ana sayfa/ editoriyal/  içindekiler/  h@vuz'dakiler/ iletişim-erişim/ yapıt gönderme yerleği/  ilkelerimiz/ arşiv

 
Adam
 

Hastanenin acil servisinde Adam, elleri belinde; sövgünün labirentine düşmüş, bu gücünün sarhoşluğunu yaşıyordu. Bir kurt gibi dudaklarını burnuna çekip, “Üff!” dedikten sonra yumruğunu avucuna vurarak ağır ağır hemşireye yaklaştı, “Şimdi daha ahlaklı mı oldu?” dedi. Hemşirenin şaşkın bakışına aldırmadan, “Sen, ayağının ucuna kadar getirilmiş hastalardan başka şey gördün mü kızım? Soruyorum gördün mü?” diye bağırdı, yüreği lopur lopurdu. Bir an şaşıran hemşire çabuk toparlanıp kanlı parmaklarını uzatarak, ”Halimi görüyorsun?” diye çıkıştı. Adam, ”Trafik kazalarını...”, ”Kaza yerlerinde dolaşacak değilim herhalde! Benim işim bana yeter!”, ”Parçalanmış elleri, kolları, bacakları...”, ”Susar mısın? Görüyorsun dinleyecek halde değilim.”, ”Sac levhalara yapışmış et parçalarını, altına şıpır şıpır kan damlayan araba kalıntılarını gördün mü? Kan kırmızısı asfaltın üzerine serili kanlı gazeteleri? Geceleri kesik yol işaretleri gibi parlayan eti sıyrılmış kemikleri gördün mü?” Bir an soluğunu tutup, ”Ben hâlâ şokunu yaşıyorum,” dedi. Hemşirenin öfkesi dinmiş, çözülen düğümü yeniden bağlamak için yüz kasları harekete geçmişti. Adama acı acı bakıp, ”Allah başka acı göstermesin,” dedi, ama Adam makineli tüfek gibi susmak bilmiyordu, ”Göstermesin de, senin için hava hoş! İnsan orada nelerle karşılaşıyor! Göründü mü bilmiyorum, ama bazı şeyler gözümün önünden film şeriti gibi geçti. Hele tırpanla dolaşan kara pelerinli! Aracın iki büklüm direksiyonunu mendil sallar gibi sağa sola savuruşu!”, ”Sana bir şey olmamış ama!”, ”Bayılmışım.”
 
Adam iç çekip konuşmasını sürdürdü, ”Ayılmamın ardından her şeyi bir yana bırakıp pelerinlinin peşinden koştum!”, ”Niçin?”, ”Bilmiyorum. Sanırım daha az zararlı hale getirmek için. Ama beni ne o dinliyordu, ne tanrıları. Konuşmaya başladı mı hepsi kendini sıradan sözlerle filozof sanıyordu, bunalmıştım. Kuru lafları kafamdan atıp şikayet etmeye karar verdim.”, ”Kime?”, ”Bilmiyorum, ama şikayetim öfkem gibiyse de kontrolü elimdeydi. Yoksa böyle yoğun bir birikimde boynumdaki damarlar üstüste binip beni tam anlamıyla boğardı.”
 
Adam hemşireye bakıp, ”Nasıl koşturduğumu görüyorsun. Oysa beni doksan kere, yüz kere aldattı. Evcilleştirilmiş miydim, terbiye mi edilmiştim anlayamamıştım, ama zaman zaman bile bile aldandım. Şimdiki aklım olsaydı, ihanetin nasıl olduğunu gösterirdim.” Hemşire, ”Bir yaşıma daha girdim, ne biçim erkeksin sen?” derken suçlananı anımsadı, ”Allah için güzel kadındı,” dedi. ”Çok güzeldi, çook! Ona yıllarca taptım, göz yaşı döktüm, gözdağı verdim tınlamadı. İşte şuraya çiziyorum!” Duraksadı; bakışını tükürüklü parmağını sürdüğü yerin üzerinde dolaştırdı, “Tükürüğüm bile iz bırakmıyor,” deyip parmağını yeniden yaladı, “İşte şuraya çiziyorum, dirilse yine yapar.”, ”Bence suçlu sizsizin!”, ”Öyle mi hanımefendi?” derken Adamın bakışları bir an aynaya kaydı, ”Eyvah!” diyerek sıçradı. Sesi duyan doktor, ”Bir şey mi oldu?” diye içeriden seslendi. Hemşire, ”Yok bir şey, yok bir şey! Aynada yarasını gördü,” dedi. Adam gözlerini aynadan ayıramadan, ”Benim gördüklerimi sen de görüyor musun?”, ”Neyi?”, ”Ayna çatlamış.”, ”Yılların aynası, benden yaşlı.”, ”Başka bir şey görmüyorsun değil mi?”, ”Ne görmemi istiyorsun?”, ”Boş ver.” Oysa hemşire aynada adamın suratını parsellenmiş görüyordu. “Aldırma! Burada gündüz bile yarasalar dolaşır!”, ”Ne biçim yer burası?” Hemşire gülümsedi, “Sakin ol, sakin olun, dedi yumuşak bir fısıltıyla; lütfen sakin olun, zamanla her şey düzelecek!”
 
Adam, eşinin götürüldüğü yeri göstererek, “Hep onun yüzünden,” dedi. Hemşire içinden, ‘Güzel kadındı!’ sözünü yineledikten sonra, “Şikayet dedin de; nedenleri bulunamadı mı, şikayetin önü alınmaz. Sen bir kendinin şikayette bulunduğunu sanıyorsun. Biz bin bir çeşitiyle karşılaşıyoruz.”, “Nedeni burada!“, “Öyle deme! Şikayetin önüne geçebilmek için bir şeyler yapılması gerektiğine inanmıyor musun?”, “İnanıyorum inanmasına da sanki, içimde dinmeyen bir şey var!”, “Zaman zaman şikayetler dinlenip iyileştirme yoluna gidilir, gidiliyor da! Önce bunun kayıp mı, haksızlık mı olduğunu saptamamız gerekir ki, bunu titizlikle yaparsak eninde sonunda yolun sonuna ulaşırız. Sürüncemede bırakmakla bir futbol topunun içerisine tıkılmış gibi, o ayak senin bu kafa benim gider geliriz. ‘Sorunların şikayetçi üzerinde kimi üzüntüler doğuracağı doğal, yine de gözümüzde büyütmemiz doğru değil. Hani yapılanlar bir damla suda boğulabilecek kadar önemsiz! İki dakika sabredilse her şey düzelecek, sabırsız milletiz.”, ”Sen bana terapi mi yapıyorsun kızım? Nasıl sabırlı olabilir, iğrençliklere nasıl katlanabilirim, soluğu ensemde? Bir iyilik yapmak istiyorsan nasıl unutabileceğimi söyle!”, ”Kafana takmayacaksın, nasıl mı? Orasını sana bırakıyorum!”, ”Nasıl takmayım faturası hep bana çıkıyor. Öteki dünya öcünün avuntusunda. Bilmiyor ki, aksini yapsa da bu dünyada ona kimse çamur atamaz, hem sen kim oluyorsun?”, “Ben...“ Lafı kızın ağzından kaptı, “Siz kadınlar zaman bulamadınız ya da canınız istemedi mi özür dilersiniz, tamam! Her şey eskisine dönmüş, ‘Ben’iniz kurtulmuştur. Zaten evde zamanı fısıldayan ne bir insan ne de saat kaldı. Olanı da yokettiler. Sen özür dilemeyi bile şikayet sanıp önlemini alma çabasına giriyorsun.“, “Zarar vermemek için!”
 
“En yumuşak önlem sabırdır, biliyorum. Oysa, şikayetlerin ortak ereği kaçan huzuru yakalamaktır.“ Elini alnına götürdü, ”Başım ağrımaya başladı, beynimdeki tortuları bir atabilsem, bunları bir daha asla konuşmayacağım. Ama, önce sıkı bir gözden geçirmeliyim; o adam...”, “Hangi adam?”, “Sevgililerinden biri. Bize ilk geldiğinde ışıl ışıl parlayan saçlarını ensesinde topuz yapmış dolaşıyordu. Ben saçının yağından kaçarken, o eşimin peşindeydi! Dilim tutulmuş ağzımdan, ‘Defol!’ sözcüğü çıkamamıştı.” Sesini yere vererek, “O zaman yapsaydım bunların hiçbiri olmazdı. Kaybetme korkusu yerleşik bir inanç olmuştu yüreğimde,” diye mırıldandıktan sonra, “Şimdi bunlar söze dökülse, hani ağıza alınmadık sataşmalara dönüşebilir...”, ”Hepsi geçmişte kaldı!”, “Şimdiye dek iç küskünlüğüme bir gerekçe olmaktan ileri gidemedi.” Hemşirenin bakışları Adamın gözlerine kaydı, “Gerçekten güzel kadındı,” dedi. Bakışları yakalayan Adam isterik bir kahkaha atıp, “Islak tanelerin diriliğini anımsıyor musun? Hâlâ iştah kabartıyordu,“ dedi. Hemşire topalanıp, “Anlamadım?” Gözlerinin derinine inmeye çalışarak, “Bir deneme yapalım mı, ne dersin? Hani aklımıza estiği gibi! Şunu söyleyim; bundan daha iyi bir yaşam hayali, masaldır! Ben yaşadım.“, “Ne denemesi, ne masalı?“ Adam içinden, ‘Düşünceye daha hazır değil!’ deyip sustu.
 
Adam, ondan ona bir enerjinin gidip geldiğinin ayırımına varmıştı da çeşidini çıkaramamıştı. Birbirine bakarken hoş gelen değişme kuşların coşkusu gibi zaman zaman kahkahalarla, zaman zaman bağıra çağıra geliyordu. Ne kadar ağırbaşlı olmaya çalışırsa çalışsın mesafe kısaydı; yüz hatları çarpılıyor ve o anda kadına isterik titreşimler gönderiyordu.
 
”Darbeleri peşpeşe sıralayınca kendimi denetim altına alamıyor, öfkemle yüzleşmeye zaman bulamıyordum. Sabır ve hoşgörüyü arasam da geç kalıyor, namluyu çoktan beynime çevirmiş oluyordum. Onun öfkesi benim öfkemi tetiklememeli diyordum, ama buyruğundan çıkamıyordum...”, “Zaman içerisinde başaramadın mı?“, “İnanç meselesi! Aykırı bir iş peşinden ikincisini sürüklüyordu. Yine de o sahneyi seyrederken kendimden geçiyordum...” diyerek hayallere daldı.
 
Başını ağır ağır sallayarak, “Kapı zilini bozmuştu bir gelişinde,” dedi. “Aynı adam mı?”, “Kapının zili ‘Çın!’ edip kaldı, ardından kuruyup sertleşmiş kağıdı tokatlayan sesler çıktı çanından. Sesler inlemeye dönüp sustu, çalışmıyordu zil. Bir de ne görelim; içine kağıt sıkıştırılmış, bastıra bastıra. Kim yapabilir, kim olabilir, dedik. Ahmakça bir soruydu. Kim yapacak; yapan ortalıkta dolaşıyordu! Kurumuş kağıdı tek tek çıkarınca, onun okuduğu gazeteden koparılmış parçalar olduğu anlaşıldı!
 
Belki de onunki meydan okumaydı. Bilerek yapmanın iyi ahlaklı bir şey olduğunu sanıyordu! Suç onun arsızlığında değil, bendeydi!”, “İnsan sevdiği şeyi saklar, korur, korumaya çabalar.”, “Yazık ki, olmadı.”, ”Aynanın çatlağından bakma, gerekmeyen bir yerini kesersin. Yana kay, hah şöyle! Orada seni parça parça görüyorum. O adam şimdi nerede?” Adamın bakışları morgun kapısına kaydı, “Bilmiyorum.”, “Görünüşe bakılırsa; sizin evde iyiyle kötü aynı anlamdaymış!”, “Bir anlamı daha vardı: Şehvet!”, “Şu kadarcık anlatmanda bile sizden, içerisinde yuvarlanıp bir kitap yazacak kadar konu çıkabilir!” Adamın ayrılan gözlerinden çekinip, “Bana bakmayın!” dedi. Adam gülümseyip, “Umut verici sözler de olsa beni etkilemez... Zira viyaklamanız havuza yılanları çağırmanın dışında bir işe yaramaz!”
 
Hemşire içinden, ‘Yüz kasları doğru söyleme alıştırması yapmamış, ne biçim Adam? Söylerken felç gelmiş gibi zorlanıyor. Düşünceleri orada buluştuğu an öyle hızlı solumaya başlıyor ki, enerjisi bir gelip bir gidiyor. Şu anda beynimden kulağıma bir ses davul arsızlığıyla bir şeyler diyor, ama nedir?’ dedi. Böyle durumda kaçması, uzaklaşması gerekiyordu, ancak uzuvları emir vermede zorlanıyor ve için için Tanrıya yalvarıyordu, ‘Biri yanımda olsun,’ diye. Kendini tutamayıp, ”Defol!” diye bağırdı.
 
Adam aldırmaz tavrını bozmadan, “Evde yalnız onunla değil, bana ters düşen herkesle savaşmayı göze almam ya da başka yolu yeğlemem gerekiyordu ki, uyum sağladım. Öyle bakma, gerçeği gerçek dışı gösteren bir güçle nasıl savaşabilirdim? Oysa, aynanın çatladığı günden beri davranışlarında olumlu bir gelişme görülmüyor değildi; yüz hatları yumuşamaya, titreşimlerimi soluğu kesilmeden algılamaya başlamıştı, ancak ömrü yetmedi!“, “Ömrü mü yetmedi?”, “Dur sana seni anlatayım mı, diyeyim?” Hemşire, ‘Kimseyi sevmez bu Adam,’ dedi içinden. Her şeyi içinden söylüyordu. Bu tür insanlar oldum olası onu korkutmuştu. Yine çenesini tutamayıp, “Kaza diyorsun da, izler boğuşmaya benziyor!” dedi. Adamın genizden gelen kalın sesiyle, “Siz hemşireler de her şeyi bilirsiniz!” dedi.
 
Olay aklına geldi, ‘Bilse karnının deşilip paslı yayların fırladığını, organlarının saman artığı gibi döküldüğünü, ayna kırıklarını bıçak gibi kullandığını... Görmedi, göremezdi. Çok şey ödesem de amacıma ulaşamadım. İşte onu ölümsüz kılan da bu olmalıydı; sonu hızlandırma! Allah var ya hoşlanıyordum ben de!’ diye düşündü ve o an içeri giren bir adama bakıp, “Allah kahretsin!” diye mırıldanarak eliyle yüzünü kapattı ve hemşireye, “Direksiyor izleri!” dedi.
 
Hemşirenin gözleri doktorun kapısına kaydı, üzerine çullanan lambanın soluk ışığı daha acınası gösteriyordu, “Neyin iyi neyin kötü olduğunu anlayamaz hale geldim! Elim ayağıma dolaştı, gelgelelim polisi inandıramaz,” deyip içeri yürüdü.
                                                                                                

        

                                
Selçuk Sarısaltık/ Ankara, 2006