ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Ben Doris...

-
-
-
   Günün aydınlığı yatak odama sızmıştı. Pencereden baktım, gökyüzü tam istediğim gibi, masmavi gülümsüyor. "İlkbaharlar olmasa nasıl çekilirdi bu yaban eller?" dedim kendi kendime. Acele giyindim. Kulağım telefonda, gözlerim  bilgisayarımdaki birikmiş iletilerimde. Yine okuyamadım hepsini, telefon çaldı:
- Ben, Doris.
- Bekliyordum arkadaşım.
- Ne diyorsun, yürüyüşe çıkacak mıyız Şükran?
- Evet evet! Nerede buluşacağız?
- Büyük istasyonda.

  Saatini, buluşacağımız noktayı konuştuk. Acele ile arka çantamı hazırladım. İçimde çocukluğumda duyduğum  heyecana benzer bir sevinç vardı. Şehir dışına çıkacak, -afedersiniz!- ayıpırasası  toplayacaktık. Ne olduğunu bilmiyordum, ama meraklanmıştım. Tam anlamıyla et yemez olmamama rağmen, genelde otla beslenen olduğumdan, bu otu toplamayı, tanımayı çok istiyordum. Öylesine hoş anlatıyordu ki Doris, tam bana göreydi. Tarlalardan topladığımız yaban sarmısağını anımsattı bana. Egeli biri olarak, ot yiyerek büyüyenlerden biriyim.  Turpotu, ebegömeci, hindibahar, iğnelik, pazı, arapsaçı, sarmaşık, devedikeni geldi gözlerimin önüne. Nasıl anlatsam bilmem ki, özlemişim o günleri...
   
    Trende sohbete daldık,  söz anaya babaya geldi; gözlerim doldu, sesim titreyerek annemi çok özlediğimi, ama bunun çaresi olmayan bir özlem olduğunu anlatmaya çalıştım:

- Yaşamıyor mu?
- Doksan sekizin şubatında uğurladık, dönüşü olmayan son gidiş. Ne ana ne de baba var.
- Seni çok iyi anlıyorum Şükran. Annemi kaybetmedim, yaşıyor, ama ölümden döndü. Aylarca komada kaldı. Saatlerce başında oturdum. Ölmemesini diledim. Aklına gelebilecek her türlüsünden dua ettim. "Onunla konuşmalıyım, her şeyi baştan deşmeliyim. Ölmemeli. O benim annem. Aramızdaki buzlar çözülmeden gitmemeli. "  diyordum...
- Aranız iyi değil miydi ?
- Annem, hayvan doktoru idi. Babam da. Annemin hayallerinde neler vardı bilmiyorum. "Siz olmasanız, benim yaşamım daha iyi olur, kendimi yetiştirmeye zamanım olur." derdi. Çocuk aklımla yorumladım. Geceleri uyuyamadım. Kendimi yük olarak görmeye başladım. Senelerce sürdü bu durumum. On sene öncesine kadar, sürekli mutsuz oldum. Kiminle bir ilişkiye girsem, acaba yük mü oluyorum diye kıvrandım. Annemin beni sevmediğine öylesine inanmıştım ki...
- Yanılmış olamaz mısın?
- Hayır, bana karşı o da soğuk durdu hep. Kız kardeşim ile arası iyiydi, o onun becerikli, kabiliyetli kızı idi. Hep de öyle kaldı.
- Şimdi aranız nasıl?
- İyi, anlaşıyoruz, çok değişti. Eski hali yok. Ben de olanları unuttum.
- Peki, nasıl başardın bunu?
- Çok geç oldu, otuz yaşımdan sonra.
- Nasıl yani?
- D
üşündüm; hep başarısız, mutsuz olan bendim. Onca dostlarım olmuş, her birinden kop- muştum. Hep sevilmediğimi, yük olduğumu düşünüyordum. Bu doğru olamazdı. Bunu yenmeliydim.
- Nasıl?
- Konuşarak, içimdekileri apaçık söyleyerek. Artık, komplekslerimi yenmeli, "İşte, ben buyum!" diyebilmeliydim. İçimdeki olumsuz düşüncelerden kurtulmalı, iletişim kurduğum kimselere olduğum gibi, hissettiğim gibi seslenebilmeliydim, korkmadan, çekinmeden. O zamandan beri rahatım.
-  Annen ile konuşmanın etkisi oldu mu tüm bu gelişmelerinde?
- Tabii ki... Açıkça yara aldığım her konuya değindim. Sonuçta kazançlı oldum. Annemi seviyorum, kaybetmek istemiyorum, ama şimdiki haliyle… Bu yüzden anne olmak istemedim. Çektiklerimi benim çocuklarım çeksin istemedim.  

    Doris’i anlamakta zorlandım desem yalan olmaz, belki eksik olur. Kendi çocukluğumu düşündüm  o konuştukça. Böylesi duygular yasamamıştım. Ağabeyimi kıskandığımı hatırlıyorum, annem hiç üşenmez, sevdiği yemekleri yapardı. Benim nedense özel isteklerim hiç olmadı. Verileni yedim, istenileni yaptım. Çoğu kez de fazladan çalıştım. Düşünüyorum da, bunda babamın sevgisinin payı büyüktü galiba. "Benim kızım başka, adam olacak çocuk …….n   belli  olur" diyordu, halk diliyle. Omuzlarında taşırdı beni. Annem ise, benim çalışkan, güzel kızım, Yaradan’dan sürmeli gözlü kızım diye dil döker, yumuşacık kucağına alır, bağrına bastırırdı. Arada sırada dövdüğü de oldu. Nedenlerini  anlamış değildim o zamanlar. Bildiğim tek şey, onları çok sevmiş olmam. Dayaklar, olumsuzluklar derin yaralar açmadı, bunun da tek nedeni, onların sevgisine olan güvenimin olduğunu çok iyi biliyorum.

    Üç yavrum oldu. Sevdim yürekten. En iyisini hep onlar için istedim, yine de  tam başardım  diyemem…

    Doris haklı, çocuklarımızla yeterince açık, anlaşılır bir iletişim kuramıyoruz, kendimizi her şeyi bilenler mi görüyoruz acaba? Ya da işin içinden çıkamayınca, omuzlarımız ağırlaştığında yaşamın koynunda; acısını onlardan mı çıkarıyoruz  sinirli ve de düşünmeden yaptığımız tavır ve konuşmalarla?!. Sanıyorum, bu hataya ben de düştüm. Onları dinlemekten çok, onların beni dinlemesini istedim çoğunlukla. Bunu yaparken, onların iç dünyalarına girmeyi başarmayı ne de çok istedim oysa...

    Yeniden genç anne olsam, önce dinlemesini öğrenmeyi denerdim. Yeni anne olacaklara ne mutlu! Onlara ışık tutacak, yanılgılara uğramış Şükranlar, boşuna senelerini yemiş Dorisler,  Ayşeler, Aliler, Mehmetler var. Hem de yanı başlarında…

    Ülkelerin geleceği çocuktan çocuğa geçen miras değil midir ?

   "Bügünün küçüğü, yarının büyüğüdür." diyen Mustafa Kemal Atatürk’ümüz  ne demek istemiştir ?

    Anlarımız aydınlık olsun.

 -
-
-
 
 

Şükran Günay


---- 2005 © Dergi H@vuz

2001 © H@vuz Bilgi Bankası