Gitmek; beden, zihin ve ruh olarak her şeyi ile insanın bulunduğu
mekandan ayrılarak farklı bir mekana geçişidir. Doğarken,
yaşarken, ölürken, tekrar dirilirken hep farklı mekanlar
arası adeta mekik dokuruz. Gidişimiz bazen bize yakışır bazen de
üstümüzde ölçüsüz kıyafetler gibi
iğreti durarak yakışmaz. Gittiğimizde memnun oluruz ya da huzursuz...
Gitme eyleminden önce düşünme aşamamız vardır. Bazen
hiç düşünmeden aniden alınan bir karar sonrasında
gideriz. Her nasılsa fark etmez. Tüm gidişlerimiz sancılıdır. Bu
sancıyı bilerek yada bilmeksizin gideriz. Güle oynaya gideriz ve
arkasından ağlarız. Ağlayarak gideriz fakat sonunda bize gülmek
kısmet olur. Aslında neyin bizim için hayırlı ve neyin de şer
olduğunu anlamadan gideriz. Her halükarda gitmek bir cesaret
işidir ve her babayiğidin harcı değildir.
Gitmek; çoğu kez insanın kendisi için var olmaya
çalışması, başkaları için yok olması ya da
uzaklaşmasıdır. Başkaları için yok olmak, genellikle terk
edilmiş olanların kesin kararını gösterir. Giden belki de yok
olmak maksadıyla gitmemiştir. İnsan sağlıklı bir akılla yaşarken,
kendisinin kendisi ve başkaları için yok olmasını istemez
zaten... Bunu ısrarlı bir şekilde isteyen, ciddi olarak hastalanmış
demektir. İntihar ederek yaşamına son verenler; sadece kendilerini
değil başkalarını da kendileri ile birlikte yokluğa bırakma telaşından
dolayı canlarına kıyarlar. Oysa bilmezler ki dünyaya doğan asla
yok olmayacaktır...
Gitmek; bazen dikkatleri üzerine çekmeye
çalışmaktır. Çoğu insan mıhlanıp kaldığı ve gidemediği
için dikkate değmediğine inanır. Gitmek; fani alemde, baki
kalmak için hoş bir seda bırakma telaşını gizliden gizliye
yaşamaktır. Varlık içinde yokluk bilincine ulaşmanın
mücadelesidir. Aslında gitmek; insanın var iken yok olarak
hiçliğe yapay da olsa ulaşma çabasıdır. Kurt kapanı
yalnızlıktan kurtulup, huzur limanı özgürlüğe kavuşma ve
böylelikle geleceğe tutunma gayretidir. Çünkü
insanların çoğunluğu kapana sıkışmış, limanda ise kızağa
alınmıştır...
Gitmek;
kimi zaman olgunlaşmayı başkaları ile paylaşmayı kabul etmemektir.
Giden ayrıldığı yerin kokusunu üstünde taşıyarak olgunlaşır.
Üzerindeki koku ve gidenin gitme eyleminden dolayı yaşadığı acı
aynı zamanda dağılır. Koku ile acı; yarı görünür bir sis
bulutu gibi insanın ruhunda akrobasi yapar. Bunlar aslında insanın
ruhunda hissettiği onu zenginleştiren aksesuarlardır. Kokunun ve acının
ruh da yaşanması; ruhla hem hal olarak iyice karışıp
bütünleşmesi olgunluğu pekiştirir. Olgunluk; duygulardan
yararlanma becerisi kazanmaktır. Bu beceri gençlerin
yapabilecekleri bir beceri değildir. Yaşlanmayla kendiliğinden ortaya
çıkar. Olgun insan; duyguları kendi yararı için öyle
bir kullanır ki korku rehavete, öfke mutluluğa, çaresizlik
ümide dönüşür.
Duyguların harmonisi insanı canlandırır. Duyguların bize vermek
istediği temel kazanç bilgidir. Duygular bizim içsel
zekamızın ürünleridir. İçsel zekası
güçlü olanların yoğun duygular yaşaması mukadderdir.
Şairler ve yazarlar gibi... Bu insanlar aynı anda birkaç duyguyu
birden yaşarlar. Hayatlarının bazı dönemlerinde yaşadıkları
buhranlar bu yoğunluktan kaynaklanır. ’ Duyguların hangi mesajı
vermeye çalıştığı bilinir ve duygulara, duygusal olmayan bir
yolla yaklaşılması öğrenilirse tüm duygular insana iyi gelir.
’ (1) Duyguların verdiği mesaj öğrenildikçe sıkıntı
ve endişelerimiz domino taşları gibi birbirlerini iterek düşerler.
Bunların düşüşü; bizi engelleyen fetihlerimize mani olan
kalelerin düşüşü gibidir. Kalelerin tek tek düşmesi
gelecekte muhteşem zaferlere taşınacağımızın habercisidir.
Gitmek; aslında bile bile lades diyerek acıyı kendine mıknatıs gibi
çekmektir. Acılar sanki demir bizler ise mıknatıs olmuşuzdur.
Acılar evrenin çok uzak köşelerinde olsa bile gidiş anında
insana sinsice sokularak yaklaşır ve onu en güçsüz
yerinden avlayarak kıskaca alır. Gerçek anlamın
özünde; yürüyüp giderken adımını açan
fakat bununla birlikte acılarını bir pergel gibi kapamaya
çalışan insan vardır. Oysa çoğunlukla yaşanan
aldanışlarla dolu hayal kırıklığından farklı bir şey değildir. İnsanın
bu durumda suyunun suyu çıkar, yedi denizin attığı, yeri yurdu
belirsiz göçebe bir muhacire döner.
Hayatın mizanpajıdır dengeli ve ölçülü gitmek.
Geleceğe açılan eskitme ahşap penceredir. Geçmişi
düzene sokan eli tokmaklı savcıdır. Bir medyum gibi kuru sıkı
atmadan, geleceği olabildiğince öngörerek, vıcık vıcık
yağdanlık kişiliklerin etkisinden kurtulup, kokusunun etrafa
yayılmasından önce kirişi kırıp gitmeyi bilmektir.
Çünkü kiriş kırılırsa kalpler kırılmaktan
kurtulacaktır.
Mızrak çuvala sığdığı zaman giden insan kalmaya karar verir.
Hele onuru söz konusu olduğunda onu durdurmak imkansızdır. İnsan
onuru için, sadece gitmeyi değil aynı zamanda her
türlü özveride bulunmayı bilmelidir. Onuru için
yaşamayan, Allah’a giden yollardan birisine giremez. O;
istenmediği yerde zorla durarak, iğreti bir ruh dünyasının
sübyanı olduğunu apaçık ortaya koyan lanetlenmiş bir
insandır.
Bazı insanları ne yaparsanız yapın yerinden kımıldatamadığınız da olur.
Adeta onlar oturduğu yere yapışmışlardır. Makamlarda kalmak için
olağanüstü gayret gösterenler işte bunlardır. Makamları
onlar için her şeydir. Fakat onlar aslında bu hatadaki ısrarları
nispetinde evrende hiçbir şey olamama haline doğru giderler.
Yüksek makamların alçalmış insanıdırlar onlar. Ruhsal
boyuttaki ağlanacak hallerine aynanın karşısına geçip
gülerek bakarlar. Çünkü aynalar ruhsal boyutun
önüne set olup gerçekliğin sığ göstergeleri
olarak çalışırlar. Bu yüzden aynaların yalan
söylemesiyle sık karşılaşılır...
İnsanın balistik ayarı gitme eylemine göre ayarlanmıştır. Kurşun adres sormaz fakat insan
adrese gider. Düğüm atıldığı ipteki yerinden
çözülür. İnsanın bilinçsizce gidişi
aklının kendi kendisine attığı düğümüdür. Ve bu
düğümün açılması ipteki düğümün
çözülmesine göre oldukça zordur. Adeta
kör düğümdür. Akıllı insan ne zaman, nasıl ve hangi
yolla gideceğini çok iyi bilir. Bir çok kereler hata
yaptığını kısa zamanda kavrayarak hemen yolunun yönünü
değiştirir. İnsan çok çabuk kavrayan ve buna rağmen
sürekli hata yapan bir canlıdır. Her hatası onu geliştirir ve
yaşamı boyunca hatasızlığa doğru güzel bir yolculuk
yapar…Bu yolculuğun farkında olanlar olmayanlara göre
çok şanslıdırlar. Çünkü farkında olmayanlar
işkembelerini, farkında olanlar ise ruh dünyalarını
büyütür.
Gitmek, gerçeğin belki şimdi değil, gelecek zamanda
hükümranlığına boyun eğmektir. Yada özellikle böyle
olmasını istemektir. Gitmek, şimdiki zamanda oluşacak sakıncalardan
korunmak için bir bakıma kaçmaktır. İnsan haklı da olsa
hakkını savunma ihtiyacı hissetmeksizin gider. Bilir ki gelecek bir
zamanda mutlaka haklı olduğu ortaya çıkacaktır. Belki de gitmek,
insanın bilerek ve isteyerek mazlum kabul edilme ihtiyacından
kaynaklanır. Gitmek aslında hüküm giymektir. Haksız yere
hüküm giyen mazlumları geniş halk kesimleri sever ve onlara
gerektiği zaman ülkelerinin iktidarını bile verir. Giderken geride
kalanlar mazlumlar için kötü konuşmayacaklar, iyi bir
insandı diyeceklerdir. Mazlum çoğunlukla giderken boynu
bükülmüş olarak gider. O gerçekten iyi bir
insandır. Gidenler büyük oranda sorunsuzdurlar zaten. Onlar
etraflarıyla olan ufak tefek sorunlarının büyümesini
istemezler. Oldukça duygusal ve hassas insanlardır. Çabuk
kırılır ve incinirler. Onlar, şimdiki zaman zorbalarının en kolay baskı
uygulayacaklarını sandıkları insanlardır. Oysa ki onlar zorbalardan
yada farklı korkulardan değil sorun daha fazla büyümesin diye
kavga etmek istemezler. Diğerleri de bunu:
-“Bak benden korktu çünkü ben haklı ve
güçlüyüm” şeklinde yorumlar. Bir insanın
sık olarak bu şekilde düşünmeye başlaması onun kendi sonunu
kendi eliyle ve düşünceleriyle sonlandırmaya
çalışmasından başka bir anlam taşımaz. İnsan hata yapmayacağı
düşüncesine saplanmıştır. Bu düşünce iki ucu kirli
değnektir. Her açıdan insana zarar verir. Bu zararlar genel
geçer zararlar değil, kalıcı ve akıl sağlığını bozan
zararlardır. Tüm bu zararlar aynı zamanda gitmenin
büyülü gerçeğini engellemeye çalışırlar.
Gitmek; kısmen geriye dönüşümlü intihardır. Bu
dönüşüm olduğu için insanlar daha bir cesurca
karar alırlar. Geriye dönerek intihar durdurulabilir. Bazen insan
geriye dönmeyi gururuna yediremez. İşte o zaman kendisini,
yaşadığı korkunç acılara pisipisine mahkum etmiş demektir.
Köklerini söküp gitmiştir de fakat bu gidiş onun
intiharı olmuştur. Aradan çok uzun yıllar geçtikten sonra
insan ayrıldığı yerle tam olarak tüm bağlarını kopartmışsa geriye
dönmek fevkalade zordur. Böyle bir çok insan vardır ve
bunlar ortalıkta dolaşırlar. Yıllar önce ayrıldıkları yerlere
akşamın alacakaranlığında varıp; o sokakların, semtin ve ayrıldıkları
yerde bulunan her şeyin gizlice tadını çıkarmaya, oraların
kokusunu ciğerlerine adeta doldurmaya çalışırlar. İnsan kolay
unutamayan zayıf bir canlıdır...
Kalmanın artık meşakkatli olması durumunda, gitmek tabi ki
özgürlüktür. Kalmak için bir sebep yoksa
insanın bulunduğu yerden ayrılması onu rahatlatır. Mühür
kimin elinde ise padişah odur. Kalacak olanı ve gidecek olanı belirleme
hakkı da onundur. Kalmak eğer yükse bu yükten kurtulmak
için gitmek çoğu kez en akıllı karar olur. Direnmek,
hayır ben gitmeyeceğim demek çok fazla bir anlam taşımaz. Oysa
direnmek ve bunu yaparken onurunu koruyarak yapmak aslında en doğru
davranıştır. Diğer yandan bir çok insan bu durumda direnenin
menfaati olduğu düşüncesine sahip olmaya başlayabilir. Palas
pandıras olmasa da usturuplu bir şekilde ayrılmak en güzelidir.
Fakat giderken insan konuşmalı söylemek istediklerini sakin ve
cesurca ifade ederek gitmelidir. Eteklerdeki taşlar
dökülmelidir. Mahşerin gidiş yolunda sütü ve mayası
bozuk olanlarla tartışıp ortamı germenin güzel bir neticesi olmaz
zaten...
Gitmek;
yüreğin çözemediğini ayakların çözmeye
çalışmasının eylemidir. *Oysa yürek ayaktan mukayese
edilemeyecek kadar üstündür. Yürek
çözemezse ayaklar nasıl çözsün? Yürek
devlet kurar, devlet yıkar... İnsanın yüreği daha henüz
keşfedilememiş en kutsal organıdır. Evet modern tıp maddesel olarak
insan yüreğini tedavi etmektedir. Damar tıkanıklıklarına
çözüm bulmaktadır. Onun anatomik yapısı en ince
ayrıntısına kadar tespit edilmiştir fakat diğer yandan onun
gerçek gücünden insanlık mahrum bırakılmıştır.
Güç ayaktan değil asıl olarak yürekten gelir.
Ayakların ve bedenin tüm organlarının güç merkezi
yürektir. Ruhsal tekamülümüzdeki cevherimiz
yüreğimizdir. Ayakların yüreğin gücü yanında hemen
hemen hiçbir etkinliği olamaz. Ayaklar yüreğin
tahakkümündeki organlardan sadece birisidir...
*http://sozluk. sourtimes. org/
Gitmek; uzaktaki sesin gizemine kapılmaktır. Çünkü
uzaktakinin sesi başlangıçta hakikaten kulağa hoş gelir. Davulun
sesi gibi... Fakat ses yakınlaştıkça boğuklaşır. Kulağı
tırmalamaya başlar. İnsan bir süre sonra bu sesten artık iyice
rahatsız olur. İlk yıllarda aşıkların sesleri birbirlerine ninni gibi
gelirken yıllar geçtikçe tıpkı bu ninninin
büyüsünün bozulması gibi... Belli bir süre
sonra neredeyse her tatlı kelime eşler arasında acı ve incitici etki
meydana getirmeye başlayabilir. Gitmek işte bu yüzden yanı
başındakinin tüm güzelliklerini görmekten aciz kalıp
ileride çok uzaklarda bulunanın ne idüğü belirsiz
bilinmeyen gizemine yönelmektir...
Gitmek; kalmamaktır. Kendini başkalarından sakınmaktır. Gitmek
diğerlerinin sisli beyinlerinden, devinip duran huysuzluklarından,
dinelip ayakta zor duran omurgalarındaki çaresizliklerinden,
müziğin zirvesi Pink Floyd’un nağmelerinden uzaklaşarak
ayrılmaktır. Bir bakıma aslında bencilliğin şakırdayarak yere
yuvarlanmış çeşididir. Yere yuvarlanan ayağa kalkar belki fakat
üzerine yerin tozu, çamuru ve kokusu bulaşmıştır artık...
Yerin kokusunun içinde ise gidenlerin burcu burcu tenlerinden
çıkararak arkalarında bıraktıkları terlerinin kokusu vardır. Yer
ve ter kokusu bir birlerine tüm imtiyazları sağlayarak bir ve
bütün olmuşlardır.
Gitmek; sadece terk etmek değildir. Aynı zamanda terk edilmektir.
Çünkü arkada bırakılan gelmemiştir. Gelmeyi
istememiştir. Gelmeye cesaret edememiştir. Gelmeye gerek duymamıştır.
Gidene refakat edecek kadar onu benimsememiştir. Sevgili, aşık, kan
kardeş, dost, ahbap olamamıştır. Bu yüzden arkada kalır... Zaman,
mekan, hatıra, duygulanım olarak belki çok yakın yada artık
çok uzak, hayatın öylesine bilinen veya bilinmeyen bir
köşesinde kalakalmıştır... Kimisi ise dipçik zoru ile
kalmak zorunda bırakılmıştır...
Yeni Türkü Grubunun ‘Günebakan Dünyanın
Kapıları’ adlı albümünde ‘terk eden’
adındaki şarkılarının sözleri çok manidardır. Burada terk
edenin ifade edilişinde sıra dışı orijinal bir bakış açısı
yakalanmıştır. “Kimdi giden kimdi kalan/giden mi suçludur
her zaman/ne zaman başlar ayrılıklar/dostluklar biter ne zaman/ ne
zaman başlar ayrılıklar/dostluklar biter ne zaman/kimdi giden kimdi
kalan/aslında giden değil kalandır terk eden/giden de bu yüzden
gitmiştir zaten...”
Gitmek; dere iken nehre dökülmek, nehir olunca denize
kavuşmak ve oradan da okyanusa açılmak isteğidir. Gitmek;
gündüzün aydınlığına bakıp gecenin karanlığına
küsmektir. Oysa gece bir çok gizemli zenginliğin yatağıdır.
Ne yazık ki bir çok insan gecenin gücünü
keşfedemeden son nefesini vermek zorunda kalır. Tarihe damga vurmuş
tüm yiğitler onun koynundan güç almışlardır. Ona
sığınmışlar ellerini açarak Yüce Yaratıcı ile onun
içinden geçerek farklı bir boyuta yükselip kontak
kurmuşlardır.
Gitmek; sessizliğin sesini açıp, gürültünün
sesini kısmaktır. Eğer insan sessizliğin sesini açıp,
gürültünün sesini kısarsa hayat kendisine göre
süt liman olacaktır. Fakat bilmez ki sessizliğin içinde ne
çok yılanlar tarafından sokulmaya maruz kalmaktadır.
Sessizlikten faydalanmak öyle kolay değildir... Sessizliğin
içinde durup etrafına bakındıktan sonra haykırarak holografik
evrenin kucağında oturmaksızın yol almayı bilmek gerekmektedir...
Burada makinenin deklanşörü sessizce çalışacak ve
makine yol alma hızına göre daha kaliteli bir çekim
gerçekleştirecektir.
Giden insan pervane olup dönmek, kuş olup uçmak,
rüzgar olup esmek, yağmur olup yağmak istediği için gitmeyi
yaşamının merkezine oturtmuştur. Değirmen taşının dönmesi gibi o
da döner ve dünyanın buğdayından un yapmaya çalışır.
Amacı ekmeğini kazanmaktır. Buğday olduktan sonra unu üretmek zor
değildir. Ekmek giden insanın... nasırlarının hakkıdır, un ruhunun...
Ekmek işlemden geçirilmiştir, yapaydır, bedeni besler. Oysa un
doğaldır, ucuzdur ve ruhu doyurur... Beslenmekle doymak bir midir?
Çoğu kere besleniriz. Oysa doymak nedir bilmeyiz. İşte bu
yüzden insanın gözünü toprak besler değil
‘insanın gözünü toprak doyurur’ denmiştir...
Giden insan; varlığın arkadaşı yokluğun hısımı olmak için gider.
Bu yüzden daha çok yokluğu tercih eder.
Çünkü hısımlık arkadaşlıktan üstündür.
Tıpkı yokluğun varlıktan evla olması gibi... Giden insan işte bu
yüzden ruhsal tekamül olarak radikal bir çok değişime
uğrar. Bu değişimin gücü gitme eylemini, insanın en
önemli odak eylemlerinden birisi yapmıştır. Gitmek günahların
ve sevapların hakikaten tam da odağına oturmuştur. Bu yüzden
kalmamızın esamisi okunmaz, dönüşümüz muhteşem olsa
da gidişlerimiz destanlar meydana getirir...
Gitmek ayrılmaktır... Sevgiliden, köyden, ülkeden,
dünyadan... Yaşanan her yerden, ana kucağından, baba ocağından,
eskide kalmış neşeli ve hüzünlü tüm ruh hallerinden
uzaklaşarak ayrılmaktır... Kestane rengi saçlardan ak
saçlara, çinko damda öten kumru sesinden lapdobun
içinden çıkan müzik sesine yönelmektir,
kısacası her şeyden ağlayıp koparak yada gülüp
öpüşerek ayrılmaktır... Ve her ayrılık zordur... İnsana
kazandırdığı yetenekler bu zorluktan filizlenir. Çünkü
zorluk ruhumuzun toprağıdır ve ancak üstümüzü
örtüp canımızı acıtarak bizi besler...
İnsan
ayrılarak gidişin tadını aldığında yaşamın gerçek anlam boyutunu
kavramaya başlamış demektir. Artık tüm bütünlük ve
birliktelikleri sonlanmaktadır... Zenginliğinden, sevgilerinden,
aşklarından, eş dost ve akrabaları ile olan yaşadıklarından, iyi yada
kötü huylarından, yetkilerinden, unvan ve kariyerlerinden ve
belki de hepsinden önemlisi kendi canından ayrılacaktır. Kendi
canından öte sevdiklerinden ayrılmak bazı insanları daha
çok etkiler. Hatta aşık olanlar birbirlerinden ayrılmak zorunda
kaldıklarında hayattan da beraber ayrılmayı tercih ederler... Bu
yüzden aşıkların birlikte yaşadıkları intiharlarına sık tanık
oluruz. Onlar ayrılmanın acısına farklı bir boyut kazandırarak
öteki alemde birlikte olma kaygısı ile böyle bir yanılgıya
düşerler.
Gitmek; bir bakıma insanın kendisinin değerleneceği zamanı bekleme
girişimidir. İnsan mutlaka değerinin anlaşılacağını düşünerek
gider. Kimi zaman hakikaten anlaşılır kimi zamanda tarihin susuz
topraklarına karışarak izbeliğin rutubeti ile bütünleşir.
Kitaplar, şiirler, resimler, tüm sanatsal eserler değerleneceği
zamanı bekler. Tıpkı insan gibi... Çünkü onlar
canlıdır. Bir çok insanın bilmediği bir gerçek vardır...
Bu gerçek yaptığımız her şeyin yaşamakta olduğudur. Bizler
sadece kendimizin yada etrafımızdaki hareket eden canlı varlıkların
yaşadığı yanılgısına kendimizi inandırmışızdır. Oysaki canlı yada
cansız her şey yaşar. Aslında şöyle demek daha doğrudur.
Yaratılmış olan her şey örneğin taş, toprak, kurumuş bir odun
parçası bile yaşamaktadır...
Yaratan her yarattığına en lüzumsuz zannettiğimize bile
kendisinden ruh vermiştir. Bizlerde hayatımızın merkezinden
yaptıklarımıza ruh veririz. Her insanın eserine onun ruhu bulaşmıştır.
Ruhlar ölümsüzdür... Tıpkı her yapılan eylem
gibi... Eylemler gerçekleşir sonra biter zannedilir... Oysa her
eylem sonsuza dek kayıt altına alınır... Fotoğraf ve video arşivimiz
gibi... Video arşiviniz her zaman hareket eder mi? Siz onu
çalıştırdığınızda hareket ederek geçmişte yaşanılanları
şimdi yaşadığınız ana getirir... Yıllar önce evlilik merasiminde
düğün yada nikah salonunda yaşadıklarınızı seyredersiniz.
Gelinlik olmuş kızınızın doğduğu günkü bebek halini de... Her
şeyin hesabının verildiği gün tüm kayıtlarımız da
böylece karşımıza dikilir... Onların hepsi işte o gün bize
seyrettirilecektir... Unuttuklarımızı gözlerimiz yaşlı ve derin
pişmanlıklarla izlemek zorunda kalacağız... Bu pişmanlıkların
hiç birisinin zerre kadar bizlere faydası olmayacaktır...
Tüm bunlar bizi hayatın büyülü hengamesinden
gitmenin büyülü gerçeğine ulaştırır...
(1) Op. Dr. Bülent Uran Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Fethiye Muğla www. hipnozmerkezi. com
|