ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Hey Seeeeen!


Öteki... Sokaktan Geçen… Merhaba!


Kardan adamın inşası…
İçinde barındırdığı bir sürü kimlikle, ne güzel bir zaman şahidi aslında kardan adam.
Bulunduğu zaman diliminden kardan adama bakıp da özlem geçirmeyen yoktur sanırım…
Kendisinde geçmişin özlemini şimdide toplayan, bazen
“ah be nerde o günler…” dedirten, bazen de günün etkisinin yüzümüze yansıdığı sıkıntıyı, bir gülümsemeyle alıp götüren... kardan adam.

Kardan adamın inşasını düşünüyorum.
Onun gerçek sevinci sadece karın yağdığı sınırlı zamanda gizli değil mi? Ve gene hiç kar görmemiş ve kardan adam yapmamış olan sıcak ülke insanları için, o sadece hayalden ibaret değil midir? Sadece izledikleri, belki de rüyalarını süslediği geçici bir hayal. Dokunarak üşümenin gerçekliğini ve hayalde kurgulanan üşüme hissini biriktirmiş aslında kendisinde. Kardan adam o ‘an’da onu yaşayan kişiler için bir umudun ve gerçekliğin simgesiyken, yaşayamayan, göremeyen, dokunamayan kişiler için gerçeklikten ziyade bir hayalin simgesi. Ve gene her gerçeklik bulunulan yerden inşa edilen bir şey değil mi? Yani genel geçerlik yasası, geçersiz değil mi?
*
Prince İgor… money of a power, power of a money… Bu sözler karşısında aklıma gelen bir duvar resmi. War=Money, ve altta çizilen tank=dolar resmi.

Yaşamın hangi karesinden bakıyoruz hayata. Baktığım karenin benimle bütünleşmediği yerin bir anlamı var mı ki?

Etrafımda farkında vararak ya da varmayarak beni etkileyen şeylerin etkisini kendimle nasıl, ne şekilde birleştirmeliyim? Bu akşam televizyonda İngiliz askerlerinin Iraklı çocuklara yaptığı işkenceleri izlemeye çalıştım. Ama bunlar da sadece gene bana gösterilen kısımdı. Ben gene görmedim orada yaşananları, sadece bana gösterildiği kadar, bana izin verildiği kadar bazı şeylere bakıyorum. Yaşanmış olan bir gerçekliği, istediği zaman bana sunan birileri tarafından, onlar için hayal olan aşamada, benim için gerçek olmasını izliyorum. Evet izliyorum. Ama göremeden, dokunamadan, hissedemeden. Yüz ifadelerimi buruşturarak bende oluşturmaya çalıştığı etkinin görüntüsünü aynaya baktığımda fark ediyorum. Adının şiddet olduğunu kavrayabiliyorum. Onu yaşayan halk için gerçekliğin acısını ben izleyerek anlamaya çalışıyorum. Oluşturulan simgelerle, yok olan insanı izliyorum. Ve etrafta insandan ziyade, maskelere ve simgelere bakarak görebildiğim, görebileceğim milyonlarca yığını fark ediyorum.
*
Fonda Pink Floyd-High hopes parçası çalıyor. 

Çimler yeşildi, ışık şeffaftı, hepimiz birlikteydik, geceler düşünceyle doluydu. Geldiğimizin iddia edildiği cenneti hatırladım. Birden de çan sesiyle uyandım. Geldiğim yerle olduğum yer arasında uyandıran ses: çan sesi. 

Binlerce insan hala aç, binlerce çocuk birileri tarafından işkenceyle öldürülüyor, Tarlabaşı-Beyoğlu ayrımında yüzlerce kız umudunu pazarlıyor, yanı başımda insanlar köprülerle ayrılıyor, köprülerle sınırlar tekrar çiziliyor. 

Ben neredeyim. 

Geldiğim yerin özlemini çekiyorum. Orası ne kadar da güzeldi. Çimler yeşil, umutlar saf, geceler berraktı. Arı seslerini duyuyordum ben, kuş seslerinin tınısı eşliğinde kendi huzurumun notalarını duyuyordum. Umutla umutsuzluk arasında gidip gelen kalbim, özlenilen ufka bakıyor. Etrafımda örülen köprüleri geçemiyorum. Hâlbuki sen ile benin aynı olduğu yer ne kadar da güzeldi. Ama çan sesi hala çalmaya devam ediyor. Neresini tercih etmeliyim. Geldiğim, o huzurlu olduğunun iddia edildiği yeri mi yani olduğunu zannettiğim yeri mi, yoksa olduğum, çan sesinin bu tarafını oluşturan şimdiki yeri mi. Her ne kadar olduğunu zannettiğim yere sığınsam da ben şimdiye aidim; çan sesini duyduğum yere. Ben gene burada kalmalıyım. Zaten istesem de istemesem de burada kalacağım ama ben burayı, kendini bende hissettiren yerin özlemiyle donatmalıyım. Buranın, özlenilen o yere dönüşmesi için şimdiden bakmalıyım. Ben gene o çan sesinden önceki hayata, çan sesinin bu tarafından ulaşmaya çalışmalıyım. Cennet ne kadar da güzeldir halbuki. Halbuki cennetin anlamı cehennemin de yaşanmasında gizli değil miydi? Her mutluluğun arkasında gizli olan bir acı yok muydu? Yaşamın kendisi acı sözcüğü ile yazılıyor iken, mutlulukla yazıldığını zannetmek bir hayal değil miydi? Olması gerekenin ‘zan’nından olana döndüren çan sesi. İnsanın doğasından uzaklaştığı kadar , yaklaşma özlemini çekeceği gerçek yaşam.
Dünya o çan sesinin ya da yağmur duasının ya da ezan sesinin tekrarlanan tınılarında, yitirilen cennetin özlemini mi yaşıyor acaba?
*
Hey sen, yanımdan geçen, başını bana doğru çevirir misin, okur musun bende ne yazdığını.
Ben aslında canlıyım. Üzerimde bir sürü umudu, aşkı taşıyorum. Bir sürü savaşı, umudu, umutsuzluğu. Binlerce insan geçer her gün üzerimden, yanımdan ama biri de dönüp bakmaz, görmez ne yazdığını. Neden bende bu yazıların yazılmış olabileceğini düşünmez. Hey sennnnnn, bir dakika bana bakar mısın? Hayır, bu da bakmadı…
Bendeki hikayeleri dinlemek istemez misiniz?
Ama siz dinlemeyi de unuttunuz ki.
Ve dinlemeyi unuttuğunuzdan dolayı da sadece kendine bakan, kendiyle ilgilenen, ötekini umursamayan bir yığın oldunuz ya.
Siz konuşmayı da unuttunuz ki. Ve de korktunuz ki konuşmaktan.
Konuşmaktan kaynaklanan tepkiden korktuğunuz için bana yani cansız olan bana, size karşılık veremeyecek olan bana, tek yönlü yazmayı tercih ettiniz ya.
Ne de olsa ben sadece bana yazılanları taşıyan ve herhangi bir yorum yapmadan, onları olduğu gibi başkasına aktaran bir şey oldum.
Senin gibi konuşmayan başka senler, beni kullanarak tanımadığı öteki senlerle bu şekilde konuşur oldu.
Ve üzerimde birbiriyle konuşamayan ama sadece bana bakarak kendiyle konuşmaya başlayan bir sürü insan oluştu.
Ama en güzeli de bu insanların herhangi bir şey yazarken yandaki yazıyı kimin yazdığını bilmeden okuması. Yani o kendine göre bu yazıyı okuyor, bazen de yanına anladığı şekilde bir iki karalama yapıyor. Kimsenin fark etmediğini zannediyor. Aslında, fark edildiğinin farkına vararak yazmaktan da vazgeçecek ya. Neyse.
Hey sennnn. Bana bakmaz mısın?
*
Kardan adam üzerinde sadece tek bakışı görmeye zorlayan, etrafımda olanlar karşısında beni “özel hayat” denilen kapalı kutunun içine sıkıştırmaya çalışan, yaşayan değil de seyreden insan haline getiren moderniteye ben de bir söz söylemek istiyorum…

-Hey seeeen! ötekiii... sokaktan geçen… Merhaba!

   
 

Muzaffer Yılmaz


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi