ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Anlaşılmak İçin Anlamak Gerek

 

     1980’li yılların başlarında Aziz Nesin’in, Yalçın Küçük ile ortak olarak başlayıp daha sonra tek başına devam ettirdiği bir firma, Türkiye’de ilk kez paralı bir panel dizisi düzenlemişti. Beş gün sürecek bu panel dizisinin bütün biletlerini aldık. İlk gün içeri girmek için, Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nun daracık koridorunda saatlerce bekleyerek içeri girdik. Bildirilen başlama saatinden nice sonra başlayan bu ilk panel dizisinde ilk konuşmacı olan Aziz Nesin ortalıkta görünmüyordu. Aziz Nesin ancak 3. konuşmacıya yetişti. Hakkımız olmadığı halde, geciktiği için özür borcu olduğunu düşündüğümüz Aziz Nesin, salonda bulunanlara hafif yan dönerek yaptığı konuşmasında, Coca Cola içerken nasıl para ödüyorsak, aydınları dinlemek için de para ödememiz gerektiğini kasılarak anlatırken, biraz şaşkınlığa uğramıştık. Salonda bulunanlar, bilet alarak içeriye girdiğine göre, bu sözlerin muhatabının bizler olmaması gerektiği düşünerek ya sabırla paneli izlemeye devam ettik.

     Seri panellerin ikinci gününde yine ayı eziyeti çekerek saatlerce dar koridorlarda beklerken, kalabalığı yararak aramızdan geçen Aziz Nesin’in “dünyayı ben yarattım” edası ile bizleri kenara iterek içeri girişini homurdanarak izlediğimiz halde, seri biletlerimizi önceden aldığımız için üçüncüsüne gitmek gafletinde de bulunduk. 12 Eylül rejiminin olağan dışı koşullarında gerçekleştirilen bu tür etkinliklere destek vermeyi, nedense kendimize görev edinmiştik.

     Beş gün sürecek panel dizisinin üçüncüsü yine saatlerce gecikmenin ardından, bu kez başlayamadan bitti. Yapılan kısa bir açıklama ile valilikten izin alınamadığı için söyleşi dizisinin sona erdiğini söyleyerek bizleri uğurladılar. Valilikten izin alınamamasının sorumlusu sanki bizlermişiz gibi, bilet paralarını geri ödemeyi teklif etmek şöyle dursun, bir kuru özür dilemeyi bile gereksiz gören, bu seçkinci tutuma karşı olan tepkimi ilk günkü gibi özenle koruyorum.

     Dinlediklerimden değil ama yaşadıklarımdan önemli dersler çıkarmıştım. Aydınların gözündeki değerimizi anlamak için bulunmaz bir fırsattı. Bu seçkinci kişilerin, halkı sadece yolunacak kaz olarak gördüklerine tanıklık etmek üzücü olduğu kadar öğretici bir ders oldu. Halk, onların gözünde sadece romanlarının, şiirlerinin, hikayelerinin, makalelerinin, şarkılarının, özetle sermayelerinin basit bir konusu olmak dışında bir değer taşımıyordu. Aradan geçen bunca yıla karşın, bu yargımızı değiştirecek olumlu bir örnek yaşamış değiliz.

     Osmanlının son dönem kurutuş reçetelerinden birisi hazırlayan Prens Sabahattin’in dört maddelik hareket planının ilk maddesi, İmparatorluk halkları arasında toplum bilimlere ilgi uyandırmaktır. Okuma yazma oranının binde, on binde olarak ifade edilen Osmanlı toplumunda, toplum bilimlerinin nasıl yaygınlaştırılacağı sorunu, Cumhuriyet dönemi aydınının kafasını kurcalamaya devam etmektedir.

     Kedinin uzanamadığı ciğere murdar demesi gibi, aydınımızın gözünde, halk, kaba ve cahil bir yığındır. Bu nedenle, aydınları anlamadığı gibi, önemsememektedir. Ancak sıkı bir eğitimle, kendilerini anlayabilecek olgunluğa erişebilir.

     Anlaşılmamanın meze yapıldığı aydın söyleşilerinde koparılan feryat figan, bunu dert edindiklerinden değil, başarısızlıklarını kılıflama çabasındandır. Çünkü anlaşılmamak üzere özel çaba harcarlar. Yazdıkları ve söyledikleri ne kadar anlaşılmazsa, ‘hiç’likleri de, o kadar anlaşılmaz olur.

     Yazdıklarından ve konuştuklarından, süslü ve anlaşılmaz sözler çıkarıldığında, geriye anlamsız cümle yığınları kalır sadece. Çoğu kez yazdıkları ile konuştukları arasında tonla çelişki vardır. Çünkü bütünsel düşünce üretecek metodolojiye sahip değillerdir. Metodolojik bilgileri, yazdıkları kitapta, sağdan, soldan alttan ve üstten kaç satır boşluk bırakacakları ile sınırlıdır. Çelişkilerinin bir diğer nedeni, düşüncelerinin üretilmiş değil, abartılmış olmadır. Sağdan soldan toparlanmış bilgilerle bile, lezzetli bir yemek yapmayı beceremezler.

     Kendilerini en gururlu hissettikleri an, etkisi bir koltuk altı deodorantı kadar bile sürmeyen ortak bildiri sundukları zamandır. Bildiri yayınlarken, dünyayı kurtarmış oldukları sanısı ile çocuksu bir coşku yaşarlar. Bildirileri yayınlandığında, kendilerini dünyanın haksızlıklarına meydan okuyan Don Kişot’lar olarak gördüklerinden havalarından yanlarına yaklaşılmaz. Başları sıkıştığında, bildirilerinin altındaki imzaları için olmadık bahaneler üretmekte de mahir olduklarını söylemeliyiz. Ben imzaladıktan sonra metin değiştirilmiş, ya da falancanın ricası üzerine okumadan imzaladım demekten zerrece utanç duymazlar.

     Neyse daha fazla kırıp dökmeden, özetleyelim; Aydın olmanın koşulu halka anlatmak değil, halkı anlamaktır. Halkını anlayamayan aydın, halka ne anlatabilir ki…
 


İstanbul, 09. 01. 2006

   
 

Taşkın Eslek


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi

design by tema-solutions