Masallarla
çocuklarımıza nasıl bir dünya
görüşü
kazandırmaktayız, bu önemlidir. Uzun yıllardan beri batı
kaynaklı
masallarla
çocuklarımızı
büyüttüğümüz
düşünülürse, 2005’den
itibaren
geçirildiğimiz
bireyci eğitim sistemine nasıl hazırlandığımız daha iyi
anlaşılmaktadır.
Felsefe dersini liselerden kaldırmakla buna çanak
tutmuşluğumuz
da cabası.
Masallarla çocuğun
beynine ektiğimiz nedir diye şöyle
bir bakacak olursak neleri görürüz?
Masalın her bir kahramanının
dünya görüşü, onların
olaylara nasıl yön verdikleri, sonucu nasıl şekillendirdikleri
önemlidir.
Çünkü, çocuğa iyi ile
kötüyü bu kahramanlar aracılığıyla anlatırız. Masalın ana fikrini
etkileyen felsefe iyi
insan modeli olan kahramanın bakış açısıdır. Sonucu
belirleyen odur. Aynı
masalı defalarca dinleyen çocuk bu felsefeyle, bu
dünya görüşüyle şekillenir,
insanları ve dünyayı o pencereden görmeye başlar.
Masallar, toplumsal algılama
sistemimizi kurgular,
bunun kültürünü eker.
“Neyi ekersen onu biçersin”
sözü burada yerini
bulmaktadır. Neyi ektiğimizi anlamak için batı masallarından
bizimkileri farklı
kılan özellikleri ayırt etmek doğru yöntem olacaktır.
Türk masalları, batı
kökenli masallardan derin biçimde ayrıldığı halde,
Arap, Fars, Azeri vb Asya
kökenli masallarla ortak özellikler
göstermektedir.
Örneğin, batı
masallarında, kralın ilk eşinden bir
güzel kızı vardır, üvey anne kavramı hemen devreye
girer, çocuklar arasında
ayırımcılık orda başlar, ikinci eşi tarafından kandırılan bir baba, acı
çeken
kız çocuğu…
Bizim masallarımızda padişahın 3
oğlu vardır, yönetimi
bırakacağı oğlunu belli ölçütlerle
seçecektir. Onlara 3 zor iş verir, hangisi
başarırsa ona yönetimi devreder. Yada, babası öleceği
zaman 3 oğlunu çağırır,
hangisi kendisini daha çok seviyorsa ülkesini ona
bırakacaktır. Tatlılar kadar
seven 2. oğula ve tuz kadar seven 3. oğula değil de altınlar kadar
seven 1.
oğluna verir tahtını. Tuz kadar seven
küçük oğula verilen ceza aslında doğru
olanı belirginleştirmek üzere bilerek masal içine
yerleştirilmiş bir geçici
çatışmadır, sorundur ve bu an dramatik olan andır. Bu sorunu
çözmek üzere masal
şekil almaya başlar. Sonunda kazanan görüş tuza değer
veren görüş olacaktır.
Hatta diyebiliriz ki burada karşılaştırmalı felsefe söz
konusudur.
Masal öyle seyreder ki
küçük oğul komşu ülkenin başına
geçer, tuzsuz
yemeklerin olduğu sofraya
komşu ülkenin padişahı olan babasını çağırır, tuz
en değerli şeydir, babasına
bunu algılatmaktır hedefi, baba bunu anlar, baba pişman olur ve oğlunu
tanır,
oğlundan özür diler,
iki ülke
birleştirilir, akıllı oğlana yönetim verilir, halk da mutlu
yaşar. Bu serüvenin
içinde yaşam boyu rehber edinilecek fikirler vardır,
çocuğa yansıtılan bir
felsefe vardır.
Bir masal padişahın 3 oğluyla
başlıyorsa Asya kökenli
bir masaldır. İkincisi, toplumdaki değişik görüşleri
3 oğula dağıtarak yansıtmaktadır. Toplumda
değişik görüşler vardır, ama
hangisi halka mutluluk getirir bakalım diye bir
düşündürme vardır. Akıllı olan
çocuğu ülke yönetimine getirmek, tuzun
kutsal yiyecek olarak kabulü, özür
dileyebilen padişah, vb kavramlarla karşılaşılır. Masalın
içinde kimsesiz
çocuğa evini açan yoksul kadın vardır; hayali
değil gerçek hayatta
karşılaşılabilecek kahramanlardır hepsi.
Asya masallarında yoksul ama akıllı
olan kazanır; güç değil
akıl kazanır. Akıl, devleri bile yener! Yenik düşen
güçlü, kendini beğenmiş ve başkalarını
küçük gören kişidir de.
Masallarımızda, kızını en zor
üç işi başaran Keloğlan’a
veren padişah vardır; sorun çözmede başarılı olanın
karşısında güçlünün boyun
eğmesi vardır. Aklı öne çıkartan felsefe hakimdir
masallarımıza.
Evlilikler cesur, akıllı ve iyi
kalpli olanla, bu
özelliklerini yaptığı işlerde gösterenle (model
oluşturma çocuk için çok
önemlidir) yapılır.
Gökten
üç elma düşer, biri sana biri bana biri de
peri
padişahının kızınadır; paylaşma kültürü
ağırlıklıdır, sadece iki kişiyle değil
hiç tanımadığı üçüncü
kişiye bile pay ayrılır. Evine gelen misafire üç
gün kim
olduğu bile sorulmaz, yedirilir içirilir, yatırılır.
Masalların sonuna
baktığımızda yine farklı
bitirişler görürüz. Bizim Asya
masallarımızda,
toplumun yararını düşünen, sonunda aklın, cesaretin
ve iyi olanın mutluluğa
ulaşması ana fikir olarak verilir.
Oysa, batı masallarının sonunda
beyaz atlı prens
çıkagelir. Nedir bu beyaz atlının becerisi, pamuk prensesin
başına onca iş
geldiğinde ortalıkta yoktu; kurtarıcı olarak ortaya çıkan bu
uyduruk kahraman masal
boyunca yoktur, masal dışından gelir. Nedense, pamuk prenses onu
kurtaranlardan
biriyle evlendirilmez. İşte burada en önemli farklardan birini
görürüz; varsıl
olan denk evlilik yapmak zorundadır,
prens prensesle evlenir. Evlilik kavramı, evliliğe bakış
açısı, buradaki
felsefe farkı açıktır.
Zalim bir üvey anne
vardır, kötü kadın cadılar vardır,
büyücüler vardır, prenses hep zavallıdır,
kötülerle baş edemez ama ona acıyan
bir prens mutlaka çıkagelir. Nedir buradaki yaşam felsefesi?
Ya bir kurbağayı öpecek
prens olacak, ya beyaz atlı
gelecek kurtaracak, ya pabucunun tekini bulan bir prens
çıkacak ortaya! İşte tam
masal bu; içinde aklın yolunu gösteren bir işaret
yok, kaderci, akıl dışı
yollar, büyücüler, cadılar, ninesini kurt
yemiş kırmızı başlıklı kızlar… Kim
kurtarır onu kurttan? Kendi aklı ve cesareti yoktur,
masala o ana kadar girmemiş bir
eleman olan avcı gelir, yani
elinde silah olan birisi, ilginç
tesadüfler…
Nedir burada verilen felsefe?
Korku, yalnızlık, hayali
kurtarıcı, kaderini başkasının belirlemesi, toplumsal yarar yok, zengin
birisiyle evlenerek kendini kurtarmak… Bizimkilerle ne kadar
ters olduğu ortada.
Şimdi 2005 yılından itibaren
geçirildiğimiz eğitim
modeli işte bu felsefenin resmi eğitim programıdır. Onlara
göre ÇOCUK
Anglosakson bireyci masallardaki gibi BİREYDİR..
Bizim masallarımızda
çocuk yarının yetişkinidir;
ÇOCUK, SOSYAL VARLIKTIR ve TOPLUMSAL SORUMLULUK ALMAYA
HAZIRLANAN İNSANDIR.
Biz, masallarımızda
insana/çocuğa bireyci
değil toplumcu bir dünya görüşü
vermekteyiz. Biz gerçekte batılılardan daha fazla
çocuğa değer vermekteyiz,
bunu bir kere açıkça görelim..
Çocuklarımızı yıllardan
beri batı masallarıyla
büyüttürdüler bize. Bizi şimdiki
(2005’de geçirildiğimiz)
“zırva” eğitim
sistemine geçirmeden önce bilerek yapıldı bu ve
hepimiz uyuduk.
Hızla bu yanlıştan
dönmeli, çocuklarımıza kendi
masallarımızı, fıkralarımızı, destanlarımızı anlatmaya başlamalıyız.
Keloğlanlar, Köroğlular, Nasreddin Hocalar, Ferhat ile
Şirinler, gökten düşen 3
elmalar, kırk gün kırk gece düğünler,
soyguncu 40 haramilere karşı mücadele
veren Ali Babalar, nice akıllı masal kahramanı bizim anlatmamız
için bir
yerlerde anlatılmayı bekliyorlar.
Onları yeniden gün ışığına
çıkartalım. Akşamları
televizyonu kapatıp çocuğumuzun başucuna geçelim,
ona kendi masallarımızı
anlatalım. Hiç birini bilmiyorsak, kendi
çocukluğumuzda başımızdan geçenleri
ona masalmış gibi anlatalım; orda bile aile yakınlarımızın,
yaşlılarımızın
sağlam dünya görüşünü
bulacaklardır.
Çocuklarımızı
masallarımızla, yani kendi
kültürümüzde
yaşayan toplumcu felsefeyle tanıştıralım. Bunu onların ve toplumumuzun
iyiliği
için yapalım.
Sevgili çocuklarımızı
sevgi dolu masallarımızla
büyütelim.
|