“...
Orospu,
diye başlasam kim anlar... kim, güzel anlar bilmiyorum ama olanca
tehlikesine rağmen bu başlangıcın, şansım yok artık: Orospuydu Fanfa!..
ama o ulaşılmaz, dokunulmaz göksel muhteşemliğin bağrında
açmış biricik çiçekti de aynı zamanda: Tanrı işte,
ama orospu; kendine, kökü en derinlerde bir gökselliği
armağan eden öz gibi.
Dangalak, bir milyon özentiyle dangalak, ucuz mu ucuz bir partinin
tam ortasında, nasıl, ne zaman bir fırsatını bulup da yalnızlığımın o
tertemiz havasına kavuşacağım diye çırpınıyorken bitivermişti
yanımda; boynunu eğmiş, kaşları kalkık, alttan alttan bakıp da, Şarap
ister misiniz? diye... İyi olur! demiştim şaşkın, yabancılığımın
çaresi bir ilgiyle karşılaşmış olmaktan sevinçli; sonra
iki taş arasında büfe yapılmış masalara doğru atılıyorken de, Bunu
alın! demişti kendi kadehini uzatıp; Kalmadı başka.
Orda bulunmam bile yeterdi aslında aptallıktan ne çok
nasiplenmiş biri olduğumu anlatmaya ama bende fazlası vardı: Siz...
dedim; Siz içmeyecek misiniz? Ama sizin o, dedi
küçücük gülümseyip; Size getirdim.
Ona doğru kaldırdım kadehimi... O kadarcığı olsun akıl edebilmiş
olmalıyım çünkü gözlerini kırpıp da selamımı
aldığını belli eden bir resim var aklımda, uydurmuyorsam; nefisti
şarap... ama zehir bile olsa!.. Hayır, öyle, elinden olduktan
sonra... türü budalalıklara filan kalkışmayacağım, hayır;
ışıktandı sanki, belki kalabalığın yaydığı sıcaktan, bilmiyorum...
kendimi ipe sapa gelmez hayallere kaptıracak kadar içmemiştim
henüz ama kanımda yayılmaya başlayan ateşten belki de, ılık...
sislere bürünmüşlüğüyle ılık bir gölde
kayar bulmuştum kendimi birden, gövdem havada. Kutsal, henüz
tek yudumunu tattığım iksir gibi gövdemi kuşatmış su ve sis de
kutsal gibiydi sanki birden; bir, kadehin dibindeki yakuta, bir,
kocaman, karbeyazı gözlerinin ortasındaki iki iri kapkara zeytin
parlaklığına, teninin ışıklar içindeki saydamlığına bakıp
anlamaya çalışıyordum durup dururken bana dünya değiştirten
şeyi; Keşke şarap içseymişim, nefismiş... teşekkür ederim!
dedim çiğ, acemi, şapşal, çaresiz. Ama yoktu ki bundan,
dedi; Benim bu... ben getirdim! Şaşkın bakışlarımı pek eğlenmiş bir
kikirdemeyle karşılayıp, hemen sonra, Şaka şaka! dedi; Kandırdım sizi!
Hem o kadar içmeyin, gelin bi iki lokma bir şeyler atıştıralım
şurda.
N’oluyordu? Neydi o elimi rastgele tutmuş elinden kanıma yayılıp
da ruhumu kuşatan? Nerdendi bu neş’e, bu şenlik kurma
becerikliliği, hem de şu tastamam karabasan kalabalığın ortasında?
Hem... ne biçim bi kırılganlıktı ki bu, dokunmaya bile
kıyamayacağımı söylüyordu ve asıl dayanılmaz olan, buna, bu
dokunulmazlığa rağmen kucağını nasıl da ardına kadar açmış,
bildiğim bilmediğim tüm bahçeleri vaadediyordu sınırsız, el
ele; durduk yere savurmasıyla saçını şöyle bir, boynunu
kısıp omuzlarını çıkarmasıyla, dudağını, inanılmaz bir
susamışlık, bir o kadar arzu taşan, çıldırtıcı bir devinimle
aralayıp da sigarasına yumuluşuyla bu ne biçim bi kırılganlık ve
ama pervasız...
Pek başarısız kanepelerden tutuşturdu elime peş peşe, Köfte de
alın! dedi; Neden öyle çok içiyorsunuz ki?.. bir şey
de yemiyorsunuz hem, hiç doğru değil!
İzlenmişim!..
O kadar da içmedim canım, dedim suçlu suçlu; Ya
da... ne bileyim, sıkıntıdan belki, bilmiyorum. Neden, dedi; Çok
mu sıkıcı buldunuz bizi? Yok canım, rica ederim... kendi sıkıntım,
yabancılık belki... Bunca kalabalığı görünce birden.
Sıkılacak ne var ki, dedi; Kasmayın kendinizi öyle, kolay! Hem
alışın, burdasınız artık... bizler de mesai arkadaşlarınızız!
Utandım, suçlandım da; Hadi köfte yiyin biraz! deyince de
kuzu kuzu atılıp bir ki üç... Ağzım dolu, laf yetiştirmeye
çalıştım bir yandan: Yok, burdayım ben... yani evde! Hem param
yok, hem kıpırdayacak halim... oturup kalacağım anlayacağın. Sen, sen
gidiyor musun bir yerlere? Çok uzaklara hem, dedi gözlerini
kocaman, keyifle açıp; Okyanus geçeceğim hayatımda ilk
kez, göreceğim de tabii! Kıskandım, dedim gerçekten de
kıskanarak; Ne getireceksin bana peki? Bilmem, dedi; Benim de param yok
pek. Bükme boynunu öyle, dedim; Bir taş... o koca sudan bi
taş getir, yeter! A, o kolay! dedi.
...”
“Orospu, diye başlasam kim anlar... kim, güzel anlar bilmiyorum
ama olanca tehlikesine rağmen bu başlangıcın,
şansım yok artık: Orospuydu Fanfa!..
ama o ulaşılmaz, dokunulmaz göksel muhteşemliğin bağrında açmış
biricik çiçekti de aynı zamanda:
Tanrı işte,
ama orospu;
kendine, kökü en derinlerde bir gökselliği armağan eden öz gibi.”
Bu cümleyle başlayan Fanfa, alttan alta “Ignes Futuri”
(Yanıltıcı Cazibe / Argo: Gösterip de vermeyen) imgesine
göndermelerde bulunurken, yirmilerinde bir kadın ile kırklı
yaşlardaki “anlatıcı” erkeğin aşkları ekseninde gelişir ve
“aşka methiye” diyebileceğimiz bir metne
dönüşür
Yeni bir reklam ajansında yazar olarak işe başlayan
“anlatıcı”, mesaisinin ilk gününde tanıştığı
Fanfa adlı kıza görür görmez âşık olur. Ancak, hem
geçmişinden taşıdığı yaralar, hem de yaşı nedeniyle yılgın ve
yorgundur. Kaldı ki, “anlatıcı”nın sözleriyle
“güzeller güzeli” olan Fanfa, daha ilk
günden, kesin bir ulaşılmazlık halinde durmaktadır.
“Anlatıcı”da aşk halinde derinleşen duygu, Fanfa’da
hoşlanma haliyle yaşanmaktadır ve “anlatıcı”nın –
başına gelecekleri sezmiş gibi – kaçıp durması
hiçbir işe yaramayacak, Fanfa, bir süre sonra tam tabiriyle
“el koyacaktır” duruma. Artık, öğle yemeklerinden
başka kahve’lere de çıkmakta, yetinmeyip, akşamları da
buluşmaktadırlar. İzleyen günlerde, Fanfa’nın bir sevgilisi
olduğunun öğrenilmesiyle, “anlatıcı”
büsbütün uzak tutmaya çalışır kendini
Fanfa’dan ama Fanfa, asla izin vermeyecektir böylesi bir
kaçaklığa. Ama aynı Fanfa, “anlatıcı”nın,
“Senden uzak durmak zorundayım, lütfen anla... çok
özlüyorum çünkü seni” biçiminde
son derece çekingen bir dille ifade edebildiği aşk ilanını da
“Geçer!..” umursamazlığıyla karşılayacaktır.
“Anlatıcı”, kendini dile getirişteki tavrına uygun olarak
uzaklaşmayı dener, hatta başka aşklara, ilişkilere savrulur ama Fanfa,
hiçbir koşulda bırakmamaya kararlıdır: Ajansta ve
gündüzleri yaşanan beraberlikleri, önce akşamlara, daha
sonra (sevgilisi oğlana rağmen) evine taşır; ve “anlatıcı”,
diğer sevgili yüzünden bir süre kapıldığı
“ahlâk sorgusu”ndan sonra büsbütün
bırakır kendini. Bırakır kendini ama aşka da razı edemez
Fanfa’yı; kimilerine esrar partilerinin eşlik ettiği geceler
boyunca paylaştıkları dil, sürekli, aşkın eşiğinde bir gerilim
halinde yaşanır.
Bir dost ziyaretinde, Fanfa’nın “kilitlenmesi”
biçiminde yaşanan kriz nedeniyle “anlatıcı”,
Fanfa’nın geçmişinde yatan – ve onu tımarhaneye
taşıyacak – travmaya tanık olacak, öylelikle tüm
beklentilerini unutup kendini Fanfa’ya adayacak; “Bir
güzelin, sadece yanında olmayı bile, neyle
ödeyebilirdim?” türünden akıl
yürütmelerle, yepyeni bir eşiğe varacaktır. Varılan eşik, bir
güzeli, birini, her şeye rağmen sevebilmek eşiğidir... ki o
güne dek aşkı hiç yaşamamış olduğunu düşünerek
kendini büsbütün Fanfa’nın ellerine bırakır.
Öte yandan, arzu’nun... izin verse, kör bir tutkuya
dönüşecek arzunun da tüketen baskısı altındadır; ve
sevmek, her şeye rağmen sevmek ile sevilene kavuşamamak
çelişkisi arasında gider gelir; yanı sıra Fanfa, örtük
bir dille de olsa, aşk değilse bile “ilişki”ye
çağırmaktadır sürekli...
Fanfa’nın, ajansın uluslararası ortağıyla görüşmek
üzere Paris’e gidecek olması, sonun başlangıcıdır: Seyahat
öncesi buluşulan akşam yemeğinde “anlatıcı”, son kez
ve sonuna kadar açar elini; ve Fanfa, “Sevgili olsak,
bende hoşlanmayacağın çok şey var” diyerek ilk kez
“sevgililik” olasılığından söz eder ve anlatıcıya bu
kadarı bile yeter; ayakları yerden kesilmiş bir halde yollara
düşer, tatillere çıkar... artık Paris’te olan
Fanfa’ya mesajlar yollar, gelecek üstüne düşlere
kaptırır kendini.
Ama bir hafta bile dolmadan kaybolacaktır Fanfa!.. Paris’teki
ajansa uğramadığı gibi, burdaki ajansı da aramamıştır; ajanstakilerin,
otel-konsolosluk-hastane ve polis başvuruları sonuçsuz kalır...
Fanfa, tam tabiriyle “sırra kadem basmış”, herkesi ve her
şeyi terketmiştir.
*
Başta, Nabokov’un “Lolita”sı olmak üzere, Andre
Breton’un “Nadja”sına... ve Mevlâna’nın
“Mesnevi” ve “Divan-ı Kebir”inden Leo
Ferre’nin şiirlerine bir dizi göndermenin yer aldığı Fanfa,
pekâlâ, bir ucunu “Leyla ile Mecnun”
efsanesinde bulan, “aşkın yeni yorumu” üzerine modern
bir destan olarak da okunabilir.
Kitap Adı: Fanfa/ Yazarı: Bedirhan Toprak/ Yayınevi: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık/ ISBN: 9789750809187/ Baskı Tarihi: 2005/ Boyutları: 210 x 135 mm/ Sayfa Sayısı: 146/ Kağıt Cinsi: 2.hamur/ Baskı No: 1
KALEM
Fikri Haklar Koordinasyon Merkezi, Sahibi Sayın
Nermin Mollaoğlu'na ve güzel yapıtlarıyla dergimize katkıda
bulunan yazarlara teşekkür ederiz.
İletişim için:
KALEM
Fikri Haklar Koordinasyon Merkezi
Moda Sivastopol Sok. No: 3/11
34710 Kadıköy / İstanbul / Turkey
Tel.: +90 216 450 15 62
Faks: +90 216 450 29 23
E.Posta: info@kalem.web.tr
Web: www.kalem.web.tr
|