Hastanenin
acil servisinde Adam, elleri belinde;
sövgünün labirentine
düşmüş, bu gücünün
sarhoşluğunu yaşıyordu. Bir
kurt gibi dudaklarını burnuna çekip,
“Üff!”
dedikten sonra yumruğunu avucuna vurarak ağır ağır hemşireye yaklaştı,
“Şimdi
daha ahlaklı mı oldu?” dedi. Hemşirenin şaşkın bakışına
aldırmadan, “Sen, ayağının ucuna
kadar getirilmiş hastalardan başka şey gördün
mü kızım? Soruyorum gördün
mü?”
diye bağırdı, yüreği
lopur lopurdu. Bir an şaşıran hemşire
çabuk toparlanıp kanlı parmaklarını uzatarak,
”Halimi görüyorsun?” diye
çıkıştı. Adam, ”Trafik kazalarını...”,
”Kaza yerlerinde dolaşacak değilim
herhalde! Benim işim bana yeter!”,
”Parçalanmış elleri, kolları,
bacakları...”,
”Susar mısın? Görüyorsun dinleyecek halde
değilim.”, ”Sac levhalara yapışmış et
parçalarını, altına şıpır şıpır kan damlayan araba
kalıntılarını gördün mü? Kan
kırmızısı asfaltın üzerine serili kanlı gazeteleri? Geceleri
kesik yol
işaretleri gibi parlayan eti sıyrılmış kemikleri
gördün mü?” Bir an soluğunu
tutup, ”Ben hâlâ şokunu
yaşıyorum,” dedi. Hemşirenin öfkesi dinmiş,
çözülen
düğümü yeniden bağlamak için
yüz kasları harekete geçmişti. Adama acı acı
bakıp, ”Allah başka acı göstermesin,”
dedi, ama Adam makineli tüfek gibi susmak
bilmiyordu, ”Göstermesin de, senin için
hava hoş! İnsan orada nelerle
karşılaşıyor! Göründü mü
bilmiyorum, ama bazı şeyler gözümün
önünden film
şeriti gibi geçti. Hele tırpanla dolaşan kara pelerinli!
Aracın iki büklüm
direksiyonunu mendil sallar gibi sağa sola savuruşu!”,
”Sana bir şey olmamış
ama!”, ”Bayılmışım.”
Adam iç çekip konuşmasını
sürdürdü, ”Ayılmamın ardından her
şeyi bir yana
bırakıp pelerinlinin peşinden koştum!”,
”Niçin?”, ”Bilmiyorum. Sanırım
daha az
zararlı hale getirmek için. Ama beni ne o dinliyordu, ne
tanrıları. Konuşmaya
başladı mı hepsi kendini sıradan sözlerle filozof sanıyordu,
bunalmıştım. Kuru
lafları kafamdan atıp şikayet etmeye karar verdim.”,
”Kime?”, ”Bilmiyorum, ama
şikayetim öfkem gibiyse de kontrolü elimdeydi. Yoksa
böyle yoğun bir birikimde
boynumdaki damarlar üstüste binip beni tam anlamıyla
boğardı.”
Adam
hemşireye bakıp, ”Nasıl koşturduğumu
görüyorsun. Oysa
beni doksan
kere, yüz kere aldattı. Evcilleştirilmiş miydim, terbiye mi
edilmiştim
anlayamamıştım, ama zaman zaman bile bile aldandım. Şimdiki aklım
olsaydı,
ihanetin nasıl olduğunu gösterirdim.” Hemşire,
”Bir
yaşıma daha girdim, ne
biçim erkeksin sen?” derken suçlananı
anımsadı,
”Allah için güzel kadındı,”
dedi. ”Çok güzeldi, çook! Ona
yıllarca taptım,
göz yaşı döktüm, gözdağı verdim
tınlamadı. İşte şuraya çiziyorum!” Duraksadı;
bakışını
tükürüklü parmağını
sürdüğü yerin üzerinde dolaştırdı,
“Tükürüğüm bile iz
bırakmıyor,” deyip
parmağını yeniden yaladı, “İşte şuraya çiziyorum,
dirilse
yine yapar.”, ”Bence
suçlu sizsizin!”, ”Öyle mi
hanımefendi?”
derken Adamın bakışları bir an aynaya
kaydı, ”Eyvah!” diyerek sıçradı. Sesi
duyan doktor,
”Bir şey mi oldu?” diye
içeriden seslendi. Hemşire, ”Yok bir şey, yok bir
şey!
Aynada yarasını gördü,”
dedi. Adam gözlerini aynadan ayıramadan, ”Benim
gördüklerimi sen de görüyor
musun?”, ”Neyi?”, ”Ayna
çatlamış.”, ”Yılların aynası, benden
yaşlı.”,
”Başka
bir şey görmüyorsun değil mi?”,
”Ne görmemi
istiyorsun?”, ”Boş ver.” Oysa
hemşire aynada adamın suratını parsellenmiş
görüyordu.
“Aldırma! Burada gündüz
bile yarasalar dolaşır!”, ”Ne biçim yer
burası?” Hemşire gülümsedi,
“Sakin ol, sakin olun, dedi yumuşak bir fısıltıyla;
lütfen sakin olun, zamanla her şey
düzelecek!”
Adam,
eşinin
götürüldüğü yeri
göstererek, “Hep onun
yüzünden,” dedi.
Hemşire içinden, ‘Güzel
kadındı!’
sözünü
yineledikten sonra, “Şikayet dedin de; nedenleri bulunamadı
mı,
şikayetin önü
alınmaz. Sen bir kendinin şikayette bulunduğunu sanıyorsun. Biz bin bir
çeşitiyle karşılaşıyoruz.”, “Nedeni
burada!“,
“Öyle deme! Şikayetin
önüne
geçebilmek için bir şeyler yapılması gerektiğine
inanmıyor musun?”, “İnanıyorum
inanmasına da sanki, içimde dinmeyen bir şey
var!”,
“Zaman zaman şikayetler
dinlenip iyileştirme yoluna gidilir, gidiliyor da! Önce bunun
kayıp mı,
haksızlık mı olduğunu saptamamız gerekir ki, bunu titizlikle yaparsak
eninde sonunda
yolun sonuna ulaşırız. Sürüncemede bırakmakla bir
futbol
topunun içerisine
tıkılmış gibi, o ayak senin bu kafa benim gider geliriz.
‘Sorunların şikayetçi
üzerinde kimi üzüntüler doğuracağı
doğal, yine de
gözümüzde büyütmemiz doğru
değil. Hani yapılanlar bir damla suda boğulabilecek kadar
önemsiz!
İki dakika
sabredilse her şey düzelecek, sabırsız milletiz.”,
”Sen bana terapi mi
yapıyorsun kızım? Nasıl sabırlı olabilir,
iğrençliklere
nasıl
katlanabilirim, soluğu ensemde? Bir iyilik yapmak istiyorsan nasıl
unutabileceğimi söyle!”, ”Kafana
takmayacaksın, nasıl
mı? Orasını sana
bırakıyorum!”, ”Nasıl takmayım faturası hep bana
çıkıyor. Öteki dünya
öcünün
avuntusunda. Bilmiyor ki, aksini yapsa da bu dünyada ona kimse
çamur atamaz,
hem sen kim oluyorsun?”, “Ben...“ Lafı
kızın ağzından
kaptı, “Siz kadınlar
zaman bulamadınız ya da canınız istemedi mi özür
dilersiniz,
tamam! Her şey
eskisine dönmüş, ‘Ben’iniz
kurtulmuştur. Zaten
evde zamanı fısıldayan ne bir
insan ne de saat kaldı. Olanı da yokettiler. Sen özür
dilemeyi bile şikayet
sanıp önlemini alma çabasına
giriyorsun.“,
“Zarar vermemek için!”
“En
yumuşak önlem sabırdır,
biliyorum. Oysa, şikayetlerin ortak ereği kaçan huzuru
yakalamaktır.“ Elini
alnına götürdü, ”Başım ağrımaya
başladı,
beynimdeki tortuları bir atabilsem,
bunları bir daha asla konuşmayacağım. Ama, önce sıkı bir
gözden geçirmeliyim; o
adam...”, “Hangi adam?”,
“Sevgililerinden biri.
Bize ilk geldiğinde ışıl ışıl
parlayan saçlarını ensesinde topuz yapmış dolaşıyordu. Ben
saçının yağından
kaçarken, o eşimin peşindeydi! Dilim tutulmuş ağzımdan,
‘Defol!’ sözcüğü
çıkamamıştı.” Sesini yere vererek, “O
zaman
yapsaydım bunların hiçbiri olmazdı.
Kaybetme korkusu yerleşik bir inanç olmuştu
yüreğimde,” diye mırıldandıktan
sonra, “Şimdi bunlar söze dökülse,
hani ağıza
alınmadık sataşmalara
dönüşebilir...”, ”Hepsi
geçmişte
kaldı!”, “Şimdiye dek iç
küskünlüğüme bir
gerekçe olmaktan ileri gidemedi.” Hemşirenin
bakışları
Adamın gözlerine kaydı,
“Gerçekten güzel kadındı,”
dedi. Bakışları
yakalayan Adam isterik bir kahkaha
atıp, “Islak tanelerin diriliğini anımsıyor musun?
Hâlâ iştah kabartıyordu,“
dedi. Hemşire topalanıp, “Anlamadım?”
Gözlerinin
derinine inmeye çalışarak,
“Bir deneme yapalım mı, ne dersin? Hani aklımıza estiği gibi!
Şunu söyleyim;
bundan daha iyi bir yaşam hayali, masaldır! Ben yaşadım.“,
“Ne denemesi, ne
masalı?“ Adam içinden,
‘Düşünceye daha
hazır değil!’ deyip sustu.
Adam,
ondan ona bir enerjinin
gidip geldiğinin ayırımına varmıştı da çeşidini
çıkaramamıştı. Birbirine
bakarken hoş gelen değişme kuşların coşkusu gibi zaman zaman
kahkahalarla,
zaman zaman bağıra çağıra geliyordu. Ne kadar ağırbaşlı
olmaya çalışırsa
çalışsın mesafe kısaydı; yüz hatları
çarpılıyor ve o anda kadına isterik
titreşimler gönderiyordu.
”Darbeleri
peşpeşe
sıralayınca kendimi denetim altına alamıyor, öfkemle
yüzleşmeye zaman
bulamıyordum. Sabır ve hoşgörüyü arasam da
geç kalıyor, namluyu çoktan beynime
çevirmiş oluyordum. Onun öfkesi benim
öfkemi tetiklememeli diyordum, ama
buyruğundan çıkamıyordum...”, “Zaman
içerisinde başaramadın mı?“,
“İnanç
meselesi! Aykırı bir iş peşinden ikincisini
sürüklüyordu. Yine de o sahneyi
seyrederken kendimden geçiyordum...” diyerek
hayallere daldı.
Başını
ağır ağır sallayarak,
“Kapı zilini bozmuştu bir gelişinde,” dedi.
“Aynı adam mı?”, “Kapının zili
‘Çın!’ edip kaldı, ardından kuruyup
sertleşmiş kağıdı tokatlayan sesler çıktı
çanından. Sesler inlemeye dönüp sustu,
çalışmıyordu zil. Bir de ne görelim;
içine kağıt sıkıştırılmış, bastıra bastıra. Kim yapabilir,
kim olabilir, dedik.
Ahmakça bir soruydu. Kim yapacak; yapan ortalıkta
dolaşıyordu! Kurumuş kağıdı
tek tek çıkarınca, onun okuduğu gazeteden koparılmış
parçalar olduğu anlaşıldı!
Belki
de onunki meydan
okumaydı. Bilerek yapmanın iyi ahlaklı bir şey olduğunu sanıyordu!
Suç onun
arsızlığında değil, bendeydi!”, “İnsan sevdiği şeyi
saklar, korur, korumaya
çabalar.”, “Yazık ki,
olmadı.”, ”Aynanın çatlağından bakma,
gerekmeyen bir
yerini kesersin. Yana kay, hah şöyle! Orada seni
parça parça görüyorum. O adam
şimdi nerede?” Adamın bakışları morgun kapısına kaydı,
“Bilmiyorum.”,
“Görünüşe
bakılırsa; sizin evde iyiyle kötü aynı
anlamdaymış!”, “Bir anlamı daha vardı:
Şehvet!”, “Şu kadarcık anlatmanda bile sizden,
içerisinde yuvarlanıp bir kitap
yazacak kadar konu çıkabilir!” Adamın ayrılan
gözlerinden çekinip, “Bana
bakmayın!” dedi. Adam gülümseyip,
“Umut verici sözler de olsa beni etkilemez...
Zira viyaklamanız havuza yılanları çağırmanın dışında bir
işe yaramaz!”
Hemşire
içinden, ‘Yüz kasları
doğru söyleme alıştırması yapmamış, ne biçim Adam?
Söylerken felç gelmiş gibi
zorlanıyor. Düşünceleri orada buluştuğu an
öyle hızlı solumaya başlıyor ki,
enerjisi bir gelip bir gidiyor. Şu anda beynimden kulağıma bir ses
davul
arsızlığıyla bir şeyler diyor, ama nedir?’ dedi.
Böyle durumda kaçması,
uzaklaşması gerekiyordu, ancak uzuvları emir vermede zorlanıyor ve
için için
Tanrıya yalvarıyordu, ‘Biri yanımda olsun,’ diye.
Kendini tutamayıp, ”Defol!”
diye bağırdı.
Adam
aldırmaz tavrını
bozmadan, “Evde yalnız onunla değil, bana ters düşen
herkesle savaşmayı göze
almam ya da başka yolu yeğlemem gerekiyordu ki, uyum sağladım.
Öyle bakma,
gerçeği gerçek dışı gösteren bir
güçle nasıl savaşabilirdim? Oysa, aynanın
çatladığı günden beri davranışlarında olumlu bir
gelişme görülmüyor değildi;
yüz hatları yumuşamaya, titreşimlerimi soluğu kesilmeden
algılamaya başlamıştı,
ancak ömrü yetmedi!“,
“Ömrü mü yetmedi?”,
“Dur sana seni anlatayım mı,
diyeyim?” Hemşire, ‘Kimseyi sevmez bu
Adam,’ dedi içinden. Her şeyi içinden
söylüyordu. Bu tür insanlar oldum olası onu
korkutmuştu. Yine çenesini
tutamayıp, “Kaza diyorsun da, izler boğuşmaya
benziyor!” dedi. Adamın genizden
gelen kalın sesiyle, “Siz hemşireler de her şeyi
bilirsiniz!” dedi.
Olay
aklına geldi, ‘Bilse
karnının deşilip paslı yayların fırladığını, organlarının saman artığı
gibi
döküldüğünü, ayna
kırıklarını bıçak gibi kullandığını... Görmedi,
göremezdi.
Çok şey ödesem de amacıma ulaşamadım. İşte onu
ölümsüz kılan da bu olmalıydı;
sonu hızlandırma! Allah var ya hoşlanıyordum ben de!’ diye
düşündü ve o an
içeri giren bir adama bakıp, “Allah
kahretsin!” diye mırıldanarak eliyle
yüzünü
kapattı ve hemşireye, “Direksiyor izleri!” dedi.
Hemşirenin
gözleri doktorun
kapısına kaydı, üzerine çullanan lambanın soluk
ışığı daha acınası
gösteriyordu, “Neyin iyi neyin
kötü olduğunu anlayamaz hale geldim! Elim
ayağıma dolaştı, gelgelelim polisi inandıramaz,” deyip
içeri yürüdü.
|