç otur şuraya.”, “Yook! O yokken ben nasıl oturabilirim sayın ablacığım. Kendi yüreğim yanarken, hangi yangına koşayım istersin?”, “Annemi dirilteyim mi?” Gülüşmeler oldu. Sami salonu tarayıp gülenleri saptamaya çalıştı. Vazgeçip: “Öyle deme ablacığım. Yüreğim parçalanıyor, diyorum. Yoksa oradan sözlerim kuru kafa gibi mi sırıtıyor?”, “Hayır.”, “Demek anlaşılıyor.”

 O ara gözüne kuzeni Avukat Oğuz takıldı. Sami geldiğinde Oğuz evdekilerle belki yirminci kez tokalaşıyordu. Sami, mermer gibi düz ve parlak alnını kaşıdıktan sonra elini dudaklarına götürüp, Oğuz’a susmasını işaret etti. Oğuz yanına gelip onunla da tokalaşıp: “Hoş geldin ahbap,” dedi. Sami: “Bunların kafasını şişirmişsindir. Eminim kafa koymamışsındır bu insanlarda...” Handan’a bakıp: “Öyle değil mi ablacığım?”, “Öyle Sami, otur!”, “Elbette oturacağım. Dünyanın neresinde görülmüştür, ayakta başsağlığı dilemek. Öyle değil mi kız?” dedikten sonra sağına soluna baktı, Dilara’yı göremeyince kendi kendine: “Gitmiş,” dedi. Avukata dönüp: “Öyle değil mi avukat?” diye bağırdı. Oğuz elini uzattı: “Haklısın kuzenim.” Sami ağzını sağa sola kaydırarak: “Dur! Seni öpeceğim ablacığım, içimden geldi,” deyip Handan’ı iki yanağından öptükten sonra Oğuz’a döndü: “Senin çapkınlık işlerin nasıl gidiyor? Orasını araştıracak değilim de aklıma geldi.” Oğuz kızardı,  Sami’nin elini tuttu, tokalaştılar. Oğuz’a: “Konuşma sırası bende. Sana sus, sus dedim! Sen mahkemede konuşursun. Burası benim mekanım.” Handan: “Bugün içkiyi kaçırmışsın Sami.” Sami iki parmağını gösterip tebessüm etti. Omuzlarını başına çekerek, “İki kadeh ablacığım, iki kadeh!..” dedi. “Hep öyle olur.” Yumruğunu ağzına sokmaya çalışarak bir süre gözlerinin derininden Handan’a baktı: “Aşk olsun ablacığım, aşk olsun... Ben içmeyim de kim içsin, canım ablacığım?”, “Annem için mi?”, “Sorduğun soruya bak ablacığım, başka kim olabilir? Duyunca inan çarpılmışa döndüm. Yazık ki, toprağın canlı sıcaklığı onu bağrına basışını göremedim. Geç duydum, yetişemedim.” Yere eğilmeye kalktı, sendeledi. Koltuğa tutunmasaydı düşecekti. “Taa! Şu kadarcıkken teyzem, elimizden tutup bizi büyüttü. O benim ikinci annemdi. Onun bende annemden çok emeği var. Sen de bilirsin; bizi yaz aylarında köye götürürdü. Demir çemberlerle sıkıştırılmış yayıktan az mı ayran içirdi... Şimdi sağlıklıysak, o günlerin hatırına!..” Bakındı, herkes onu sakin sakin dinliyordu: “Birinci annem de olabilir!” diye bağırdıktan sonra: “Yok, olamaz, biraz karıştırdım herhalde.” Handan’a dönüp: “Başka kim için içebilirim, ablacığım?” dedi. Handan: “Ne bileyim. Geçen karşılaştığımızda Çernobil için içiyordun. Facianın bilmem kaçıncı yılıymış... Daha önce gördüğümde Gümrük Birliği’ne gişimizi kutluyordun...”, “Öyle mi olmuştu.”, “Öyle.”, “Karıştırmayasın?”, “Neyle?”, “Gümrük birliğine karşıyım da!”, “Belki üzüntüden içiyordun...”, “Bak bu olabilir.” Sami bir süre daha Handan’ın gözleri içine baktı. Bir şeyler söylemek istedi. Pelteleşmiş dili ağzında büyüdü. ‘Adam sen de...’ dercesine elini sallayıp oturması için gösterilen yere, iki elini öne uzatıp sendeleyerek yürüdü.

 Ona çay getirdiler. Sami, çay bardağına alttan, üstten baktı. Işığa tutup bir daha baktı. Kendi kendine: “Çaymış!” dedikten sonra: “Kahve yok mu bu evde?” diye bağırdı. “Cezvede köpürüyor!” yanıtını aldı. ‘Ne yaparsın!’ der gibi çayı karıştırıp dökmeden içip bitirdi. “Allah, kimseyi açlıkla terbiye etmesin!” diyerek tabağını sehpa üzerine bıraktı, bardağı: “Kap Dilara!” diyerek attı. Ortalığı çığlık, telâş sardı. Sami, gözlerini ayırıp yanındakine: “Ne oluyor, yangın mı var?” diye sordu, anlamsız, anlamsız etrafına göz gezdirdi. Başını öne eğip akan burnunu çekti, yutkundu. Bir süre halıdan gözlerini ayırmadı. Bakışları renklerin ayırdığı kesitlerin üzerinde gidip gidip geldi, gözleri yoruldu. Ellerini yeni belirmekte olan göbeği üzerinde kavuşturup herkese teker teker: “Merhaba!” dedi, gülümseyecek gibi oldu. Birden çenesi titremeye başladı. Kendini sıktı ağlamadı. Sesli iç çekerek göğsünü kabartıp kabartıp indirdi. “Allah şükür!“ diye gürlemesi ardından yüzü ciddileşti. Handan’a: “Acı çekti mi?”, “Şükür çekmeden ruhunu teslim etti.” Hemen yumruğunu havaya kaldırıp: “İşte bunun için ölüm cezasına karşıyım!” diye bağırıp salondakilerin yüzüne teker teker bir daha baktı. Kimseden yanıt alamadı, Handan’a dönüp: “Ablacığım, teyzemin bütün malı sana kalıyor, değil mi?” dedi. Handan kızardı. Sami, konuşmasını sürdürdü: “Ötekileri boşver!” deyip Handan’a doğru eğildi. Herkesin duyacağı bir sesle fısıldadı: “Ötekileri boşver, sen, damattan sakın. Nerede o üçkağıtçı, göremiyorum? Çekinme, canını sıkan bir durum olursa, bana bir haber uçuruver. Avukat gerekirse de, lokallerine uğrayıvermem yeter...”, “Aman Sami, susar mısın?”

 Sami yutkunmaya zaman bulamadan, kaşlarını çatıp düşünceye daldı. ‘Acaba söylemekte acelemi ettim?’ dedi içinden. Ne var ki, bütün bu söyledikleri kendi öz sözleri değilmiş, sanki yabancı birileri beyninin içine yerleşmiş, oradan anons ediyor, o da işittiklerini sesli duyuruyor gibi geldi. Birden: “Çok haklısın abla,” dedi. Bu söze Handan da şaşırdı.

Apartman girişinde karşılaştığı yabancı adam odada, tam karşısında oturuyordu. Göz göze geldiler. Sami, bu tanıdık yüzü önce çıkaramadı, ama kısa bir bellek yoklamasının ardından anımsadı. Ellerini dizlerine dayadı, bakışlarını adamdan ayırmadan kaşlarını gözlerini oynatarak, ‘Seni seni!’ der gibi kafasını salladı. İşkillenen yabancı önce kendine sonra yanındakilere baktı. Sami adamın davranışına güldü. Onun neye güldüğünü kimse anlamadı. Bakışları boşluğa kaydı, kahvesini içemeden uyuyakaldı.

 


-  
 

Selçuk Sarısaltık


---- 2005 © Dergi H@vuz

2001 © H@vuz Bilgi Bankası