ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Aynalı Rüya


Sıvaları yer yer dökülmüş odanın içini renklendiren tek şey, masanın üstündeki kitaplardı. Duvarların dibinde sağlı sollu konulmuş iki yer yatağı odaya bir hazinlik duygusu veriyordu. Delil, yatağında bağdaş kurmuş, kafasını sağa sola sallayarak sıkıntılı bir gecenin yorgunluğunu üstünde atmaya çalışıyordu.
Delil “Gidiyor musun? Git, kahvaltıyı ben hazırlarım. İş görüşmesinde sakin ol. Ben buradaki her şeyi hallederim, meraklanma.”
Halil “Tamam abi’’ dedi ve evden çıktı. Delil tuvalete girdi. Ne kadar iyi bir insandı bu Halil. Bunu düşünürken damarlarında hoş bir esinti yayıldı. Sevinci uzun sürmedi, kasvetin kasırgasına yine yenik düştü.
Delil’i işten atmışlardı. Arkadaşıyla kiraladığı daracık odasında umutsuzca kıvranıyordu. İş bulmazsa hali haraptı. Yataktan kalktı. Tuvalete gitti. Elini yüzünü yıkadı. Bıkkın bir halde aynanın karşısına geçti. Bir kaç gün içinde ihtiyarlamış, sararıp solmuştu.
    Yuvadaki yavru kuşlar gibi ağızlarını açıp yiyecek bekleyen beş çocuk, beş can Delil’in ellerine bakıyorlardı. Ne olduğunu anlamadan evlendirilmesi… Ve peşi sıra beş afacan... Her şey birden oluvermişti sanki. Sıkıntıları arttıkça kitap okuma hevesine kapılmıştı. Okudukça ufku genişliyordu. Dünya görüşü değiştikçe yaşamı sorguluyor, yaşamı sınırlayan kalıplar onu sıkıyordu. Bu muydu yaşam? Neden bu kadar imkânsızlıklar vardı, şu ölümlü dünyada? Niye? Niçin... ?
    Aynadaki yansımasına dikkatlice baktı. Görüntüsü kendisine yabancı gibiydi; yüzündeki çizgiler derindi, acılıydı. Zor bir hayatın içinde kıvrandığı, her halinde belli oluyordu. Omuzları çökmüştü. Gözlerinin eski parlaklığı gitmiş, yerine güngörmüşlüğün, korkuların, kâbusların, ezilmişliğin kahredici donukluğu yerleşmişti. Umudun kapıları kapanınca, her şey kapkara olmuştu.
    Bir bez parçasıymış gibi kendisini işten dışarıya atan patronu usuna düştü. Dolandırıcılığı, çıkarcılığı yüzünden okunuyordu. Çenesinin altında gerdanı sarkmıştı. Aynada iğrenç yüzüne bakıyor muydu acaba? Dişlerini gıcırdatarak, ‘’ Ah, bir aynaya baksa’’ dedi. Tekrar çocuklarını düşünmeye başladı.
    Ne yapacaktı? Kış boyunca çocukları ne yiyecekti? Gözleri, buruşmuş iki siyah zeytin tanesini andırıyordu. Yüzü solmuş, bir sonbahar yaprağı gibi soluk ve sapsarıydı. Aynaya daha bir dikkatle bakarak kır düşmüş saçlarını taradı. Çocuklarının görüntüsü gözlerinin önünden hiç gitmiyordu. Umut kapısı olarak gördüğü bu şehrin kapıları birer birer yüzüne kapanıyordu. Oğlunun, kendisini yolcu ederken duyduğu üzüntü, acı yalımlarıyla yüreğine sarılıverdi. Kendisi de çocukluğunda, tıpkı oğlu gibi, babasını yolcu ederken bir kaç gün üzülürdü, sonra da heyecanla babasının dönüş gününü, alacağı hediyeleri, yiyecekleri düşünerek avunurdu. Babası geldiğinde tüm sevecenliğiyle göğsüne gömülür ve getirdiği eşyaların heyecanıyla da bu sevinci doruk noktasına ulaştırırdı. Bir sefer babasının verdiği parayla kendisine bir ayna satın almıştı. Satın aldığı o ayna, beynine kazınacak ve...
    Babasını çok severdi, tıpkı oğlu Rahman gibi. Oğlum da mutlaka bunları yaşamıştır, diye düşündü. Çocukluğunda yaşadığı, inanılması güç bir anısını hatırladı. Her şeyi unuttu ve tüm benliğiyle gülümsedi. Büyüdükçe dertleri de, tasaları da kendisiyle birlikte büyümüştü. Gülümsemesi değişmiş, ağlamaklı olmuştu.
    Aynanın Korkusu:
Aynanın karşısında mıhlanmış pürdikkat kendi yansımasına bakıyordu hala... Beyninde anıları canlanıyordu.
Dünyası, Fırat’ın doğu yakasından ibaret iken, Delil, başka memleketleri, özellikle de Fırat’ın batı yakasını merak ederdi. Çünkü ona göre Fırat’ın batı yakasında, hem uzakta olan babası, hem de farklı bir dünya vardı! Dünyanın sınırlarını oraya kadar götürüyor, oradan, yani, Fırat’ın batı yakasından ötesini hayal bile edemiyordu. Tüccar olan dayısıyla, nehrin batı yakasına gitmeyi istiyor, dayısı da sürekli Delil’in bu isteğini geri çeviriyordu. Bir seferinde çok ısrar etmiş dayısı da Delil’in ısrarlarına dayanamayarak onu yanına almıştı. Henüz on dört yaşında olmasına rağmen çelik gibiydi. Alev alev yanan güneşin altında yürüyebiliyordu... Giderken kavurucu sıcaklık onu fazla zorlamamıştı... Cebindeki ayna ve tarağı çıkarıp ikide bir saçlarını tarıyordu. Ama aynanın günah olduğunu sandığı için taşıyıp taşımamak arasında ikircimliğe düşüyordu. Dayısından sakınarak bakardı aynaya. Oysa dayısı, onun aynaya gizlice baktığını biliyordu. Fırat’ı küçük bir tekneyle geçip, bir süre bayır aşağı yürüyerek, hayvanları bol olan bir köye vardılar. Delil, uzun uzun etrafını incelemiş ve gördüğü her şey onu hayretler içerisinde bırakmıştı. Her şey değişik ve ilginçti... Köyün çocuklarıyla tanıştı... Dayısı alış veriş işleriyle uğraşırken, o çocuklarla top oynadı... Dayısının boz bir inekle geldiğini görünce sevindi... O köyün, sevdasından kendisini dağlara vurmuş, Use X(H)ecune’in köyü olduğunu büyüyünce öğrendi.
    Dayısı “Al bu ineği sapasağlam bizim köye götür’’ dediğinde, neredeyse sevinçten uçacaktı. Böbürlenmiş, göğsünü askerler gibi öne çıkartmış, “Büyümüşüm demek ki” diye düşünmüştü. İneğin ipini sıkıca tutarak köyüne doğru yürümeye başlamıştı...
    Güneş bir top ateş olmuş, dört yana alevlerini saçıyordu. Delil terden su kesmişti... Sıcak, yorgunluk, susuzluk ve açlıktan başı dönüyordu. Tabanı aşınmış lastik ayakkabısı, ayaklarını kızgın bir saç gibi harıl harıl yanan toprağın sıcağından koruyamıyordu. Ayakları terden vıcık vıcıktı... Dinlenmek için gölgelik bir yer aranmış... Midesi kazınıyor, dili damağına yapışıyor... Yorulmuş. Zorlanarak yürüyorken, tüm bu uğursuzlukları cebindeki aynaya yoruyor, ama kırıp atmaya kıyamıyordu... Gördüğü bir kayalığın gölgesinde dinlenmek için, sıcaktan dili sarkmış ineği, büyükçe bir taşa sıkıca bağlamış ve akrep ve yılanlardan korktuğu halde, kayalığın gölgesinde uyuyakalmıştı.
Aynanın karşısında kendi görüntüsüne bakmadan, beyninde ve gözlerinde akan çocukluk hayallerine bakıyordu. Çocukluğunda yaşadığı bu inanılmaz olay, tüm ayrıntılarıyla kafasında ve aynada canlanıyor ve o olayı tekrar tekrar yaşıyordu. Gördüğü şeyler karşısında dehşete kapılmıştı. Yaşadığı inanılması güç olan olay bu sefer de aynada canlanmaya başladı.
A) Canlanan Korkulu Rüya;
    Gölgeliğinde uyuduğu taşın kapısı açılınca, görünmeyen bir el onu içeri çekti. Uçsuz bucaksız, yer yer tepelerden oluşan ama genelde düz olan yemyeşil bir alanla karşılaştı. Etraf tepeden tırnağa çiçeklerle donanmış ağaçlarla süslüydü. Şırıltılı şelaleler dengbejler gibi şakıyordu. Kuş seslerinin senfonisi insanı büyülüyordu. Delil merakla etrafını kolaçan ederken, saçları kalçalarını döven genç kızlarla karşılaştı. Kızların baş döndürücü güzellikleri karşısında afalladı. Çiçek tarhlarının arasından, ak saçları beline ve ak sakalları göğsüne kadar inmiş nur yüzlü bir ihtiyar çıktı. “Oğlum sen bir güneşsin ve hep yükseleceksin. Çevrendekilere ışık saçacaksın” dedi ve kayboldu. Delil’in yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. Üstündeki yırtık pırtık giyitleri birden sarardı ve çil altın libaslara dönüştü. Yanında duran kıza dokunmak istedi. Tam kızın başak gibi sapsarı olan saçlarına dokunacakken kız gözden kayboldu. Korkunç ve her tarafı tuhaf aynalarla donanmış bir kuş, korkutucu çığlıklarla gökyüzünü yarıp geçti. Gökyüzünün bitim noktasında, ışık saçan billur bir köşk vardı. Çiçek tarhlarının gerisinde, sağa düşen gölün içinde, kızlar türküler söylüyor ve masmavi sularla oynaşıyorlardı.
    Delil, etrafını dikkatlice süzdü; çeşit çeşit yemeklerin olduğunu gördü. Yemeklerin üstünde buğular yükseliyordu. İştahla yemeğe başladı. Bir güzel karnını doyurup üstüne de kana kana su içti. Ak, gri ve mavi bulutlar adeta dans ediyorlardı. Kelebekler hoş bir biçimde kanat çırpıyorlardı. Omzuna konan ak bir güvercini tuttu, kanatlarını okşadı. Güvercini yere bıraktığında, güvercin uçan bir araca dönüştü. Uçan aletin kapısında genç bir kız, el sallayıp Delil’i çağırdı. Uçan araç yıldızların arasında hızla hareket ediyordu. Delil, şaşkındı; etrafa bakmaya çalışıyordu. Sarı kumlarla kaplı bir çölde durdular. Kumlar ışık saçıyorlardı. Kumdaki ışıkların parıltısı gözlerini alıyordu.
“Burayı sevmedim. Ne zaman aşağı ineceğiz!”
Kız ilk defa sessizliğini bozarak, “Yaşadığım yerin bir takım kuralları var. Zamanı gelince ineriz.” dedi
    “Demek ki sizin yaşadığınız yerde de büyükler, kurallarla insanın önüne engeller çıkartıyorlar. Hoş değil!” dedi
    Kız gülümsedi. Keskin bir sinyal sesi duyuldu. Uçan araca tekrardan bindiler. Geldikleri yere indiklerinde, bu güzelim dünyada her şey kırmızımsı bir rengin etkisi altına girmişti. Yolu çevreleyen pirinç heykeller, daha da kızıllaşmışlardı.
Düzenli aralıklarla konulmuş put şeklindeki heykellerden biri, birden dile geldi,“Artık çık” dedi, “gördüğün yeter de artar bile. Ama bunları kimseye anlatma. Cebindeki aynayı da kır at.” Ses gittikçe yükseliyordu. “Cebindeki aynayı da kır at!.. Cebindeki aynayı kır at!..”
Ve aynadaki görüntüler silindi gitti. Ama yaşadığı olayın görüntüleri, canlıymış gibi beyninde akmaya başladı.
Kan ter içinde uyanmış ve telaşla ineği çözmüş; kayalıktan uzaklaşmak için var gücüyle yürümeye koyulmuştu. Fırat’ı geçmek için ineği tekneye koyarlar. İnek, korkudan yerinde duramıyor, sağa sola hamleler yaparak kaçmaya çalıştıkça tekne yalpalıyor. Zaten saatlerce uğraşıp tekneye koyabilmişlerdi. “Ah, bir de tekneyi devirirse” diye düşünmüş, peşi sıra da, “Tövbe... Boğuluruz!..”demişti.
Fırat’ın karşı kıyısına vardıklarında, ineği tekneden indirirlerken hayvan var gücüyle bir tekme savurmuş, tam cebindeki aynaya denk gelmiş ve Delil, acıdan tortop olmuştu. Biraz iyileşince de cebindeki ayna kırıntılarını avucunda topladığı gibi ırmağa “yallah” etmişti...
    İşini başarıyla yapmanın verdiği gururla başı dik, çevresine gülümseyerek bakan, sözüm ona alçak gönüllü ama zafer kazanmış bir kahraman gibi girmişti köye.
    Ertesi sabah, evde, bu olayı tüm ayrıntılarıyla tekrar anımsamıştı. Uzun bir süre, gördüğü rüyayı kimseye anlatmamıştı korkudan. Sonra aynadaki aksini gördü. Gülümsedi. Elini yüzünü yıkayıp havluyla kuruladı. Kahvaltıyı hazırladı. Sandalyesini pencereye yaklaştırdı. Camdan dışarıya baktı. Bir erkek çocuğu babasının elini tutmuş ve babasına bir şeyler anlatıyordu. Çocukları geldi gözünün önüne. Büyük oğlu, başını ellerinin arasına almış, sessizce ağlıyordu. Eşinin beyaz teni, biçimli dudakları ve ılgın ılgın kokan saçları usuna düştü. Canlandı. Kadınlık koktu. “Kafayı mı yiyorum”, diye düşündü.
B) Canlanan Rüya ve anılar bittikten sonra;
    Gözünde, beyninde canlanan rüya ve anılar bittikten sonra, Halil geldi. Halil geldiğinde Delil hala pencereden dışarıya bakıyordu. Döndü arkadaşının yüzüne baktı. Arkadaşının gözleri gülüyordu. Halil’in iş sözleşmesini yaptığını sezer gibi oldu. Yine de sordu:
    “Ne oldu? Sözleşmeyi yapabildin mi?”
    “Evet abi...” dedi Halil.
    “Nasıl emeğinin karşılığını alabilecek misin bari?”
     “Nerdeee! Çocuklara biraz öteberi almam için iyidir. Abi birazdan çıkıp sana da iş arayalım. Ne dersin?”
    “Tamam Halil. Kahvaltıdan sonra çıkalım. Belli olmaz belki bir şeyler buluruz...” dedi.
  Halil’in iş bulması, Delil’in yüreğine buruk bir sevincin gezinmesine sebep oldu.
Kahvaltıdan sonra çıktılar. Bir kaç işçi bürosuna girdiler, iş sormak için. Hep olumsuz cevap aldılar. İş aramak için yürümekten güçleri kesilmişti. Yavaş adımlarla parka doğru yürüdüler. Aynadan canlanan anısını yine hatırladı. Tuhaflaştı. Çocukluğunda rüyasında gördüğü ak saçlı ihtiyar yine gözlerine göründü. Nurlu yüzünün tebessümü ışıklıydı. Yüzü mutluluk saçıyordu sanki. Ak saçlı ihtiyar, ‘’ Oğlum dirayetini yitirme. Sabırlı ol! Sabırlı ol!’’ Sesini daha da yükselterek ‘’ Sabırlı ol!’’ dedi. Sonra da gözden kayboldu.
Ak saçlı ihtiyar ortadan kaybolduktan sonra Delil, başını her iki eliyle sıktı. Yüzünü avuçlarına aldı. Ak saçlı ihtiyarı tekrar görmek için gözlerini yumdu. Yine açtı. Yumdu gözlerini. Halil dikkatle ve şaşkınlıkla ona bakıyordu. Delil, kollarını her iki yana açtı. Ayaları gökyüzüne bakıyordu ve yay biçiminde havadaydı elleri. Önce sağa, sonra da sola doğru baktı. Sonra ağladı. Ağladı. Ak saçlı ihtiyarı görmek için etrafını kolaçan etti. İhtiyar görünemeyince de acıyla gülümsedi. Çölleşmiş yüreğine baharda yağan bir yağmur çiselercesine, ferahladı biraz. Gülümsedi. Gülümserken, içindeki depremleri dışa yansıtan, içinin aynası olan yüzü, fırtına öncesi hafif rüzgârla dalgalanan denizler gibi kırış kırıştı.

   
 

Mehmet Söğüt


2001 H@vuz Bilgi Bankası - 2005 Havuz Dergisi

design by tema-solutions