Bilişsel bilimler alanında, ‘saf (naive) kuram’ ya da
‘halk kuramı’ olarak adlandırılan bir konu var; uzmanların dışında kalan
insanların çeşitli yaşam alanlarına ilişkin görüşleri üstüne araştırma
yapılıyor. Örneğin, fizikçiler dışındakiler de gündelik yaşamda, farkında
olmadan, fizik üstüne fikir yürütüyor; yürürken, yerçekimini dikkate alıyor;
bir araca bindiğinde, aracın içindeki bedenleri geriye iten gücü hesaplıyor vb.
Aynı biçimde, tutumbilim (iktisat) alanında da insanlar, enflasyon ve işsizlik
üstüne düşünüyorlar, bu düşünceleriyle yaşantılarını biçimlendirmeye
çalışıyorlar. Sözgelimi, çatısı akan evden başka bir kiralık eve çıkmayı
düşünen bir aile, yılın hangi zamanlarında kiranın en düşük düzeyde
seyrettiğini bilmek durumunda kalıyor. Bu ‘saf kuram’ çalışmaları öyle geniş
bir alanı kapsıyor ki içine insanla ilgili herşey giriyor; siyasetbilim saf
kuramından tutalım da, yıldızbilim (astronomi) kuramına dek…
Sanıldığının tersine, içinde yaşadığımız aşırı uzmanlaşma
çağında, insanlar, en fazla birkaç alanın uzmanı olabiliyorlar, ama o kadar.
Bir fizikçi, siyasetbilim konusunda saf bir kurama sahip olabiliyor. Ya da tam
tersi: Bir siyasetbilimci, fizik konusunda saf bir kurama sahip olabiliyor.
Geçtiğimiz yıl Kül Yayınları’ndan çıkan, Yusuf Solmaz’ın
hazırladığı ‘Şiir İçten Gelen Bir Şeydir’ adlı kitap, bir saf kuram çalışması
olarak değerlendirilebilir. Kitapta, Ankara Keçiören Kalaba İlköğretim
Okulu’nda okuyan yaklaşık 1,000 6.,7.,8. sınıf öğrencisine şu 6 soru soruluyor:
1) Şiir nedir?
2) Şair kime denir?
3) Bildiğiniz şair
adlarını yazınız.
4) Şiir olmasa ne olurdu?
5) Şair olmak ister
miydiniz?
6) Aşağıdaki dizeleri
yorumlayınız (Öğrencilere, Cemal Süreya’dan (Tabanca), Ece Ayhan’dan, Salah
Birsel’den (Coğrafya Dersi), Özdemir Asaf’tan (Macera), Edip Cansever’den
(Kuşatma), Gülten Akın’dan (İlkyaz), Ahmet Oktay’dan (Ölümün Bıyıklı Resmi),
Turgut Uyar’dan (Geyikli Gece), İsmet Özel’den (Esenlik Bildirisi), Orhan
Veli’den, Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan (Kış), Melih Cevdet Anday’dan (Kapı), Can
Yücel’den (Anı), Oktay Rifat’tan (Aracı) ve Atilla İlhan’dan (Gecenin Kapıları)
dizeler veriliyor.)
Sonuçta, öğrencilerden son derece basmakalıp yanıtlar yanında, düşündürücü
yorumlar da geliyor. Örneğin: “Şairler yalnız kişiler olduğundan şiir
yazarak teselli bulurlar” (s. 14); “İnsanın ruhunu dinlendiren,
kulağının pasını alan –örneğin yorgunsan yorgunluğunu alan- dizelere şiir denir”
(s. 15); “Şiir olmasaydı milli bayramlarımız bu kadar uzun olmazdı. 23
Nisan’da, 19 Mayıs’ta sürekli şiir okuyoruz, bu da törenlerin uzamasına neden
oluyor” (s. 33); (“Şair olmak ister misiniz?” sorusuna yanıt olarak) “İstemezdim.
Bana göre şairler boş işlerle uğraşıyor. Avrupa’ya yetişmemiz için bizim
teknoloji üretmemiz lazım, şiir yazmamız değil” (s. 39); “Şiir yazmayı
severim ama şair olmayı istemem. Çünkü şair olunca şiir yazmak zorunluluk
halini alır. Ben canım ne zaman şiir yazmak isterse o zaman yazıyorum” (s.
40); “Şair olmayı isterdim çünkü, şairlik kendine özgü bir iş. Kendi
kendinizin patronu olursunuz. Canınız nereye gitmek isterse oraya gidersiniz.
İşyeriniz her yerdir: Deniz kıyıları, kahvehaneler, parklar, sokaklar… Kimse
size, neredesin, ne yapıyorsun diye hesap soramaz. Ne zaman isterseniz o zaman
şiir yazarsınız. Yayınevleri yazdığınız şiirler için hesap numaranıza para
yatırır. Para sıkıntısı nedir bilmezsiniz. Kim böyle bir işi istemez ki…
Örneğin Yahya Kemal’i ele alalım. Bir şiirinde İstanbul’u anlatıyor. Çünkü
sürekli gezen biri, yaşamak için fabrikada ya da tarlada çalışması gerekmiyor.
Ne kadar çok gezer, görürse bir şair o kadar güzel şiirler yazar (…)” (s.
43).
Kitaba bakıldığında, bizce en uygun yorum, “güzel bir düşünce ama yeterince
işlenmemiş” oluyor. Bir kere, yazarın, bu ham verilerin sonuna koyduğu
değerlendirme yazısı, yazar bizi affetsin, neredeyse çocukların yazdıkları
kadar saf. Değerlendirme metni, sanat ve toplum ilişkisi üstüne oldukça zayıf,
daha çok polemik havasında görüşler dile getiriyor. Beylik sözlerle dolu olan
metinde, çalışmanın içeriğiyle ilgisiz ya da ilgiliyse de ilgisi yeterince
kurulmamış tartışmalı görüşler dile getiriliyor. Keşke yazar bu kitaba böyle
bir değerlendirmeyi koymasaydı; bir değerlendirme koyacaksa, bu değerlendirme,
öğrencilerin sözlerine dayandırılsaydı.
Bunun dışında, kitap, öğrencilerin görüşlerini öğrenmek açısından okunmaya
değer bir kitap ve eksik bir kitap. Öyleyse, “neler yapılabilirdi?” sorusunu
yanıtlayalım:
Birincisi, öğrencilerin yaptığı şiir yorumları, dilbilim alanındaki
anlambilgisel düşük-özgüllenme (semantic underspecification) sorunsalı
çevresinde değerlendirilebilirdi. Bu sorunsal, “insan iletişimi nasıl
gerçekleşiyor?” sorusuna yanıt vermek amacıyla ortaya çıkmıştır. Geleneksel
görüş, insan iletişimini bir kod kipçiği (model) ile açıklamaktadır. Buna göre,
insanlar, düşüncelerini dille kodlarlar ve karşılarına ulaştırırlar; ikinci
taraf ise, bu kodu çözer ve iletişim böyle olur. Çıkarımsalcı görüşe göre ise,
insan iletişimi bu biçimde açıklanamaz: Gönderilen ileti, kodu belli bir
biçimde çözmek için yeterince veri sağlamamaktadır. Dolayısıyla, insan
iletişiminde anlam, yeterince özgüllenmemiştir. Bu nedenle, belirsizlikler ve
yanlış anlamalar olur. Örneğin, kitapta öğrencilerin yorumlaması için verilen
Orhan Veli dizelerini (Sarhoş oldum da/ Yine seni hatırladım/ Zavallı elim, sol
elim.) ele alırsak, geleneksel bakış, “Orhan Veli, burada bir ileti göndermiş.
Bu ileti ne olabilir?” sorusu çevresinde çözümleme yaparken; çıkarımsalcı görüş
ise, çözümlemeye, bu dizelerin yeterince özgüllenmiş, yeterince açık-anlamlı olmadığı
önkabulünden başlar. Böylece, “bu dizelerden ne çıkarsanabilir?” diye sorar. Bu
soru, araştırmacıları, “insan zihninde özel olarak bir çıkarım aygıtı mı ya da
çıkarım kipçesi (module) mi var?” sorusuna götürmüştür. Bu soru çevresinde
gerçekleşen çalışmalar son yıllarda oldukça canlıdır. Kısacası, öğrencilerin
şiir yorumlarının çıkarımsalcı açıdan değerlendirilmesi, önemli bir çalışma
ortaya çıkarabilirdi.
İkincisi,
çalışmanın özü gereği
düşük-özgüllenmiş olan dizeler, kişilik
kuramları ve özellikle yansıçözümleyimsel
(psikanalitik) açıdan bakıldığında,
birer izdüşümsel ölçer (projective test) olarak
değerlendirilebilirdi.
İzdüşümsel yaklaşımlarda, insanlara, belirsiz bir resim ya da
mürekkep lekesi
verilir; bunlardan kalkarak resimde ya da mürekkepte
gördüklerini anlatmaları
istenir. Böyle yapılır çünkü insanların, bu
belirsizliklere anlam yüklerken,
kendi iç dünyalarını açığa çıkaracakları
düşünülür. Gerçekte, kitap, bu konuda
son derece zengin veriler sunuyor. Örneğin; (Atilla İlhan’ın
‘Gecenin Kapıları’
şiirine yorum olarak) “Büyük kentlerin birinde gidecek hiçbir yeri olmayan
yaşlı bir adamdan söz ediliyor. Bu adamı çocukları bile anlamamış. Gelin
oğluna: “Baban ne zaman gidecek?” diye sormuş, adam bunu duyunca, kimseye haber
vermeden çıkıp gitmiş evden. Şimdi bu adamın sokakta kaldığını, insanlara artık
güvenmediğini, onlardan korktuğunu, gidecek hiçbir yerinin olmadığını anlıyoruz”
(s. 144); “Yapayalnız bir inşaat işçisi gecenin bir yarısı sokakta kalmış.
Nereye gideceğini bilemiyormuş. Parası olsa otele gidebilirdi ama cebinde bir
kuruş yokmuş. Kirliymiş, yorgunmuş, uykusuzmuş, hastaymış. Artık hayata
inanmıyormuş” (s. 145); “Hayatta ne istediysem olmadı. İstediğim kadar
dondurma, çikolata yiyemedim. Babamın bana eski bir bisiklet alacak bile parası
olmadı. Annem hasta bir kadındı. Yıllar geçti, büyüdüm ama mutlu değilim. Hala
dünyanın bütün kapıları bana kapalı. Bu günlerde bir sevgilim olsun istiyorum o
da olmuyor. İşsizim, sokaklardayım, gidecek yerim yok. Parasızım. Böyle birini
kim sever, kim ister” (s. 145); “Gecekonduların birinde bir baba,
çocuğunu boyacılıktan az para kazandığı için dövüp dışarı atmış. Gidecek yeri
olmadığı için çocuk, gecenin karanlığında kapının önünde bekliyor. Gece
ilerliyor, evlerin ışıkları bir bir sönüyor, kapılar kilitleniyor” (s.
145-146); “Genç bir kız umutsuzluk içinde. Okumak istemiş okuyamamış.
Pencereden dışarı bakıyor. Ölen çocuğunu, ayrıldığı kocasını düşünüyor. Bir iş
bulup çalışacak ama kimse ona iş vermiyor. Kapıcılık yapmaya, temizlik işçisi
olmaya bile razı. Bu kıza, şehrin bütün kapıları kapalıymış gibi geliyor.
Oturduğu evin kirasını veremediği için günlerdir gözüne uyku girmiyor. Sokağa
ne zaman atılacağım, diye düşünüyor ve çok korkuyor” (s. 146).
Üçüncüsü, araştırmacı, bu altı soruyu yetişkinlere de sorabilirdi. Böylece
alana katkı sayılabilecek karşılaştırmalı bir bakış sunma olanağı bulacaktı. Ek
olarak, yalnızca çocuklarla kısıtlı kalmayı yeğliyorsa, değişik sınıfların
yorumlarını içerik çözümlemesi yaparak karşılaştırabilir; Piaget ve benzeri bilişsel
gelişim kuramları açısından, şiir yorumlarındaki yaşla gelen karmaşıklaşmanın
bir sunumunu ve açıklamasını sağlayabilirdi. Aynı biçimde, değişik okulları,
sözgelimi, özel okul öğrencileriyle devlet okulu öğrencilerinin ya da sanat
okulu öğrencileriyle diğer okulların öğrencilerinin şiir yorumlarını nitel
olarak çözümleyebilirdi.
Dördüncüsü, çalışmayı, bilişsel bilimlerdeki ilkörneksellik
(prototypicality) araştırmalarıyla ilişkilendirebilirdi. Rosch’un geliştirdiği
bu araştırma izlencesi, insan zihninin ulamlama (categorization) özelliğinin
yeter ve gerek koşulların ötesinde derecelendirme ilkesine göre çalıştığını
ileri sürer. Bir ulamın altına giren öğelerin kimileri bir kavramın temel
özelliklerine daha yakınken diğerleri uzaktır. Örneğin, serçe bir kuştur ama
penguen bir kuş mudur? Ünlü bir deneyde, serçenin kuş olup olmadığı sorulan
insanlar, çok kısa sürede yanıtlarlarken, penguenin kuş olup olmadığı
sorulduğunda yanıt için bir önceki sorununkinden daha çok zaman harcamışlardır.
Serçe, gündelik dille söyleyecek olursa, “daha bir kuştur”, penguense “daha az
kuştur”; kuşluk kavramının temel özelliklerinden, serçeye göre daha uzaktır.
Dolayısıyla, şiir araştırmasında, öğrencilere, çeşitli şiirler verilip “bu
senin için ne kadar şiir?” sorusu sorulabilir, araştırma, böyle bir yaklaşıma
göre yeniden biçimlendirilebilirdi.
Kitap, önemli bir kitap. Neden? Çünkü şiire görgül (empirik) yaklaşımlar
son derece az. Bu kitap, bu boşluğu doldurma yolunda bir çaba olarak görülmeli.
Şiir eleştirisi, genelde, bir kuramdan kalkarak bir şiiri yorumlamak ve
çözümlemek temelinde gerçekleşiyor. Şiir eleştirisi de, bu tür görgül
çalışmalarla ve yukarıda dile getirdiğimiz araştırma önerileriyle, kuşkusuz,
ufkunu genişletecek; loncalara özgü sınırlarını ortadan kaldıracak.
İlgilisine Kaynak:
Taylor, J. R. (1991). Linguistic
categorization: prototypes in linguistic theory.
Oxford: Clarendon Press.
|