Adam, eğreti bir şekilde uzandığı yatağın öbür tarafında,
yerinde duramaz, bir uçtan bir uca dolaşan, ince
küçük bedenin kendisine değmemesine dikkat ediyor..
Oysa ona sıkıca sarılmak istiyor. Elini yavaşça uzatıp, yanağına
dokunduruyor ve birden çekiyor, kısacık terlemiş siyah
saçlarının kokusunu soluyor: “Tanrım, yardım et
bana!...” diyor Adam…
Gecenin bir saatinde kalkıyor. Tuvalete girip klozetin kapağını
kaldırıyor. İşeyecekken, öfkeyle başını klozetin kenarına
defalarca vuruyor. Ardından içine kusup: “Neden ben? Seni
seviyor, sana güveniyordum. Neden ben?... Acı çekeceğimi
düşünmedin mi? Yaptıklarını anlamlandırıp, senden köşe
bucak kaçacağımı, gelişip büyüdükçe daha
çok acı çekeceğimi; bundan sonra bana sevgiyle
yanaşanlardan bile nefret edeceğimi, kimselere dokunamayacağımı
düşünmedin mi? Neden ben?...” Günlerce
güneşli yolları arayıp duracağımı, sonra yine aynı karanlık
bilinmezde şaşkın feryatlar atacağımı…”
Çöktüğü yerden doğrulup, lavaboda
yüzünü yıkarken, aynadaki soluk benzinde onun
yüzünü görüyor Adam: “ İşte buradasın,
kaçabilecek misin? Bu gece hesaplaşma zamanı...”diyerek,
okkalı bir tükürük fırlatıyor aynaya: “Annem beni
sizin yanınıza bırakıp gittiğinde, artık tek başıma kaldığımı,
hiç kimsenin beni sevmediğini, onların ayrılma sebebinin ben
olduğumu düşünmüştüm. Geceleri, gizlice ağladığımı
hissedince, yanına alıp sıkıca sarılırdın bana. Unuturdum o zaman
korkularımı. Okuldan çıkışta beni alıp, parka
götürür, oyunlar oynardık. Sorularımı kızmadan
yanıtlardın. Bir seferinde: “Her gün biraz daha kirlenen bu
dünyada temiz kalmana izin verecekler mi?”diye
mırıldandıktan sonra: “Sen karanlığımın aydınlık
çığlığısın!demiştin. Bazen Peter Pan’ın maceralarını
okuyup beni hayaller ülkesinde gezdirirdin. Kısa bir süre de
olsa unutturmuştun bana annesizliğimi, babasızlığımı.
Yalancı!...”
Aynayla iç içe geçmiş yüzünün gel
gitleri karşısında Adam, bir an üşüyüp titredi.
“Biliyor musun, gerçeğin yüzünü burkayla
kapatmasını bildin, bak ben hala çıkarıp atamıyorum. Yanımda
uyuyan o küçük varlığa ereksiyon olurum diye,
yanaşamıyorum... Annesi aniden hastaneye yatırılmasaydı, şimdi bu
sancılarım başlamayacaktı. Babası bırakacak kimseleri olmadığını
söylediğinde, içim ürperdi birden. Telaşlı hallerini
görünce, bana bırakmayın da diyemedim. Ben ne yapıyorum
peki!... Ağlamasaydı, yatağıma almayacaktım bu küçük
yavruyu… Ama ben asla senin üzerime sürdüğün
kiri, ona bulaştırmayacağım!”
Hiddetle yumruğunu savurduğu ayna, çatlamıyor. Soluk beniz hala
orada: “ O günü hiç unutmadım. Evde kimse yoktu.
Senin odanda oyunlar oynadık. Benimle şakalaştın, güreştin.
Oyunlarda çoğu zaman yaptığın gibi beni kazandırdın…
Gözlerin... Yedi yaşım kurduğun tuzaklara kördü...”
“Baba neden
korumadın beni. Ya, anne sen nerelerdeydin? Bağırdım sesimi
duyuramadım. Neredeydiniz? Geldiğinizde neden gözlerimi sarmış
gölgeyi göremediniz. Yaşam, çok mu ağırdı? Ağırlık
sizin duygularınızı ezip yok mu etmişti? Beni unutturmuş muydu
birbirinizle olan savaşınız? Bakın ben buradayım? Sarılıp acılarıma
ortak olun. Büyüdüm, hala sizi bekliyorum. Beni yok
saymayın. Birlikte olamazsanız da beni korumak için
katlanmalıydınız! Ben sözüm ona aşkınızın
ürünüydüm. Peki, aşkınıza olsun saygı duyamaz
mıydınız?...”
Yere oturup, iki eliyle karnına çektiği dizlerine başını
koyuyor. Donmuş gözyaşları çözülüp o
güne gidiyor:
- Peter Pan gel, küvete su doldurdum. Birlikte serinleyelim. Kayığını da al.
- Çok güzel... Yaşasın geliyorum Kanca.
- Çıkar üzerindekileri. Acele et. Hadi gel!
- “Tahtarevalli yavalli/ Yürümesi ne zevkli/ Ama bir de
iniş var/ Cump denize çocuklar” Peter Pan geliyor!...
- Seni yaramaz, sevimli şey. Ver bakalım kayığını.
- Hayır, Kanca vermeyeceğim. Esir olmayacağım.
- Gel bakalım, yakaladım seni, Peter Pan. Esirimsin!
- Aaa... senin pipin çok büyük. Benimki ne zaman büyüyecek!
- Acele etme Peter Pan, önce büyümeyi bekle.
Gözünü öyle açma, erkek adamsın. Şimdiden
tanı onu.
- Kocamanmış!...
**
“Alçak! Küvetin içinde cinsel organını
bedenime dokundurdun. Oysa, hep senin yanında kalacağımı sanıp,
korkularımı yenmeye başlamışken... Sen beni önce Peter Pan yaptın.
Sonra büyütüp çarmıha gerdin. Biliyor musun
içim kanıyor, neden ben?”
- Haydi Peter Pan, çıkıyoruz.
- Ne olursun biraz daha oynayalım!
- Sevimli balık, sen biraz daha kal. Ben çıkıyorum.
**
“Her şeyi önceden planlamış mıydın? Anneannemin geç
geleceğini biliyor muydun? Yoksa, bir anda mı oldu? Hala inanamıyorum.
Sen içimdeki kahramanları, çocukluğumu, gençliğimi
öldürdün, şimdi de... Hayır, izin vermeyeceğim!...
Katil!”...
**
“Klozetin üzerine oturmuş beni izlediğini görüyor,
sana sevimli görünmek için şirinlikler yapıyordum. Sen
benim kahramanımdın… İlk defa gördüğüm cinsel
organını, okulda arkadaşlara anlatacaktım. Bunun heyecanı beni
sarmışken:
- Peter Pan, yeter artık! Çık sudan!
- Tamam, çıkıyorum Kanca.
- Gel kucağıma!
Kucağında, boynumu, kulaklarımı öpmeye başladın. Ben, yeni bir
oyunun heyecanıyla kıkırdıyordum. Hızlanan soluk alıp verişini oyunun
bir parçası diye düşünmüştüm. Klozetin
üzerinde oturduğunda, kaderimi yazdığını nerden bilebilirdim ki...
Birden sana dönük bedenimi ters çevirdin. Alıp
verdiğin nefesten korkmaya başladım. Bir kolunla sıkıca sararken
vücudumu, öbürüyle de cinsel organını arkama
sürüyordun:
- Artık, oynamak istemiyorum! Bırak beni! Canımı acıtıyorsun!
- Korkma, ne olursun korkma!
- Hayır, gitmek istiyorum!
- Sus, korkak çocuklar gibi ağlama!
- Bırak!...
“Çırpınıyordum, duymuyordun. Kimdin sen?... “
“Günlerce
ikimiz de bir salıncakta sallanıp durduk. Gözünü
gözüme dikip öylece baktığını, görmezden gelirdim.
Artık hiç konuşmuyordun. Sadece: “Peter Pan’ı
büyüttüm!” diye, ara sıra mırıldandığını
duyuyordum. Ne demek istediğini bir tek ben bilirdim, ama susardım:
“Her gün biraz daha kirleniyor, üzerimize
bulaşıyor.”dediğin, batağın içine gömdüğün
ruhunu kurtarmak için yardım istemiyor, ruhunla birlikte
bedenini de tüketiyordun…”
**
“Seni unutmak için çabalarken,
çevremdekilerin giderek sana ne çok benzediğimi
söylemeleri, bir anda senin kimliğine girişim ve kendimi
hırpalamam...”
“İstenmeyen bir çocuk olarak bir kenara bırakılmıştım. Ya
sen? Kendi yaşıtlarınla neden arkadaşlık yapmadın? Oysa daha on yedi
yaşındaydın. Sen de mi kimsesizdin? Senin de mi saçların
okşanmamıştı? Sen de mi büyük harfli sesleri duymamak
için kapı arkalarına sığınmıştın? Sen de mi benim gibi
bilmiyordun, kapı arkalarının ses geçireceğini? Sesin
üşüteceğini...
Anne sen neden bir hafta deyip bir ay sonra geldin… Dayı'mın
kendini astığı gün… Döktüğün gözyaşları
kimin içindi?... Onu ben öldürmedim ki!...”
|