‘Anlatmaya başlayacağım başlamasına da Polyanna, önce bir
anektod anlatacağım sana.’
‘
Ne...dot?’
‘Anekdot.Yani
başımdan geçen bir öyküyü.’
‘Severim
öyküleri.Heyecanlı mı bari? Beton hikayen gibi mi?’
‘Eh o kadar
gerilimli değil bu defaki. Dinle bak!
Peru’da, İnkalar’ın izlerinin peşinde geçen ve Amazon
ormanlarında biyologların kampında sonlanan çok keyifli bir seyahatten
dönmüştüm. Bana gittiğim zamandan çok daha farklı gözüken şehir yaşamına henüz
uyum sağlayamamışken bir arkadaşım ‘Aysim , Amazon Nehri’nde bir taşın nehrin
yatağını değiştirdiğini hiç gördün mü?’ diye sordu Hani ‘Hoppala!’ dedirtecek
cinsten bir soru ’Nasıl yani?..’, ‘Şöyle yani...’ tarzındaki birkaç söz
gidiş-gelişinden sonra açıkladı:
‘Kendimi
çok çaresiz hissettiğim ve de ‘Ben bu dünyada ne işe yarıyorum ki! Dediğim bir
anda bir dostum bana ‘Bu dünyada hiçbir şey olamıyorsan bir taş ol. Öyle bir taş
ki duruşunla koca bir nehrin yatağını değiştir.’demişti. İşte sorum bundandır.’
Bu
açıklamayla birlikte zihnim aydınlandı ve bir sahne canlandı gözümün
önünde:. Amazon Nehrin’nde saatler süren bir yolculuktaydık. Nehrin kollarında
ilerliyorduk. Kimi yerde geçiş zorlaşıyor, kimi yerde zikzaklar çizmek zorunda
kalıyorduk.Çünkü ağaçlar devrilmişti. Zaman içinde çevresini dallar, yapraklar,
çeşitli bitkiler sarmış ve akan suyu farklı bir yol bulmaya zorlamıştı.Taş
değil de ağaçlar vardı nehri yatağından çıkartan, yolunu tekrar çizmesini
sağlayan.Uzun lafın kısası arkadaşımın sorduğu sorunun yanıtı ‘Evet’ ti. O an
farkında olmasam da nehrin
yatağını değiştiren kayalar , taşlar olmasa da ağaçlar görmüştüm.
İşte o
zaman yaşamdaki duruşlarımızın nasıl bizi biz yaptığını daha da iyi
anladım.Yaşama verdiğimiz mesajlar yaşamdan alacaklarla ilintiliydi ve bizler
yaşama her an mesaj vermekteydik. Beden dilimizden ve söylediklerimizden
başlayarak.’
‘Bu öykünü
çok sevdim. Benim kim olduğum, ne yaptığım, ne söylediğim hiçbir şey yapmadığımı
zannettiğim zamanlarda bile değişimler yaratabiliyor anlamına geliyor bu, değil
mi?’
‘Bingo’
Aynen öyle.’
‘Peki hem
‘Kendimize Yolculuk’ dedin, hem verdiğimiz mesajlar dedin. Karıştı biraz daha
kafam.’
‘Vermekte
olduğumuz mesajlar bedenimizle olsun, sözcüklerimizle olsun kendimize
yolculuğumuzun giriş kapısı zaten. Kendimizi iç içe geçmiş halkalar gibi
düşünecek olursak en dış halkamızı oluşturuyor. Beden
Dilimiz, Söyleyiş Tarzımız ve Sözcüklerimiz.her bir zar, yani
halka soyulduğunda bir başka katmanımızla karşılaşıyoruz. Biraz daha çaba o
zarı (halkayı) da soyuyor ve çözümlüyoruz ve içimize doğru yolculuğumuz da böyle
kademe derinleşerek sürüyor.’
‘Galiba
daha iyi anlıyorum şimdi. Diğer katmanlar dedin de.. Acele mi ediyorum ben? Eğer
öyleyse lütfen söyle.’
‘Yok ,
acele etmiyorsun. Hımmm belki biraz; ama ben de zaten şimdi o halkaları
çizecektim sana. Bak işte şöyle:
Kendimize
dışardan baktığımızda görünür olan beden
dilimizin, sözcüklerimizin ve söyleyiş tarzımızın verdiği mesajlardır. Bunlar
bizim davranış profillerimizden, daha derinde iç benliklerimizden , daha da
derinde beynimizin yapısı ve zeka boyutlarımızdan, bilinçaltımızdan, en derin
noktada da genlerimizden beslenirler’
‘Peki bu bizim yapımızı
gösteriyor da nasıl değişeceğimizi
göstermiyor. Belki de hatta değişmeyeceğimizi mi ima ediyor? Hani böyle halka
olunca hapismiş gibi hissettim bir an kendimi...’
‘Elbette değişim mümkün.Ön şartı,
kişinin kendini tanıması, değişmek istemesi ve cesaret göstermesi. Bu şekil
aslında değişim yolunun basamaklarını da gösteriyor bize.’
‘Nasıl’
‘Bizim için en kolay değişim
halkası en dış halkadır.Yani biz bir değişim gerçekleştirmek istediğimizde
dıştan içe doğru bir yolculuk yapmak durumundayız. Beden dilimizle çok daha
rahat oynayabilirken, iç benliklerimizde bir değişim sağlayabilmek için daha
uzun ve zahmetli bir yol izlememiz gerekir. Ama değişim istendiği ve doğru yöntemler
kullanıldığı müddetçe mümkündür.’
‘Aklıma ne geldi biliyor musun?
Hani bir ara televizyonlarda çocuklar için bir çizgi film vardı. Bence büyükler
içindi aynı zamanda; ama neyse... Elini çırpıp, ‘Değiş tonton’ derdin ve de o
şekilsiz canlı senin istediğin bir şeye dönüşürdü. Keşke bu kadar kolay olsaydı
değişim.’
‘Keşke; ama inan bana gözümüzde
büyüteceğimiz kadar da zor değil. Hatta neredeyse kemikleşmiş fobilerimizi bile
yok etmek mümkün.’
‘Dı-nı-mmmm Az sonra....’
‘Hayrola? Bakıyorum telovole
kültürüne diyecek yok.’
‘Aman aman vazgeçtim. Öylesine
söylemiştim ben zaten...’
‘O da bir seçim. Bizler dokumuzda yer alan halkalarla şekil
buluyoruz. Seçimlerimiz de işte o bizlerden çıkıyor.Yumurta-tavuk hikayesi gibi
aynen.’