Çocuk
yazınının öncelikli amacı; çocuğu eğitmek, (hazır
yakalamışken) ona bir şeyler öğretmek değil; geleceğin, düş
gücü gelişmiş, seçici, eleştirebilen, sorgulayan,
gerçek ve kurmaca dünyayla iç içe yaşamanın
tadına varabilmiş, kitapsever bireylerini yetiştirmektir.
Çocuk yazını, yazar, çizer, çevirmen, editör,
yayımcı, öğretmen, anababa, eleştirmen, akademisyen, dağıtımcı...
kısacası bu alanla ilgili herkesin, el birliği ile gelişmeleri izlemesi
ve “daha iyi”nin ne olduğunu aramasıyla amacına ulaşabilir.
Uçanbalık, Mavibulut, BU, Bilgi, Altın Kitaplar, Günışığı,
Tudem, Ya-Pa gibi yarının kitap okuyan insanını yaratma çabasına
yıllardır katkıları olan yayınevlerinin bu anlamdaki çalışmaları
konumuz için iyi birer örnektir.
Ne yazık ki yalnız iyi örnekler yok yaşamda. Akıldan, duygudan,
derinlikten, dil ustalığından, gözlem gücünden uzak
yapıtların basılması sürüyor ve çocukların eline
kalitesiz baskılarla ulaşıyorsa, bunda kim(ler)in sorumluluğu vardır,
sorusunu sormak gerekir. Diyelim ki, çocuğun anlama, algılama ve
değerlendirme özelliklerinden habersiz olan, kendine
“yazar” kimliğini yapıştırmış birileri bunları yazdı; bu
kitapların ortaya çıkmasında, editörsüz, danışmansız
hatta çizersiz çalışmayı kâr bilen yayıncının
hiç mi sorumluluğu yoktur? Üç beş okulda imza
günü düzenleyip bu kalitesiz ürünleri
çocuklara ulaştırmak zor değil. Bu tür yayınlar için
Anadolu’da dağıtım ağlarının oldukça iyi
çalıştığını, dinsel ve şiddet içerikli, yazım
yanlışlarıyla dolu kalitesiz kitapların her taşra kitapçısında
rahatlıkla bulunabileceğini anımsatmakta yarar var.
Görüldüğü gibi çocuk yazını alanında
sorunlardan göz gözü görmüyor. Ancak burada
amacımız alandaki sorunların tartışılması değil, çocuğun kitap
okuma alışkanlığı kazanma(ma)sında “kitap” öğesinin
rolünü vurgulamak.
Amerikalı eğitimci Horace Mann (1796-1859)’ın, “Alışkanlık
halata benzer. Biz her gün onu meydana getiren ince iplerden
birini dokuruz ve sonunda onu bir daha koparamayız.”
Sözü, alışkanlıkların nasıl bir süreçten
geçerek oluştuğu hakkında fikir veriyor.
Sevdiğimiz
insanlarla, konularla, mekanlarla sürekli ilgi ve bağlantı kurmak
isteriz. Kurulan bu ilginin sıklığı ve yoğunluğu alışkanlığın
derecesini belirler. Çocuk, kendisine uzatılan kitabı sevmemişse
onunla ilgi kurmak istemez. “Sevmek”, alışkanlık edinmenin
çocuktaki anahtar sözcüğüdür.
Alışkanlıklarımızın kökeninde ve çocuğun duygusal
gelişiminde sevginin rolü büyüktür. Sevmenin
kaynağı seçmektir. Çocuğun okumayı alışkanlık haline
getirememesinde, içselleştirememesinde kitap seçiminin
rolü sanıldığından büyüktür. Kitap, kapağı,
baskısı, yazı karakteri; çizgiye duygu ve amacını yansıtabilen
çizerlerin hazırladığı resimleriyle de çocuklarımızın
seçiminin önemli bir ayağını oluşturur.
Kitap okuma alışkanlığına doğrudan olumlu/ olumsuz etkisi olan
“kitap seçimi” öyle bir süreçtir ki
bu sürecin oluşmasında okur, yayıncı, çizer, öğretmen,
yazar, aile, kütüphaneci hepsi de kilit noktalardadır.
Çocuğun okuma alışkanlığını kazanmasında (ya da kitaplardan uzak
kalmasında) ortak sorumlulukları vardır. Çocuk inceleyicidir.
Bir kitabı seçeceği zaman önce kapağına, yazı karakterine,
resimlerine bakar. Sonra, kendi düzeyine uygunluğunu sınamak
için kitaptan tümceler okur. İlgisini çeken
tümceler, resimler varsa o kitabı okumak ister. Aile, “Bu
senin için daha uygun.” diyerek tepeden inme bir
söylemle başka bir kitabı dayatırsa çocuk tepkisini kitap
okumayarak gösterecektir.
Kendimizi çocuğun yerine koyarak kitap seçimini bizim
yapmamız kimi yanlışları da birlikte getirebilir. İlk sorun şudur ki,
kalıplaşmış değerlerimizle seçtiklerimiz, 21. yüzyılın
çocuğuna seslenmeyebilir. İlköğretim çağındaki
çocuklarının eline düzeylerinin üstünde kitaplar
veren aileler görürüz. “Bebek kitapları okuyorsun,
bu çok basit bir kitap.” yaklaşımları çocuğun okuma
isteğini körelteceği gibi, onun hayallerini, yanı sıra
çocuk yazınını da, küçük görme anlamına
gelir.
Çocuk yazınının en önemli işlevi, yarının seçici
okurunu, iyi yapıtların peşine düşen bireylerini yaratabilme
süreçlerinde de etkin rol oynayışıdır. Çocukluk
döneminden itibaren kitabını seçme
özgürlüğü olamamış kişi bu yetiyi nasıl
kazanabilir?
İzmir’de, beş ilköğretimokulunda, 2001-2002 eğitim
öğretim yılında, beş ve altıncı sınıf öğrencilerine
uyguladığımız, “Çocukların Kitaplarını Kim
Seçiyor?” konulu sormacaya 413 öğrenci katılmıştı. Bu
öğrencilerin yüzde 78’inin, kitaplarını kendilerinin
seçtiği; yüzde 22’si içinse seçimi
öğretmenin yaptığı ortaya çıkmıştı. Kitabını kendi
seçmeyen grupla yapılan ikinci çalışmada,
öğrencilere, “Son okuduğunuz kitabın adı neydi? Bu kitabı
beğendiniz mi?” soruları yöneltilmişti. Kitabın adını
anımsa(ya)mayan ve kitabı yarım bırakan öğrencilerin oranı
oldukça yüksekti: Yüzde 62. Kitabı bitirememe
nedenleri arasında; “Konusunu sevmedim, kız kitabıydı, çok
kalındı, sayfaları sarıydı...” gibi söylemler vardı.
Görüldüğü gibi, çocuk seçimini kendi
yapmıyorsa okumakta zorlanır, hatta kitabın adını bile anımsayamaz.
Çocuk kitaplarını dil, resimleme, baskı ve en önemlisi
içerik açısından ele almazsak “Çocuklara
kitap okuma alışkanlığını nasıl verebiliriz?” sorusunun yanıtını
bulmakta zorlanabiliriz. Televizyon, internet, anababanın kitap
okumaması gibi yan faktörleri ana nedenmiş gibi görebiliriz.
Eğitim
sistemimizde ne yazık ki bir öykünün, şiirin ya da
romanın öğreticilik yanının ortaya çıkarılmasına
yönelik çalışmalar yapılmakta, bu da çocuğu
okumaktan uzaklaştırmanın iyi bir yolu gibi gözükmekte!
Çok öğretici öğeler taşıyan kitaplar;
özgürce düşünebilen, eleştirebilen, sorgulayabilen
kuşakların varlığını tehlikeye sokar. Öğreticilik yanı ağır basan,
açıkça öğüt veren kitap satır aralarına
gizlenmiş iletileri olmadığı için, düşünce ve düş
dünyasını bilemediği için, ufuklar açmadığı
için çocuğa sıkıcı gelecektir. Birkaç kez
kötü kitapla yüz yüze gelen çocuk her kitabı
öyle sanıp okumaktan vazgeçecektir.
İzmir’de, sekiz ilköğretimokulunda (Yahya Kemal Beyatlı,
Ufuk, Dirayet Süren, Akşemsettin, Maltepe, Adnan Mazıcı, Özel
Deniz Koleji, Özel Çamlaraltı İlköğretimokulları), bu
kez, çocukların ilgi duyduğu kitap konularını saptamak amacı ile
bir sormaca yaptık. Öğretmenlerin desteğini de aldığımız ekim
2002’deki bu çalışmada 1726 öğrencinin
görüşüne başvurduk. Sağlıklı sonuç elde edebilmek
için, İzmir’in farklı semtlerinden, özel ve resmi
okulları özenle seçtik.
10-14 yaş grubuna, konu dağılımını ortaya çıkarmak için
yöneltilen, “En sevdiğiniz tür hangisidir?”
sorusuna; yüzde 51 oranında “macera”, yüzde 35
“gülmece”, yüzde 6 “masal”,
yüzde 5 “gezi” ve yüzde 3 “anı”
yanıtı aldık. Macera türünden hoşlananların yüzde
22’si “bilimkurgu ve fantastik macera olmalı” notunu
eklemişti. Bugün dünyadaki değişimin simgesi olan bilişim
teknolojileriyle, gelecekteki değişimimizi inceleyen bilimkurgu
türü arasındaki en büyük ortak payda
“değişim” kavramıdır. Bu nedenle, yüzde 22 oranı
değişim ve bilişim çağının çocuklarından beklenen bir
orandı. Düş ürünü, gerçeküstü olay
ve karakterlerin yer aldığı kurmaca yapıtlar olan fantastik kurgular
da, çocuğun, doğası gereği ilgisini çekmektedir.
Bugün sinemada da pek çok örneğini
gördüğümüz fantastik kurgular, bilimkurgu ile
kolayca karıştırılabilir. Fantezi ile bilimkurgu arasındaki fark
bilimkurguda, mutlaka sağlam bir neden-sonuç ilişkisi, mantıksal
tutarlılık ve bilimsel ve teknolojik baz aranmasıdır. Ancak bu
sormacada çocukların (doğal olarak) bilimkurgu ve fantastik
tür kitapları bir arada değerlendirdikleri
görülmüştür.
13-14 yaş, kendi grubunda değerlendirildiğinde oranlar şöyledir:
Yüzde 41 “macera”, yüzde 45
“gülmece”, yüzde 5 “şiir”, yüzde
8 “anı” ve yüzde 1 “gezi”. Özellikle
14 yaş grubunun “aşk-macera” türü kitaplar okumak
istediği yanı sıra şiir ve anı türünden de hoşlanmaya
başladığı gözden kaçmıyor.
Sormacanın ikinci maddesinde öğrencilere, “Sevdiğiniz
türde kitapları kim yazıyor?” sorusunu yönelttik.
“Türk yazarlar” seçeneği için yüzde
31 “evet”, yüzde 55 “hayır” yanıtı aldık.
Yüzde 14’ü, sevdikleri kitapların “Türk ve
yabancı yazarlar”ca yazıldığını düşünüyor.
Üçüncü maddede, “Yazarlara öneri ve iletileriniz nelerdir?” diye sorduk. İşte yanıtlar:
“Psikolojimizi bozacak kitaplar yazmayın!”
“Macera kitaplarını Türk yazarları daha çok yazsın.”
“Çocukların düşüncelerini göz önüne alın.”
“Mizah kitaplarına ağırlık verin.”
“Gençlik romanları yazın.”
“Bu anketten çıkan sonuçlara uyun!”
“Klasikler arasına girebilecek yapıtlar yazın.”
“Bilimkurgu kitaplarını çok yazın.”
“Ders vermeye çalışmayın.”
“Sıradışı kitaplar ilgimizi daha çok çekiyor.”
“Harry Potter benzeri kitaplar yazın.”
“Türk yazarların yazacağı korku kitaplarının hepsini okuyacağım.”
Sormacanın
değerlendirmesinden de anlaşıldığı gibi, 21. yüzyılın bilgi
çağı çocuklarına kitaplarla ulaşabilmenin püf
noktası onları sevebilecekleri kitaplarla buluşturmaktır. Yıllardır
değişmeyen kitap listeleriyle, yalnızca klasikleri ve 18. yüzyılda
yazılmış kitapları, 21. yüzyılın bilgi çağı
çocuğunun eline vermekle, Milli Eğitim Bakanlığı’nın
“tavsiye”siyle sınırlanan yayınlarla, bu konunun
çözülemeyeceği ortadadır.
“Neylesin altın orak, geçtiğimiz yollar kurak!
Ülkemizdeki eğitim politikası öğrenci gözüyle
bakmaktan, empatik yaklaşımdan uzak.”diye yakınsak da, bu yapı
içinde çocuklarda, gençlerde okuma alışkanlığını
kökleştirmek için yazar, öğretmen, anababa,
çizer, yayıncı, eleştirmen... onları sevecekleri kitaplarla
tanıştırmak zorundayız.
|