ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Çivide Sallanıyordu Ayna


Penyesi, kokusu, ruju, tırnak cilası hep yol kenarlarında zabıta korkusuyla çığırtkanlık yapılarak satılan defolu mallardandı. Ayakları sık sık isyan etse de o boyunun kısalığını apartman topuk ayakkabılarıyla gizlemeye çalışıyordu.

Sülfürü incelmiş leke leke bir ayna vardı çivide sallanan. Aynanın önünde hemen hemen her akşam birer ikişer yol kenarlarından taşıdığı kokular, jöleler, telleri dökülmüş fırçalar, gazete kuponlarıyla alınmış makyaj setleri. Odada bunlardan başka yayları gevşemiş bir somya, üzerinde de Bartın'dan getirdikleri ve bir zamanlar çok değerli olan yün yatak. Kenarda devlet malı bir sehpa, üstünde taksitlerini hâlâ ödediği çift kaset çalar teybi. Onun için en özel eşya bu teypti, çünkü yıllardır triko makinelerinin başında döktüğü göz nuruyla, kendisine aldığı ilk büyük ve en pahalı eşyaydı. Sehpanın diğer kenarında da kasetleri büyük bir itinayla kapak yüzleri öne gelecek şekilde yan yana dizmişti. Mahsun Kırmızıgül, İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar ona sırıtır gibi bakıyorlardı. Yine yatağının kenarında yerde üst üste koyduğu albenisi çok olan renkli gazeteler, dergiler ve onlardan kesilmiş birçok sırıtan yüz. Son olarak yerde, buraya gelmeden önce başka kişilerin hayatlarına tanıklık etmiş, tüyleri dökülmüş bir halı. Akşamın bütün saatlerini işte bu odada, bu eşyalarla geçirirdi. Tabi evde bir olay yok ise.

Aynı çatının altında, bu odanın dışında, başka soluklar da vardı, onun gibi şanslı olup ayrı odaları olmayan. O ilk kez kız olmanın ayrıcalığını kullanıyordu ve belki de son kez. İki erkek kardeşi nineleriyle birlikte salonda yatmak zorundaydılar. Ne nine razıydı bu duruma, ne de delikanlılar. Razı olmayan bir de anne. Gerçi annenin rahatsızlığı tamamen farklıydı. Ninenin varlığı. Nine de oğlanlardan yana pek dertliydi. “Gurban olam ne yatmasını bilirler, ne gahmasını, aha bu telezonun başında ineh gibi baharlar. Ağzımı da açtırmazlar” Babada oğlanlardan şikayetçiydi, ninelerine hiç saygıları yoktu, geç saatlere kadar televizyonun başından kalkmıyorlar, birde ahlaksız şeyleri seyrediyorlardı. Üstelik ninelerinden sakladıklarını sanıp kadının yanında sigara içip, zaman zamanda yatağı, yorganı yakıyorlardı. 

Hiçbir işte azmetmemeleri de ayrı bir konu, eve bir kârları olmadığı gibi durmadan masraf açıyorlardı. Kız öyle değildi ama, üç yıldır aynı triko atölyesinde azimle çalışıyordu. Gerçi onunda kılığını kıyafetini pek beğenmiyordu ama nede olsa genç, hem çalışıyor da...

Kızın adı Sedef, onsekiz yaşında. Beşe kadar okumuş. O sokağın bütün kızları gibi en büyük hayali hayırlı bir kısmet bulmak. Yalnız onun hayırlı kısmetiyle, annesinin, nenesinin hayırlı kısmet dedikleri aynı şey değildi. Nice boyacılar, sıvacılar, marangozlar, kaynakçılar istedi, hepsine dudak büktü. Oysa gelenler ezik, çalışkan çocuklardı, halden anlarlardı. Ama Sedef onları duydukça, gelenleri gördükçe sinirlendi, hatta son gelen pazarcı çocuğu evden bir kovmadığı kalmıştı. Ninesi çok beğenmişti pazarcıyı, üstelik kendi topraklarındandı. Sedef'in kızması; bu gençler nasıl oluyor da kendilerini ona uygun görüyorlardı.

O ilkin apartmanda, büyük camları olan, kaloriferli bir daire isterdi. Anası bu damı akan gecekonduda yaşadı diye o da yaşayacak değildi ya. Sonra onun erkeğinin elleri temiz, hem de tertemiz olmalıydı, ne babasının ellerine benzemeli, ne de diğer gelenlerin. Bunları düşünürken hep kendi sağ elinin, işaret parmağındaki makinenin oluşturduğu nasıra bakar sonrada parmağını kremlerdi.  

Her sabah evden çıkmadan önce paslı çivinin ucundan aşağı inen aynanın önünde ben diyeyim dakikalarca, siz değin bir saat kendini seyreder, ninesinin deyimiyle kendini tımar ederdi. Çoğu genç kız gibi kendini beğenir, güzel bulurdu. Sokaktan çıkarken, otobüste, hep büyük büyük bakar, yanına yaklaşmak, selam vermek isteyen komşu kızlarına da, delikanlılara da ters ters cevaplar verir, onlara gözleriyle her seferinde ben sizden değilim diye bağırırdı.

Bir akşam işten dönüşü gecikti. Yelkovanla akrep birbirini kovalarken o gelmedi. Ninesi dizini dövdü, babası annesini, annesi ağladı, kardeşleri şaşırdı, hatta en küçüğü biraz sevindi oda onlara kalacak diye. Babası atölyeye gitti, orada da yoktu. Arkadaşları söyledi; siyah takımlı, sivri uçlu ayakkabılı adamla gittiğini.

Babası ilk kez kimse görmeden ağladı. Annesi Sedef için yaptığı dantellere bakıp söylendi. Ninesi küfretti kendi topraklarından birine gitmedi diye.

Sedef ilk sabahtan sülfürü incelmiş aynayı özledi apartmanın bodrum katında.



   
 

Ayten Kaya Görgün


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi