AŞK VE ÖYKÜ ÜSTÜNE ALEGORİK
AFORİZMALAR
Bugünlerde
birileri bizi usanmadan bir şeyleri seçmeye zorluyor. Üstelik bunu yapanlar, bize
dayatmaya çalıştıkları kavramları da evrensel özlerinden sıyırıp, kendi inanç
ve görüşlerinin kılıflarıyla örtüyorlar. Bu özgür düşüncenin, kadın-erkek
ayırmadan toplumun tümünün başını örtmekten başka nedir ki?.. Bizi
Sophie’nin ki gibi bir seçime zorluyorlar. İki çocuğumuzdan birini seçeceğiz…
Demokrasi mi, Cumhuriyet mi?.. Özgürlük
mü, Barış mı? İnanç mı, Bilim mi?.. Aslında biz
de, bu gece sizi buraya davet ederek bir seçime zorladık. Aşk mı, Öykü
mü?.. Oysa bu
kavramlar, bu sözcükler aynı soydan geliyor. Evrensel
Değerler zincirinin birbirinin içine geçmiş halkaları… Bu gece
aşkla öykünün bu mucizevi örtüşmesinin bir rastlantı olmadığını, okuyacağım
kısa metinle size kanıtlamaya çalışacağım. Böylelikle,
öykü için buraya toplananlar adına, bu gece aşkı kutlayanları
da aşka inananları da buradan eli boş göndermeyeceğiz. Metnimizin
adı, Aşk ve Öykü. Veya Öykü ve Aşk. Bence buradaki gibi, bir öyküde de kadın
karakterle erkek karakterin yerini değiştirdiğinizde olay örgüsü değişmiyorsa şundan
emin olabilirsiniz; o gerçek bir aşk öyküsüdür.
AŞK ve ÖYKÜ
I.
Aşk, boşluk affetmez. En çalışkan tembelliğimizdir. Aşk bizi acımasızca zorlar. Tabii, biz de hayatı. Öyle ki, yazdıklarımıza şaşıracak, hatta korkacak
kadar. Dünyanın en sabırlı çağrışım işçiliğidir. Aşkta rastlantı yoktur. Açgözlüdür aşk; yetinmez düşlerle. İnanmaz, inandırır. Dinini, müridini kendi yaratır. İmgelem müsrifliğinin içinde bir sözcük
cimriliğidir. Her aşkın bir hikâyesi vardır; Ve her aşk, kendine güzeldir. Sevgi gibi “Bir maniniz yoksa…” değil, çat kapı
gelir. Sevginin tipleri, aşka göre zengindir. Aşk karaktersiz olabilir; sevgi, asla! Sevgi gösterir; tutku dokunur; aşk sezdirir. Sevgi yanıtlarla uğraşır; aşk sorularla… Sevgi ısıtır; tutku kıvılcımlar; aşk, yangın yeri! Tutku sevgiye dönüşmez; sevgiden tutku biçilmez; Ama aşk, ikisinden döllenir. Tutku, sevginin içinden geçerken aşka evrilir. Tutkuyu zamana yayabilirsen, sevgiyi âna sığdırabilirsen,
aşk olur!.. Sevgi özetlenebilir; tutku özetlenemez. Aşkın
tarifi de, özeti de kendisidir! Sevgi bir maç ise, aşk, o maçtaki yegâne gol
sevincidir. Sevgi ılık bir yazsa, tutku dolunaylı bir yaz
gecesi; aşk, bir avuç yıldız kayması… Sevgi, günlerce çabaladığın bir dağ tırmanışıysa, tutku,
tabii ki zirveye çıktığın andır. Aşk ise, zirveden inerken asıl çıktığın yer… Sevgiden çok tutkuyla karıştırılır aşk. Telaşa gerek yok; sadakat her şeyi yerli yerine
koyar. Sadece bu ele avuca gelmez aşk saklar koynunda
sadakati. Sadakat sevginin yumuşak karnı; asla barınamaz
onda. Oysa sadakatsiz aşk olmaz. Sadık kalmak zarafettir. Son noktaya geldiğinde dahi vazgeçememektir; tek bir
sözcükten…
Başta da dediğim
gibi Aşkla Öykünün bu mucizevi örtüşmesi,
okuduğunuz bu metnin plasentasını oluşturdu. Şimdi tek yapacağımız şey,
metindeki
üç sözcüğü değiştirmek. Metinde başka
hiçbir yere dokunmadan Aşk yerine Öykü’yü,
Sevgi yerine Roman’ı, Tutku yerine Şiir’i
yerleştireceğim. Bir de metni böyle okuyalım, bakalım gerçekten de aşk ile öykü
örtüşüyor mu?..
II.
Öykü, boşluk affetmez. En çalışkan
tembelliğimizdir. Öykü bizi acımasızca zorlar. Tabii, biz de hayatı. Öyle ki, yazdıklarımıza şaşıracak, hatta korkacak
kadar. Dünyanın en sabırlı çağrışım işçiliğidir. Öyküde rastlantı yoktur. Açgözlüdür öykü; yetinmez düşlerle. İnanmaz, inandırır. Dinini, müridini kendi yaratır. İmgelem müsrifliğinde bir sözcük cimriliğidir. Her öykünün bir hikâyesi vardır; Ve her öykü, kendine güzeldir. Roman gibi “Bir maniniz yoksa…” değil, çat kapı
gelir. Romanın tipleri, öyküye göre zengindir. Öykü karaktersiz olabilir; roman, asla! Roman gösterir; şiir dokunur; öykü, sezdirir... Roman yanıtlarla uğraşır; öykü, sorularla… Roman ısıtır; şiir kıvılcımlar; öykü, yangın yeri! Şiir romana dönüşmez; roman şiirden biçilmez; Ama öykü, ikisinden döllenir. Şiir, romanın içinden geçerken öyküye evrilir. Şiiri zamana yayabilirsen, romanı âna
sığdırabilirsen, öykü olur!.. Roman özetlenebilir; şiir özetlenemez. Öykünün tarifi
de, özeti de kendisidir! Roman bir maç ise, öykü, o maçtaki yegâne gol
sevincidir. Roman ılık bir yazsa, şiir, dolunaylı bir yaz
gecesi; öykü, bir avuç yıldız kayması… Roman, günlerce çabaladığın bir dağ tırmanışıysa, şiir,
tabii ki zirveye çıktığın andır. Öykü ise, zirveden inerken asıl çıktığın yer… Romandan çok, şiirle karıştırılır öykü. Telaşa gerek yok. Sadakat her şeyi yerli yerine
koyar. Sadece bu ele avuca gelmez öykü saklar koynunda
sadakati. Sadakat romanın yumuşak karnı; asla barınamaz onda.
Oysa sadakatsiz öykü olmaz. Sadık kalmak zarafettir. Son noktaya geldiğinde dahi vazgeçememektir; tek
bir sözcükten…
Evrensel
değerlere, özgür düşünceye, sanata ve aşka sahip çıkalım.