ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Kaplumbağalar Uçabilir!



“Ne tuhaf bir dünya da yaşıyoruz?” diye bir soru sorulamaz artık.
Hangi yüzyılda yaşıyoruz? Hangi devasa törenlerle karşılandı şu içinde bulunduğumuz yüzyıl?
İlerliyoruz! ...ilkelleşiyoruz.

Sokaklarda gördüklerim iliklerimi ısıtmıyor artık, okuduklarım, izlediklerim, beynimi, zihnimi geriyor, Hayde-Ger! de (Hiedegger) imdadıma yetişemez artık, yeterince “geriliyor” devran.
Genç bir kız yanımdan geçiyor, her tarafı dövmeler içinde, kulaklarında, kaşlarında soğuk metal parçacıkları, her tarafı küpelerle kaplı, saçlar bir tuhaf, o an bir film karesi gözlerimin önünden geçiyor, bütün bunları birileri açıklasın derdinde değilim, eskiden kimi kızıl derili veya Afrika kabile üyelerinin o derinlikli bakışlarından yoksun, “suni”, “anlamsız” suret çoğalım manevrasıdır belki de tüm bu gördüklerim. Onların (o kabile üyelerinin) içten, samimi bir varoluşları vardı ve tüm o aşırı kuşanmışlıkları hep bir ‘Büyük bir Aşk veya Savaş’ arifesinde yapılan törenselliğin ifadesi sayılırdı.
Oysa tanıklık ettiğimiz bu post-modern velutlarının yaptıkları kutsal ateşin etrafındaki mistik, derinlikli dans değil, “anlamsızlık” denizindeki mahiler gibiler... İş böyle olunca tüm ölümcül kimyasallar biraz daha özgül ağırlıksız olmalarına ve “hafiflenmeleri” için yetersiz kalıyor, yaptıkları uçuş değil, çakılma fiilinin orta yerine atlamaktır, eh, bu da bir iştir!
“Dövüş Kulübü Filmini” anımsayın ve Marla’nın karşısına oturan Jack’in vurucu sözcüklerini: “Beni farklı bir dönemimde tanıdın.”
Dünyanın da dönüp bir gün bana bunu söyleyeceğini düşünemeden edemiyorum !
Evet, Sevgili Bahman, “Kamlumbağalar da Uçabiliyor!” Sevgili Osman Hamdi’nin ruhu şad olsun.
O “Uçan Kaplumbağalarla” beraber bir şeyleri geride bırakıyoruz, tüm kuramları, ideolojileri, evleri, insanları... Öyküleri, şiirleri, şesimleri, hepsini arkamızda bırakarak hızlıca “uçuyoruz” (ilerliyoruz). Nereye mi?
Madde’ye doğru mu? Yolları, caddeleri de bu hızla arkasında bırakanlar, beklentilere, umutlara, arzulara doğru mu gidiyorlar? Aşk’ın simyasını yudumlamaya doğru mu? hız her zaman risk ile dans eder, bu izlekteki bir risk göz alınır doğrusu ama sıradanlığın bataklığında çırpınan ellerin derdi değil? hiçbir zaman da olmadı.

Ormanlarımızı yok ettik, havayı,nehirlerimizi kirlettik dünyada Orman katliamında baştan ilk iki sırayı paylaşıyor iki komşu ülke ,ne tuhaf değil mi? tüm bunlar yetmezmiş gibi kirli bir “oyun” kapılarımıza dayatılıyor zorla, hem kardeşi kardeşe kırdıracak türden, zembereğin kopuşuna izin vermemeliyiz, “saati geldi” noktasına kaydıktan sonra kimse hiçbir şeyi durduramaz! işte o zaman sanat, edebiyat anlamsız kalacak.

Bir zamanların o duyarlı, naif ruhlu insanları neredeler?
Kimler mi?“biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz” diyenler, Ne zaman onları kesmemiz gerekse, önce onlara tütün ikram ederiz. Odunu asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser, kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmezsek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, “ bu da bizim kalbimizi kırar” diyebilen; o pak insanlardan söz ediyorum. Ve inanın çok özlüyorum Hin-mah-too-yah-lat-keht’i (adının anlamı:Yüksek Dağlarda Gezen Gök Gürültüsü) ve şu sözlerini: “Dünya güneşin yardımıyla yaratıldı. Toprak yaratıldığında üzerinde sınır çizgileri yoktu, onu bölmek insanlara düşmez...” Günümüz insanı bu düşüncenin ne kadar gerisinde ...düşünmek bile istemiyorum.
Tarih yolunda önüne çıkarılanı ezerek ilerleyenlerin başka insanların ülkelerini resmen zapt eden iktidarların elindedir şu an dünyanın kontrolu , elbet ki bu utanç sonunda bitecek, bitmeli.
“Bu bir sistemdir, kimi mazot olur yanar, kimi egzoz olur, kimi direksiyonu tutar, dünyanın adaleti budur” diyen çıkarsa ona tek bir önerim olur, aklını uygun bir denize boşaltsın belki aç balıklara (mahilere) bir faydası olur.

       

Uzun bir zaman dilimdir, Sioux kadınları üzerine mercek tutarak sanat ve edebiyatlarına odaklanmış durumdayımç İlginçtir 150 yıl önce nasıllarsa hala da öyleler, fiziki görünüş ve korudukları inanılmaz derecedeki zengin kültürel varoluşlarıyla, türlü zorbalıklar ve dayatmalara rağmen bunu başarabilmek ...şefkat dolu ve ağırbaşlı Sioux kadınları ve yerelden evrensel değerler sistem hücrelerine eklenen kehribar düşlü gülüşler.

“Son ırmak kuruduğunda,
Son ağaç yok olduğunda,
Son balık öldüğünde,
beyaz adam
paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak !”

Kalbim sizinle ey yeryüzünün, sevincin, coşkunun,
acıların, ağırbaşlılığın, şefkatin KADINLARI.

EVET KAPLUMBAĞALAR HALA UÇABİLİYORLAR!...


CD önerisi: Indian Sacred Spirits ! tüm müzik marketlerde var. Su, toprak, rüzgarın sesi.
Film önersisi: Turtles Can Faly (kaplumbağalar da uçar) ! Sevgili Bahman Ghobadi’nin filmi.

   
 

Cavit Mukaddes


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi