ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

"Fanfa" Roman Kesiti


“...

Orospu, diye başlasam kim anlar... kim, güzel anlar bilmiyorum ama olanca tehlikesine rağmen bu başlangıcın, şansım yok artık: Orospuydu Fanfa!.. ama o ulaşılmaz, dokunulmaz göksel muhteşemliğin bağrında açmış biricik çiçekti de aynı zamanda: Tanrı işte, ama orospu; kendine, kökü en derinlerde bir gökselliği armağan eden öz gibi.

Dangalak, bir milyon özentiyle dangalak, ucuz mu ucuz bir partinin tam ortasında, nasıl, ne zaman bir fırsatını bulup da yalnızlığımın o tertemiz havasına kavuşacağım diye çırpınıyorken bitivermişti yanımda; boynunu eğmiş, kaşları kalkık, alttan alttan bakıp da, Şarap ister misiniz? diye... İyi olur! demiştim şaşkın, yabancılığımın çaresi bir ilgiyle karşılaşmış olmaktan sevinçli; sonra iki taş arasında büfe yapılmış masalara doğru atılıyorken de, Bunu alın! demişti kendi kadehini uzatıp; Kalmadı başka.

Orda bulunmam bile yeterdi aslında aptallıktan ne çok nasiplenmiş biri olduğumu anlatmaya ama bende fazlası vardı: Siz... dedim; Siz içmeyecek misiniz? Ama sizin o, dedi küçücük gülümseyip; Size getirdim.

Ona doğru kaldırdım kadehimi... O kadarcığı olsun akıl edebilmiş olmalıyım çünkü gözlerini kırpıp da selamımı aldığını belli eden bir resim var aklımda, uydurmuyorsam; nefisti şarap... ama zehir bile olsa!.. Hayır, öyle, elinden olduktan sonra... türü budalalıklara filan kalkışmayacağım, hayır; ışıktandı sanki, belki kalabalığın yaydığı sıcaktan, bilmiyorum... kendimi ipe sapa gelmez hayallere kaptıracak kadar içmemiştim henüz ama kanımda yayılmaya başlayan ateşten belki de, ılık... sislere bürünmüşlüğüyle ılık bir gölde kayar bulmuştum kendimi birden, gövdem havada. Kutsal, henüz tek yudumunu tattığım iksir gibi gövdemi kuşatmış su ve sis de kutsal gibiydi sanki birden; bir, kadehin dibindeki yakuta, bir, kocaman, karbeyazı gözlerinin ortasındaki iki iri kapkara zeytin parlaklığına, teninin ışıklar içindeki saydamlığına bakıp anlamaya çalışıyordum durup dururken bana dünya değiştirten şeyi; Keşke şarap içseymişim, nefismiş... teşekkür ederim! dedim çiğ, acemi, şapşal, çaresiz. Ama yoktu ki bundan, dedi; Benim bu... ben getirdim! Şaşkın bakışlarımı pek eğlenmiş bir kikirdemeyle karşılayıp, hemen sonra, Şaka şaka! dedi; Kandırdım sizi! Hem o kadar içmeyin, gelin bi iki lokma bir şeyler atıştıralım şurda.
N’oluyordu? Neydi o elimi rastgele tutmuş elinden kanıma yayılıp da ruhumu kuşatan? Nerdendi bu neş’e, bu şenlik kurma becerikliliği, hem de şu tastamam karabasan kalabalığın ortasında? Hem... ne biçim bi kırılganlıktı ki bu, dokunmaya bile kıyamayacağımı söylüyordu ve asıl dayanılmaz olan, buna, bu dokunulmazlığa rağmen kucağını nasıl da ardına kadar açmış, bildiğim bilmediğim tüm bahçeleri vaadediyordu sınırsız, el ele; durduk yere savurmasıyla saçını şöyle bir, boynunu kısıp omuzlarını çıkarmasıyla, dudağını, inanılmaz bir susamışlık, bir o kadar arzu taşan, çıldırtıcı bir devinimle aralayıp da sigarasına yumuluşuyla bu ne biçim bi kırılganlık ve ama pervasız...

Pek başarısız kanepelerden tutuşturdu elime peş peşe, Köfte de alın! dedi; Neden öyle çok içiyorsunuz ki?.. bir şey de yemiyorsunuz hem, hiç doğru değil!
İzlenmişim!..

O kadar da içmedim canım, dedim suçlu suçlu; Ya da... ne bileyim, sıkıntıdan belki, bilmiyorum. Neden, dedi; Çok mu sıkıcı buldunuz bizi? Yok canım, rica ederim... kendi sıkıntım, yabancılık belki... Bunca kalabalığı görünce birden. Sıkılacak ne var ki, dedi; Kasmayın kendinizi öyle, kolay! Hem alışın, burdasınız artık... bizler de mesai arkadaşlarınızız!

Utandım, suçlandım da; Hadi köfte yiyin biraz! deyince de kuzu kuzu atılıp bir ki üç... Ağzım dolu, laf yetiştirmeye çalıştım bir yandan: Yok, burdayım ben... yani evde! Hem param yok, hem kıpırdayacak halim... oturup kalacağım anlayacağın. Sen, sen gidiyor musun bir yerlere? Çok uzaklara hem, dedi gözlerini kocaman, keyifle açıp; Okyanus geçeceğim hayatımda ilk kez, göreceğim de tabii! Kıskandım, dedim gerçekten de kıskanarak; Ne getireceksin bana peki? Bilmem, dedi; Benim de param yok pek. Bükme boynunu öyle, dedim; Bir taş... o koca sudan bi taş getir, yeter! A, o kolay! dedi.

...”




“Orospu, diye başlasam kim anlar... kim, güzel anlar bilmiyorum
ama olanca tehlikesine rağmen bu başlangıcın,
şansım yok artık: Orospuydu Fanfa!..
ama o ulaşılmaz, dokunulmaz göksel muhteşemliğin bağrında açmış
biricik çiçekti de aynı zamanda:
Tanrı işte,
ama orospu;
kendine, kökü en derinlerde bir gökselliği armağan eden öz gibi.”




Bu cümleyle başlayan Fanfa, alttan alta “Ignes Futuri” (Yanıltıcı Cazibe / Argo: Gösterip de vermeyen) imgesine göndermelerde bulunurken, yirmilerinde bir kadın ile kırklı yaşlardaki “anlatıcı” erkeğin aşkları ekseninde gelişir ve “aşka methiye” diyebileceğimiz bir metne dönüşür

Yeni bir reklam ajansında yazar olarak işe başlayan “anlatıcı”, mesaisinin ilk gününde tanıştığı Fanfa adlı kıza görür görmez âşık olur. Ancak, hem geçmişinden taşıdığı yaralar, hem de yaşı nedeniyle yılgın ve yorgundur. Kaldı ki, “anlatıcı”nın sözleriyle “güzeller güzeli” olan Fanfa, daha ilk günden, kesin bir ulaşılmazlık halinde durmaktadır.

“Anlatıcı”da aşk halinde derinleşen duygu, Fanfa’da hoşlanma haliyle yaşanmaktadır ve “anlatıcı”nın – başına gelecekleri sezmiş gibi – kaçıp durması hiçbir işe yaramayacak, Fanfa, bir süre sonra tam tabiriyle “el koyacaktır” duruma. Artık, öğle yemeklerinden başka kahve’lere de çıkmakta, yetinmeyip, akşamları da buluşmaktadırlar. İzleyen günlerde, Fanfa’nın bir sevgilisi olduğunun öğrenilmesiyle, “anlatıcı” büsbütün uzak tutmaya çalışır kendini Fanfa’dan ama Fanfa, asla izin vermeyecektir böylesi bir kaçaklığa. Ama aynı Fanfa, “anlatıcı”nın, “Senden uzak durmak zorundayım, lütfen anla... çok özlüyorum çünkü seni” biçiminde son derece çekingen bir dille ifade edebildiği aşk ilanını da “Geçer!..” umursamazlığıyla karşılayacaktır.

“Anlatıcı”, kendini dile getirişteki tavrına uygun olarak uzaklaşmayı dener, hatta başka aşklara, ilişkilere savrulur ama Fanfa, hiçbir koşulda bırakmamaya kararlıdır: Ajansta ve gündüzleri yaşanan beraberlikleri, önce akşamlara, daha sonra (sevgilisi oğlana rağmen) evine taşır; ve “anlatıcı”, diğer sevgili yüzünden bir süre kapıldığı “ahlâk sorgusu”ndan sonra büsbütün bırakır kendini. Bırakır kendini ama aşka da razı edemez Fanfa’yı; kimilerine esrar partilerinin eşlik ettiği geceler boyunca paylaştıkları dil, sürekli, aşkın eşiğinde bir gerilim halinde yaşanır.

Bir dost ziyaretinde, Fanfa’nın “kilitlenmesi” biçiminde yaşanan kriz nedeniyle “anlatıcı”, Fanfa’nın geçmişinde yatan – ve onu tımarhaneye taşıyacak – travmaya tanık olacak, öylelikle tüm beklentilerini unutup kendini Fanfa’ya adayacak; “Bir güzelin, sadece yanında olmayı bile, neyle ödeyebilirdim?” türünden akıl yürütmelerle, yepyeni bir eşiğe varacaktır. Varılan eşik, bir güzeli, birini, her şeye rağmen sevebilmek eşiğidir... ki o güne dek aşkı hiç yaşamamış olduğunu düşünerek kendini büsbütün Fanfa’nın ellerine bırakır. Öte yandan, arzu’nun... izin verse, kör bir tutkuya dönüşecek arzunun da tüketen baskısı altındadır; ve sevmek, her şeye rağmen sevmek ile sevilene kavuşamamak çelişkisi arasında gider gelir; yanı sıra Fanfa, örtük bir dille de olsa, aşk değilse bile “ilişki”ye çağırmaktadır sürekli...

Fanfa’nın, ajansın uluslararası ortağıyla görüşmek üzere Paris’e gidecek olması, sonun başlangıcıdır: Seyahat öncesi buluşulan akşam yemeğinde “anlatıcı”, son kez ve sonuna kadar açar elini; ve Fanfa, “Sevgili olsak, bende hoşlanmayacağın çok şey var” diyerek ilk kez “sevgililik” olasılığından söz eder ve anlatıcıya bu kadarı bile yeter; ayakları yerden kesilmiş bir halde yollara düşer, tatillere çıkar... artık Paris’te olan Fanfa’ya mesajlar yollar, gelecek üstüne düşlere kaptırır kendini.

Ama bir hafta bile dolmadan kaybolacaktır Fanfa!.. Paris’teki ajansa uğramadığı gibi, burdaki ajansı da aramamıştır; ajanstakilerin, otel-konsolosluk-hastane ve polis başvuruları sonuçsuz kalır... Fanfa, tam tabiriyle “sırra kadem basmış”, herkesi ve her şeyi terketmiştir.
*
Başta, Nabokov’un “Lolita”sı olmak üzere, Andre Breton’un “Nadja”sına... ve Mevlâna’nın “Mesnevi” ve “Divan-ı Kebir”inden Leo Ferre’nin şiirlerine bir dizi göndermenin yer aldığı Fanfa, pekâlâ, bir ucunu “Leyla ile Mecnun” efsanesinde bulan, “aşkın yeni yorumu” üzerine modern bir destan olarak da okunabilir.

Kitap Adı: Fanfa/ Yazarı: Bedirhan Toprak/ Yayınevi: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık/  ISBN: 9789750809187/ Baskı Tarihi: 2005/ Boyutları: 210 x 135 mm/ Sayfa Sayısı:  146/ Kağıt Cinsi: 2.hamur/ Baskı No:  1

KALEM
Fikri Haklar Koordinasyon Merkezi, Sahibi Sayın
Nermin Mollaoğlu'na ve güzel yapıtlarıyla dergimize katkıda
 bulunan yazarlara teşekkür ederiz.


İletişim için:

KALEM
Fikri Haklar Koordinasyon Merkezi
Moda Sivastopol Sok. No: 3/11
34710 Kadıköy / İstanbul / Turkey
Tel.: +90 216 450 15 62
Faks: +90 216 450 29 23
E.Posta: info@kalem.web.tr
Web: www.kalem.web.tr

   
 

Bedirhan Toprak


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi