Affet beni sevgili şairim,
Sevgili Cahit Sıtkı TARANCI; “Otuz Beş Yaş, Yolun Yarısı Eder” demişsin
yıllar önce... Kader bu ya, yolun
yarısı dediğin ömür hesabı senin için de tutmamış ve daha 46 yaşında veda etmişsin
hayata... Zamanı kim ve nasıl hesaplıyor,
saat nedir, ay nedir, yıl veya yüz yıl nedir, bu hesabı kim nasıl yapar, neye göre yapar bir düşüneyim derken; akla “ölüm” ve ölümden çok korkan bir
şairimiz düşüverir aklınıza.
Yerden on bin metre yüksekteyken, Atlas-Jet Hava Yollarının,
2006-Aralık sayısında, 89.
sayfada ilginç bir yazı gözüme takıldı; “Takvimler Her Zaman Doğru mu Söyler?”
Haluk KALAFAT’ın kaleminde zamana ve binlerce yılın hesaplarına daldım gittim.
İnsanlığın ilk yıllarında, saat var
mıydı dersiniz? Adem Babamız ile Havva Anamızın, yer yüzündeki ilk günü yazılsaydı, ne güzel, ne heyecan dolu
bir kitap olurdu... "Artık kitap okuyan mı kaldı?" diyenler olsa da ben belgesel
görüntüyü değil de kitabı tercih ederdim. İlk insanın zamanı, gece-gündüz, yatma-kalkma, avlanma-yemek yeme gibi bölümlerden oluşmuştur
sanıyorum. Çok eski değil, 17. yüz yıla
kadar, zamanı ölçme, her ülkede farklı yapılıyormuş. Zamanın
kesin hesaplanma mecburiyeti, denizcilik ile başlamış. Deniz ticaretinin liderlerinden
İngiltere, zaman ve takvim hesabında da liderliği ele almış.1675 yılında kral
II.Carl, Londra yakınlarındaki Greenwich Kasabası'nda, bugün de saat hesabımızın
defterini tutan, şu meşhur rasathaneyi kurdurmuş. Önce deniz sonra kara yolu
ticaretinde kullanılan bu sistem, 1884 yılındaki, uluslar arası bir toplantıda
batıda genel bir kabul görmüş ve dünya zaman olarak 24 ayrı zaman dilimine
ayrılmış...
Tarih boyunca, günümüzdekine en yakın takvim ve saat
hesaplamasını milattan binlerce yıl evvel Mısırlıların yaptığını öğrenince, ben
de şaşırdım... Mısırlılarda, 365 gün ve 12 ay olan zaman ölçüsü, Sümerlerde 360
gün, Eski Yunanlılarda ise 364 günmüş. Romalılarsa, yılları 10 ay ve 304 gün diye
hesaplamışlar ve yıllar sonra 12 ay ve 365 gün hesabına geçmişler.
Tarihte, takvimle en çok oynayanlar,
keyfe keder, yılları kısaltıp-uzatanlar yine Romalılar olmuş. Rahiplerin
yetkisinde olan artık günlerin takvime eklenmesi işi, senatörlerin görev
sürelerini hemen bitirmek veya duruma göre uzatmak için kötüye bile
kullanılmış. Bu keyfiliğe son veren ise Julius Sezar olmuş. Kleopatra’yı
ziyaretinden döndüğü yıl, MÖ.46 yılında, kendi adıyla anılacak olan;” Jülien”
takvimini başlatmış ve o yıl, bir yıl 365 değil, bir defaya mahsus 445 gün
olarak hesaplanmış. Bu değişikliğin yapıldığı yıl, temmuz ayının adı, Latin
dillerinde Sezar’a ithafen, ”Juli” olarak değiştirilmiş. Julien takviminde,
İmparator Agustus’un, şubat ayının 29 gününden birini alarak temmuzdan sonraki
aya eklediğini ve Ağustos isminin bu değişikliğe ithafen yapıldığını görüyoruz.
Sezar’ın, Kleopatra’nın ilhamı ile başlattığı, bu takvim 1600 yıl kadar
uygulanmıştır. Kilise takvimi ile Sezar’ın takvimi arasında 1600 yıllık
dönemde, 10 günlük bir fark oluştuğu,
1582 yılında Papa XII.Gregorio tarafından itiraf edilince ortalık tekrar
karışır. Halen de, Hiristiyan, Yahudi ve İslami hicri takvimle arasında farklar
bulunmaktadır.Örneğin, İbranilere göre, yıl 2006 değil, 5766 dır, Hicretin esas
alan İslam dünyasında yıl 1384’tür. Osmanlı Devleti’nin de önceleri Hicri
takvimi, son yüz yılda ise 1 Mart tarihini yıl başı kabul eden Rumi Takvimi
kullandığını görüyoruz. Eski Türk tarihinde ve Çin’de ise Nevruz’u yıl başı kabul eden farklı bir takvim dikkati
çekiyor.
Zamanın hangisi doğru..? Dünyanın var oluşandan bu yana veya
insanın yer yüzünde yaşamaya başladığından bu yana, kaç bin yıl geçmiştir,
henüz kimse bilmiyor... Takvimlerin hiç birisi dünyanın gerçek yaşını
göstermiyor. Sayın Kalafat’ın yazısından öğrendiğim kadarıyla, dünya da güneşin
etrafında, her yıl, aynı hızla dönmüyormuş..? Hızı bazen biraz fazla, bazı
yıllarda biraz yavaş oluyormuş. Bu dönüşün atomik saatlerle hesaplanmasından
sonra gerçek ortaya çıkmış ve bu artık zamanı bir de adı var; “Artık Saniyeler”
Ve ilk artık saniyeler, 1972 yılının Haziran ayına eklenmiş. Daha neler
diyeceksiniz... Bu artık saniyeler, günler ve belki de yıllar, yakında satışa
sunulacaktır. Dünya yoruldu mu ne, baksana teklemeye başlamış. Hızı bir
artıyor, bir azalıyormuş. Ve gün gelecek, “dönmüyorum artık” diyecek midir..?
“Otuz beş yaş, yolun yarısı” etmiyor artık Sevgili
Tarancı... Senin yolun yarısı dediğin hesap, sende de tutmamış zaten.
Küfürlere, dayaklara ve hakaretlere rağmen de olsa, hekimlerimiz, 35 yaşı, yolun dörtte biri yapmak için çalışıp
duruyorlar. Eskiden ölümlere, ”Allah’ın
takdiri, ecel gelmiş bahane” diyen nesil, şimdilerde her ölümde, “doktorun
hatası” diye silaha davranır oldu. Şifa da ölüm de Allah’ın takdiri... Peki bu
isyan kime..? Cahit Sıtkı, 13 Ekim 1956’da Viyana’da tedavi gördüğü
hastanede, hayatının 46.yılında ölmüş.
Kırk altıncı yaşında, öleceğini bilseydi, ”Otuz Beş Yaş” şiirine, belki
de;”Yirmi Üç Yaş Yolun Yarısı” diye başlardı, kim bilir? Türkiye’de ölseydi,
öldüğü hastanenin camı çerçevesi iner, bekleme odası talan edilir, hekimleri de
dövülürdü.
35, veya 55, belki 85, şansınız varsa 105; “Bir namazlık saltanatınız
olacak, Taht misali o musalla taşında.”
|