“MİRAS” Everest yayınları, İstanbul 2004
ISBN No: 9752891535
Nihat Behram’ın son kitabı “Miras” adı gibi gelecek
nesillere kalması gereken miras niteliğinde bir kitap. Anlattığı tarihsel
gerçekliğin yanında, insana ve doğaya dair üstü örtülmüş, unutulmuş duyguları
temiz Türkçesi, usta kurgusu ve yüreğinden süzülüp gelen çocuk saflığı ile
ortaya çıkarıyor. Kitap gerçek bir yaşam öyküsünü sunuyor bize. Dünyada, halen
yaşanmakta olan kıyımlar, katliamlar, sahtekarlıklar ve savaşların çirkinliğini
bir tokat gibi yüreğimizde duyumsuyoruz. “ Yaralı
bir sevince sığınmak ise, bende utanma duygusu doğuruyordu.” (s.4) Kitabı
okuduktan sonra sevinçlerimiz ve bulabildiğimiz küçük mutluluklar yaralanıyor,
bunlardan utanıyor muyuz?.. Keşke utanabilsek o zaman dünyanın dört bir
tarafında süren kıyımlar durur mu?.. Dünyanın yüzölçümü belli ise
paylaşamadığımız nedir? Bunun gibi bir çok soru ile yüzleştiriyor okuru “Miras”
Kitapta üç ayrı yazım karakteri var. İtalik, bold, ve
normal. İtalik ile yazılan bölümlerde insanın içselliğine dair felsefi cümleler
ile karşılaşıyoruz. “Hayatın ve
hayatımın anlamını aramak için…”(s.5) “Yaşamı
yaşadıklarımın önüne alıyordum.” ( s.7) “İnsan bilinciyle özler; özlemin en katışıksızı solunandır.” (s.10)
Bu cümlelerin dışında kullandığı italik sözcükler ise duyguların dilini
yansıtıyor. “Özlem, bilgi, derin, aksama,
değişme, sığınma, cehalet, korku vb.” Yazar kendisi için özel anlamlar
taşıyan isimleri ve sözcükleri de aynı yazım şekli ile vurgulamış. “Unkel, olağandışılığı, Çemiçetov, buradayım,
Mehmet Kutlu Bey, Haydar Tulgar, Halkevleri, Kazım Karabekir vb. “Tayininin Anadolu’da bir başka ile
yapılmasını” (s.193) “Babamı
aldığında beş yaşındaydım, doymadın mı?” (s.199) Aynı zamanda yazarın
kızıyla konuştuğu ve kendisi için çok özel biri olan Unkel Peter’i anlattığı
bölümler ve şiirlerde italik.
Bold ile yazılan bölümlerde ise hikâyenin geçtiği tarihsel
dönemin kısa bir anlatısı var. Yazar bu bölümde de usta dili ve derin anlatımı
ile doyurucu bir metin sunuyor okuruna. O günleri yaşamış olmasak da gözümüzde
canlandırmakta zorlanmıyoruz. “Birinci
dünya savaşı silindir gibi ezip geçmişti yeryüzünü. Osmanlı da silindirin
altında kalmıştı. “(s.75) Enver Paşa’nın Kars ve Sarıkamış’ı kurtaracağım
diye Allahüekber ve Soğanlı dağlarında doksan bin askerin tek kurşun atamadan
donarak ölmelerine sebep oluşunu, Kars’ta yaşayan Malakan’ların inançları
gereği askere gitmedikleri için nasıl yurtlarını terk etmek zorunda kaldığını
da okuyoruz bu bölümde. “Kurdun kanlı
dişleriyle dolandığı, yaralı ceylanın kendi yarasını yaladığı günlerdi.”
(s. 80) “Politikacının üstünde taşıdığı
kimlikteki fotoğraf, sadece başarının pozitif fotoğrafıdır. Başarısızlık
negatif fotoğraflarda bulanık bırakılır.” ( s. 122) Bu iki cümle gibi
insanı yüreğinden vuran, düşündüren cümleler ile sık sık karşılaşıyoruz bu
bölümde… Durup bakıyoruz camdan dışarı… Dişleri kanlı kurtlar hâlâ ölmedi,
sadece yüz ve isim değiştirdi. Yaralı ceylanları bütün dünya rahat
koltuklarında oturup ekranlardan izliyor. Yaralı ceylanlar hâlâ kendi dilleriyle
kendi yaralarını yalamaya devam ediyor. “Menemen’
de genç subaya kurşun sıkan yobazı da…” (s. 187) O yobazın torunlarından
halen ürküyor Cumhuriyetini seven ve savunan Türk halkı. “Genç Cumhuriyetin Anadolu’da doğurmaya çalıştığı aydınlığın düşmanları
pusuya yatmıştı.”(s. 187) Cumhuriyeti günümüzde de genç tutmaya çalışırken
pusudan burunlarını çıkaran düşmanlarla bu gün de karşılaşıyoruz. Lorca’ yı, Che’yi, Deniz Gezmiş’i vb.
bir kez daha hatırlatıyor bize kitap. “Elli
yıl önce lambayı şeytan icadı diye kurşunlayan insanların ampul altında
toplanıp dizüstü bilgisayardan Kuran okudukları günlerdi.” (s. 223) “Bir yanımızda çocuklarımızın soldurulan
gülüşü, bir yanımızda yakılan arkadaşlarımızın külüyle dolaştığımız günlerdi…”
(s. 225) cümlesi ile bitiyor bu bölüm.
Normal yazı ile başlayan bölümde yazarın kızıyla yaptığı bir
diyalog var. Anlatıcının kızına karşı hissettiği, koruma duygusunu anlattığı
cümle kitabın tek cümlelik özeti sanki. “İçimde
koruma duygusunu korunma duygusuna baskın kılan miras olarak devraldığım bir
şeydi.” (s.7) Behram kızının çocukluğundan, babasının çocukluğuna geçerken
ona babasını anımsatan ve nedense kendine yakın bulduğu “Unkel Peter”inde yaşam
hikâyesini katıyor romanına. O sıralar İsviçre’ de sürgündür. Basel’in büyük
caddelerinden birinin üstünde sokak manavlığı yaptığı günlerde tanır unkel
Peter’i. “Sokak manavlığı yaptığım
günlerdi ve özlem duygusunun içgüdüsel tepkisiyle olmalı, adı unkel ( yani
amca) diye dilime düştü.” (s. 5)
Kızının doğumu ile birlikte o da “Haydar Dede” der babasına. Bir dede duygusunu hiç solumamıştır
çünkü. Sürgün günleri özlem ve acı doludur. Doğaya, renklere ve kızının
masumluğuna sığınır. “İnsan eğer kendi
duygusunu doğaya sevgiyle yükleyebilirse, doğa onu Sevgi’yle yanıtlar.”(s.
22) Hayatını kızından saklama gereği duyar, haklıdır da. “Kızım, kaderimin parçası olarak hasretin kucağına doğmuştu; kaderimi
gereğinden fazla bölüşmesin istiyordum.” (s. 43)
Haydar, ailesi ve iki kardeşi ile Ağrı Dağı eteklerinde
Küllük Köyü’nde yaşar. Yazar Ağrı Dağı’nı öyle bir anlatıyor ki oralara gidip o
kokuyu, o dokuyu yaşamak istiyor insan. “Aladağ’a,
dağların şahı Ağrı’dan Allahüekber Dağlarına kadar ayrı bir dili vardır bu
bölgenin. Rüzgârca’dır bu dil.”(s. 74) Dünyanın en güzel dilini ve
ağızlarını (Irmakça, karca, yazca,
baharca, kekikçe…) öğrenerek büyümektedir Haydar. Bir gece yarısı kapıları
yumruklanır. Ermenilerin köye baskın yaptığını öğrenirler. Anası Haydar ve
ağabeyi Abbas’ı arka kapıdan göndermesiyle başlar çocuklar için azap dolu
günler. Haydar ve ağabeyini ölüm korkusu ile birlikte açlık, hastalık, korku
beklemektedir o dağlarda. Yollar uzundur ama yol nerede bitecektir bilemezler.
Kaçmak yaşamak demektir çocuklar için. Kitabın bu bölümlerinde psikanalitik
çözümlemelerle karşılaşıyoruz. “Yaşama
ve korunma içgüdüsünün kesiştiği kavşak iki yola ayrılır. Biri teslimiyettir
diğeri direniş.” (s. 91)Haydar ve Abbas dağ yollarında köyden köye sürekli
kaçarlar. Haydar beş yaşındadır, yazar bu küçük çocuğun gözünden bakarak
anlatır kaçış hikâyesini. Abbas küçük kardeşini yaşatabilmek için kendi
yaşamını feda eder köylerden birinde. Haydar ölümün gerçek yüzünü ilk Abbas’ın
yüzünde görür. O günden sonra dağlarda, kendisi gibi farklı köylerden kaçan
çocuklar ile “yalnızdır” artık.
Haydar’ı ölümün kucağından bir köyde rastladığı Gülizar nine koparıp alır ama
orada da fazla kalamaz. Hangi köye sığınsa fazla geçmeden Ermeniler gelir yeni çocuklar ve yaşlılarla birlikte
atılırlar dağların kucağına. Hayatı boyunca Haydar’ın doğaya tutkusu bu
yüzdendir belki de…
Bitmesini hiç istemediğim kitaplar vardır. Çevirdiğim her sayfa
yaşamımdan giden bir gün gibi hüzün verir bana. Nihat Behram’ın “Miras” kitabı
da bu kitaplardan biriydi. Yazarken duyumsadıklarını, okuruna da duyumsatabilen
bir yazardan miras bir kitap.
Nihat Behram
18 Kasım 1946 Kars
doğumlu. İlköğrenimini Çankırı’da Lise
Öğrenimini Bursa ve İstanbul’ da tamamladı. 1972 yılında
Gazetecilik Yüksek Okulu’nda öğrenimini
sürdürürken siyasi gerekçelerden dolayı
tutuklandı ve bir buçuk yıl tutuklu kaldı. Serbest kaldıktan
sonra yarım bırakmak zorunda kaldığı eğitimini tamamladı. Mezun
olduktan sonra 1975’de Vatan gazetesinde işe başladı. Ardından da
“Halkın Dostları” dergisinin yönetimine katıldı.
Nihat Behram, ağabeyi Ataol Behramoğlu ile “Militan”
dergisini kurdu ve yönetti. Ayrıca “Güney”
dergisini çıkaranlar arasında yer aldı. 12 Eylül
döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla T.C. vatandaşlığından
çıkarıldı. Uzun yıllar Türkiye’den uzakta yaşamak
zorunda kalan Behram, 17 yıllık politik sürgünden sonra,
1996'da Türkiye’ye döndü.
Hayatımız Üstüne Şiirler (1972), Fırtınayla Borayla Denenmiş
Arkadaşlıklar (1974), Dövüşe Dövüşe
Yürünecek (1976), Hayatı Tutuşturan Acılar (1978), Irmak
Boylarıda Turaç Seslerinde (1980), Savrulmuş Bir Ömrün
Günlerinden (1982), Militan Şiirler (Seçmeler, Almanya'da
1984), Ay Işığı Yana Yana (Seçmeler, Almanya'da 1986), Yine de
Gülümseyerek (Seçmeler, 1987), Cenk Çeşitlemesi
(1988), Kundak (2000), Yalın Yürek I/Haytımız Üstüne
Şiirler (Toplu Şiirler 1, 2001), Yalın Yürek II/Ayrılık da
Yakışıklıdır (Toplu Şiirler 2, 2001), Sürgün Yılları; İntikam
Alır Gibi (Toplu Şiirler 3, 2001) şairin çıkardığı şiir
kitaplarıdır. Çeşitli eserleri yabancı dile de çeviren
Behram’ın şiir kitaplarının dışında pek çok kitabı var:
Daragacında Üç Fidan (1967, belgesel), Göğsü
Kınalı Serçe (1976, çocuk kitabı), Kuyruğu Zilli Tilki
(1976, çocuk kitabı), Gurbet (1988, roman), Kız Ali (1991,
roman), Özlemin Dili Olsa (1999, yazılar-söyleşiler), Yılmaz
Güney'le Yasaklı Yıllarımız (roman).
|