Hafize kadın seccadesini katlayıp
tespihini eline alırken, yatsı ezanı henüz okunuyordu. “Anlayamadım gitti, ben
mi erken kılıyorum hoca mı gecikti ne?” “Aman” dedi “Henüz Kâbe’de okunmamıştır.”
— Yarın bayram. Elini yüzünü yıka,
yat artık. Erken kalkmalıyız.
Uyuyamazdı ki heyecandan. Yine de dişlerini
fırçalayıp girdi yatağa.
Kış günlerinde ne güzel ısıtacaktı
minik ayaklarını. Aynısından olmalıydı. Zeynep’te görmüştü… Pembe parlak
olanlardan hani… İçi müflonlu sıcacık. Çekiverdi mi ayaklarına. Fermuarını da
kapatacaktı. Hele boğazındaki kürke benzeyen süsler… Sabah kalkar kalkmaz yeni giysilerini
giyecek. Geçen yıl okula başlarken dedesi almıştı hani… —bayramlık-tı adı. İkinci
kez giyecekti, yeni sayılabilirdi. Ama babasının seyahatten dönerken getireceği
pembe tüylü çizmeler yeniydi.
Daha fazla dayanamadı uykuya
gözleri.
***
— Hadi sen de yat kızım. Geç de
olsa gelir kocan meraklanma.
— Merakım ona değil anne. Kız çok
heveslendi. Ya gelmezse?
— Gelir, gelir endişelenme.
O gece gelmedi. Beklediği diğer geceler de ki gibi…
Gün ağarıyordu. Hafize kadın
yatağından doğruldu. Salonda ışık yanıyordu. Kızı kanepede uyuya kalmıştı.
Gitti odadan bir battaniye getirip üstünü örttü.
— Üşümüşsün be yavrum.
Işığı söndürüp odasına geçti. Divanın altına sakladığı
pembe çizmelere baktı, Sevgiyle okşadı torununu.
14 12 2006