ana sayfa / editoriyal / içindekiler / h@vuz'dakiler / erişim /  yapıt gönderme yerleği /  ilkelerimiz / arşiv

 
Şişe
   
Derin bir şişenin içindeyim. El yordamı ile çıkış ararken, kendi etrafımda döndüğümü hissediyorum.
Dışarısı bulanık ve Sürreal. Sanki bir büyüteçten bakar gibiyim.
Şişenin kenarına tutunarak kendimi yukarıya çekmeye çalışıyorum, fakat ne zaman çıkışa yaklaşsam ellerim kayıyor. Panik içinde tutunacak bir yer arıyorum... Nafile...
Bu ilk düşüşüm değil. Her seferinde şişenin dibi biraz daha derine iniyor... Her seferinde daha bir koyu...
Dışarıdaki yapay renkler birbirine karışıyor. İlk defa vazgeçmeyi düşünüyorum. Düştüğüm yerden kalkmamaya karar veriyorum. Nefes bile almıyorum. Şişenin içindeki hava dayanılmaz derecede kendim kokuyor.

Oturup şişenin dışını seyretmeye koyuluyorum, tıpkı bir tiyatro sahnesini kulisten izler gibi. Oyuncular sırası ile çıkıp oyunlarını sergiliyorlar. Bazıları kendi yaşamını oynuyor, bazıları başkasının yaşamını. Kimisi de benim rolümü oynamak ister gibi yapıyor, fakat beceremiyor.
Bağırmak istiyorum, "o benim rolümdü!". Sesim şişenin duvarlarına çarpıp bana geri  dönüyor.
Sahnenin arkasındaki perdeye yapışıyorum. Hayal gücüm beni daha ileriye götüremiyor.
Sıramı bekler gibi görünmeye çalışıyorum. Tanrıya yüzümdeki makyajın akmaması için dua ediyorum... Beni duymuyor...

 

Gözyaşlarım yüzümü boyuyor. Kirpiklerim, gözlerim, burnum, dudaklarım bulamaç halinde yüzümden aşağıya süzülüyor.
Bir ses, "sizin sıranız gelmedi mi daha?", diye soruyor. "Biraz sonra", demek istiyorum, telaşla bulamacın içinden dudaklarımı arayıp.
Şişenin içi biraz aydınlanır gibi oluyor, sanki bir yerlere güneş doğmuş gibi. Birisi şişeyi eline almış sallıyor, sonrada öbür şişelerin yanına koyuyor.
"En büyük isteğim bir dalgıç olmaktı" , diyor öbür şişelerden bir ses. "Şişeye girmemin sebebi de buydu, fakat deniz çok uzaklarda kaldı artık.
Dışarıdan sesler geliyor. İnsanlar hayatlarını yaşarken sesler çıkarıyorlar. Gürültüleri dayanılmaz geliyor.
Şişenin içine boğuk bir sessizlik hakim. Dalgıca soruyorum, "hiç denedin mi?", diye. "Denemez olur muyum", diyor.  "Fakat şişemin dibi kalmadı artık, çok derine düşmekten korkuyorum."
Dışarıdan bir yerlerden uğultular yükseliyor.
Kırılan şişelerin sesleri.

Kırılan şişelerden çığlıklar yükseliyor. Bakmak istiyorum fakat göremiyorum. Bulanık renkler arsında kırmızı sırıtıyor. O ne kırmızı öyle! Güneşin batarken bulandığı kırmızı gibi.
"Şişeem, şişem kırıldıı!", diye bağırıyor bir ses. "Artık özgürüm, özgür!"
Dalgıç şişesinin dibine siniyor. "İnşallah benim şişem sağlamdır" diyor, balıklardan bir haber.
Birden şişemin duvarlarını birisi yumrukluyor... Yüzünü şişeye yapıştırmış bir özgürlük...
Büyüteçten geçen özgürlüğünün boyutu çok korkunç görünüyor. Damarlı gözlerine bakmamak için yüzümü çeviriyorum.  "Başka kapıya", diyorum.
Kapı açılıyor. Dev bir postalın altında kalıyor özgürlük. "Ruhuna Fatiha!"
Kalp vuruşlarım henüz ritmini bulamamış bando gibi tekleyerek geçiyor resmi geçitlerini.
Şişenin çıkışına bakıyorum... Ha desem çıkabilirim aslında...

 




                          Fitnat Ahrens-Kayacık