Onunla, o zamanlar yaşadığı
Peredelkino`da tanıştım. Boris Pasternak`ın
yazlığında Nazım Hikmet`in “o yılların yıldızları”
diye tanımladığı gurultulu
bir kalabalık toplanmıştı. Bu kalabalığın içinde Aktor Livanov, Juravlyov, Fedin
ve Nazım Hikmet
vardı. Ondan şiir okumasını istediler. Şiirleri
Türkçe okumasına rağmen şiirlerindeki
o devrim uğultusu içimize
isledi. O zaman Boris Pasternak`in Nazım Hikmet ve onun devrim ateşi
için
şairin şerefine kadeh kaldırdığını hatırlıyorum. Nazım devrimle ilgili
yazmadığı
zamanlarda bile, hayatı boyunca her konudaki tutuculuğa,
başkaldırmasıyla
devrimci olarak kaldı.
Nazım`in
ölümcül bir şekilde hasta olduğunu,
göğüs anjinine yakalandığını biliyordum. Şiirlerini
okuduktan sonra korkunç bir
ter boşaltmıştı. Dışarıda kar fırtınası vardı ve sulukar yağıyordu,
gitmeye
yeltendiğinde geçirmek için atıldım. Sokağa
çıkmadan önce üşütmekten korkarak
ekose gömleğini çıkardı, çıplak tenini
gazetelerle donatmaya başladı.
Pasternak`ın yazlığında hem yerli hem de yabancı bir yığın gazete
olurdu...
Vücudunu gazetelere sardıktan sonra gömleğini giydi,
şapkasını taktı ve evden
çıktık. Yüzünden vücuduna akan
korkunç terin hepsini işte bu gazeteler
çekiyordu. Pasternak`in yazlığından Nazım`ın yazlığına üç
yüz metre kadar bir yol olmasına rağmen
bu mesafeyi bir buçuk saatte katettik. Bu denli
güçlükle
yürüdüğüne şahit
olduğumda ne ürkünç bir hastalığı olduğunu
hissettim. Yürürken sohbet ettik.
Oldukça ilginç bir sohbetti.
Bir şair
neden bahsedebilir? Binlerce şeyden…
O
günden sonra bu şiiri yazdım.
Hasta Nazım
Hikmet,
ayazda donmamak
için,
göğsünü
gazetelerle sarmış,
kendisi gibi gri,
gazeteler gibi nemli,
hışırdayan kara doğru,
gözünün
gördüğünce
yavaş yavaş
yürüyordu.
kar hışırdıyordu,
gazete sayfalarıyla beraber,
sairin
göğsündeki olaylarda hışırdıyordu.
İstanbul’daki
sayfalardı, sayfalardı
hışırdayan.
Siz hiç
kasapta kanlı bir gazete parçasının
sardığı
bir karaciğer,
kalp ya da dalak gördünüz mü?
Siz hiç
kafeste atan bir kalp gördünüz mü?
gazetenin çelik satırlarının zırha
vurarak çarptığını?