ana sayfa / editoriyal / içindekiler / h@vuz'dakiler / erişim /  yapıt gönderme yerleği /  ilkelerimiz / arşiv

 
Arka Sokaktan Dizeler
  
                                                                bir  kötülük durağı olarak ‘cannibal corpse’: 
                                                                                                      arka sokaktan dizeler

 

  edebiyatta kötülük; transgresyonel kurgu vasıtasıyla edebiyatta uzunca bir zamandır aşina olduğumuz bir konudur; ama georges bataille’nin bu kavramı kitabına başlık olarak koymasıyla bir isme kavuşmuştur: edebiyat ve kötülük(1). bataille, bu ünlü kitabında sade’den emily bronte’ye transgresyonel kurgu yaratıcılarını ve eserlerini incelemiş ve bu araştırmanın sonucu olarak elinde  kötülükten beslenen ya da başka bir deyişle doğasında kötülüğü bulan bir yazın kalmıştır. dışlanmışların ve  marjinallerin; bir tepki yolu olarak,  alışılagelmiş her şeye, sosyal gruplara ve bunların yerleşik düzenlerine saldırılarını içeren, provokasyon ve şiddet dolu bir dünya. bu dünya illegaldir, çoktan yasaklanmıştır, dışındakiler için cehennemin öbür adıdır. yaratıcıları zaten çoğunlukla bu dünyadan gelmişler, yazıyla ‘kurtulmamışlar’, ‘kurtulmayı’ da zaten istememişlerdir. kötülük bir soru işareti olarak önümüzde dururken ne charles bukowski, ne georges bataille, ne j.g. ballard bize bir yol gösterici olarak görünür. çünkü önümüzde duran bu yeni dünya bir alternatif olmaktan çok kocaman bir soru işareti gibidir. bizi afallatır, bize bulunduğumuz yeri sorgulatır, mekanların değişmezliğini ortadan kaldırır. burada aslında nokta yoktur. nokta aramak aslında bu dünyayı anlamaya çalışmamak demektir.

   (bize iyi evler, aileler kurmamız gerektiği söylendi, işe girecektik, para kazanacak, işçilerimizi ezecektik, sonra savaşlar çıkaracak, kanser hastaları için kemoterapi ilaçları üretecektik. başarılı olmak için her zaman noktalı cümleler kuracaktık ve asla sayıklamamıza izin verilmeyecekti. kötülük yazarları ise mütemadiyen sayıklıyorlar, yarattıkları bu dünya her ne kadar şiddetle bezenmiş bile olsa, burada noktasız cümlelere yer var.)

 jean genet, kitaplarında eşcinsel ve hırsız arkadaşlarının ‘kamış’larından(2) bahsederken, alışık olmadığımız bu dil bizi önce afallatır, işlediği suçlardan ve yaşadığı karanlık, pis sokaklardan daha çok yazarın erotik dünyası bizi sarsar. tıpta kullanılan terimlerle kapatarak bir nevi süslediğimiz cinsel organlarımızın ve uzuvlarımızın, genet’in dilinde en doğal hallerinde barındıklarını görürüz. kötülük edebiyatından birçok örnek verilebilir; fakat burada asıl incelenmek istenen ve bu alanın türleriyle karşılaştırılacak özellikler barındıran bir başka konu cannibal corpse adlı bir abd’li death metal gurubunun şarkı sözleridir ve adı bile tek başına sarsmaya yeter: yamyam cesetler.

   gurubun ‘eaten back to life’ adlı albümünden bir parça olan ‘a skull full of maggots (kurtçuklarla dolu kafatası)’un dizeleri ölümün soğukluğuna ve dehşetine yönelik yazılmış ve türlü ayrıntılar içeren bir övgüdür:

“ıstıraplı bir ölümden sonra orada öyle soğuk yatıyorsun
 hayatın çabuk sona erdi son nefesini verdin
mezarda ölüsün, son mekanın
yamulmuş suratını kurtçuklar işgal ediyor

damarlarındaki irin kanın yerini alıyor

çürüme yerleşiyor(vücuduna), kemikler çatlamaya başlıyor

6 fit aşağıya çürümek için fırlatıldın

beynin siyah siyah sızıyor kırılmış boynundan aşağıya doğru

kafatası kurtçuklarla dolu


mezarına giriyorlar -kurtçuklar- ziyafete başlamak üzereler- kurtçuklar

üzerinde sürünüyorlar –kurtçuklar- ziyafete başlamak üzereler- kurtçuklar 
kurtçuklar çürütüyorlar –kurtçuklar- cesedini işgal ediyorlar- kurtçuklar
ölünün parazitleri –kurtçuklar- nasıl da kafanda ikamet ediyorlar”
 

   gurubun ‘thew bleeding’ adlı albümünde yer alan bir başka şarkısı “ stripped, raped and strangled (soyulmuş, tecavüz edilmiş ve boğazlanmış)’’, bir katilin itirafıdır. katil bir değil tam yedi kadını soymuş, onlara tecavüz ettikten sonra bu kadınları öldürmüştür. yoğun şiddet içeren bu şarkı, şiddetle haşır neşir olmuş bir kültürle karşı karşıya olduğumuz izlenimini yaratır. bu öyle bir kültürdür ki karşısında başka herhangi bir dil kifayetsiz kalır. bu dilden konuşan biriyle kendi arındırılmış ve üstü kapatılmış dilinizle konuşamazsınız. ölümü anlatan biriyle, çete kavgalarına karışan, yaralanmış, yaralayan, küfreden, yeri geldiğinde size de vuran biriyle ya başka bir dil konuşabilirsiniz (ama o zaman da siz siz olmazsınız) ya da hiç konuşamazsınız. ölümü anlatan, şiddetten zevk alan ve cinayeti ‘bakkala gittim dönerken bisikletten düştüm, o sırada ayşe teyzeyi gördüm’ gibi sıradan bir anıyı anlatır gibi cümlelere döken kişi unsuru bu kültürün sadece bir ayrıntısıdır, arkasında bir başka dünya ve bu dünyaya ait daha başka, birçok unsur vardır:


“kim olduğumu bildiklerini sanıyorlar
oysa tek bildikleri öldürmeyi sevdiğim

surat aşağıda, ölü bir halde yerde

bir başkası bulunmadan önce beni bulun

karanlığın içinden canlı gelir
öldürülmüş ve adsız olarak terk edilir
çürümüş ve gömülmemiş bir halde ölü

böcekler tarafından yarım yenmiş

çok güzeldi
öldürmek zorundaydım
onu bağladımağzını kapattım
bağıramazdı
vahşice tecavüz ettim
boğazını iple sıkıca bağladım

vücudu titredi, nefes alamazken

boğazlanmak öldürdü onu

aynen diğerleri gibi”.

   bu şekilde devam eden ve ‘diğerleri’nin kadın olduğunu belirten sözler, sade’nin ‘erdemle kırbaçlanan kadın’ının yaşadığı dram kadar ağır bir trajediyi dillendirirken; aynı zamanda alabildiğine sakin, soğukkanlı bir atmosfer yaratmayı becerir. bu atmosferin yaratılmasında belli ki kısa ve yalın, tek fiilli cümlelerin etkisi çoktur. bundan başka, art arda sıralanan dehşet verici olaylar, okuyanda bir süre sonra aşinalık duygusu yaratmaktadır. ‘sade’ ve günümüzde dahi çok tartışılan kitabı ‘yatak odasında felsefe’de(3) tanık olduğumuz buna benzer bir tekrar, okuyucuda aynı aşinalık duygusunu yaratır. eugenie, madame de saint-ange ve dolmance arasında yaşanan cinsel eylemler değişse de bu eylemlerin etrafında bir hale gibi dokunmuş estetik ifadeler bizi bu atmosfere bir adım yaklaştırır. 

“bağıramam ağzım bağlanarak kapatıldı
göremem gözlerim kanla doldu
acı çekerken gebermeliyim
azap verici bir cezanın esiriyim
yaşamak için tüm nedenleri kaybederken
bu acı dolu ölümün tadını çıkarıyorum
ölü insan koleksiyonunun
ölü insan koleksiyonunun bir parçası olmak
patlatılmış kulak zarlarıyla duyamıyorum
zorla nefes alabiliyorum
kaburgalarım ezildi
acı çekerken öleceğim
sakat bırakılmış, iğrenç bir vahşi hayvanlar koleksiyonu
aklını kaçırmış için bir koleksiyon
ölüme yakınım
ölüyle beraber ben de bir ölü olmak istiyorum
ölü insanlar koleksiyonunun, ölü
onlardan biri olmak istiyorum
müstehcen bir derleme
psikopatlar için toplantı*
öldürücü anarşi
bu aşağılık cemaatin son üyesiyim
bağıramam ağzım çürüdü, bağlandı
göremem gözlerim toza dönüştü

ölü insan koleksiyonunda öldüm
ölü insan
ölü insan
ölü insan koleksiyonu”

   ‘bloodthirst’ albümünden olan bu şarkı (‘dead human collection’-ölü insan koleksiyonu) da ölüm üzerine bir methiyedir. belli ki işkenceyle öldürülmüş bir insanın, ölümünden ölüm sonrasına kadar yaşadıkları anlatılır. ölümden sonra da hissedebilen, dolayısıyla ölümü hissedebilen ve bundan memnun olan cannibal corpse karakterleri, ölüm soğukluğunu aşina olunan bir günlük konuşma metni haline getirmişlerdir. tıpkı sade’nin cinselliği işlemesi gibi cannibal corpse da ölümü, günlük ritüelleri anlatır gibi betimler. günlük hayatta pek konuşmadığımız, konuşsak da bunu kapalı kapılar ardında yaptığımız cinsellik konuşmaları, sonra ölüm, suç, kan, öldürme, parçalama, acı çektirme, şiddet kavramları kötülük edebiyatında bolca işlenir. sayfalar boyunca ilerlerken, aynı konu defalarca dillendirilir gibi gelir bize; oysa işlenen konu aynı olsa da karakterler sürekli devinim halindedir, konuyla beraber hareket eden diyaloglar sürekli değişir. aslında aynı olan; her zaman kaçmak istediğimiz ve iğrendiğimiz, bizi mütemadiyen rahatsız eden ‘konu’dur; yani ya cinselliktir, ya ensesttir, ya hırsızlıktır, ya homofobik düşüncelerimizin anlamak istemediği eşcinselliktir ya da bir başka aykırı duruş, tavır veya eylemdir. bunun gibi bir başka yeraltı konusu olan fahişelik, sürekli lanetlenen ama patriyarka devam ettikçe var olmuş bir kurumdur. jean genet gibi sokaklardan gelmiş ve fahişelik yapan ‘nelly arcan’, ‘fahişe’ (4) adlı kitabında, kendi hayatından satırlar aktarır ve bu satırlar sayıklamalı bir bütün halinde virgüllerle devam eder:

   “Ama bazen bu elimde olmuyor, unutmak, müşterileri tek bir erkeğe ve o erkeği de kamışına indirgemek yani; kimi zaman onlar ve tuhaf merakları fazlaca meşgul ediyor beni, onları böyle hasta görmek bir cinsellikleri olduğunu unutturuyor, insanın onlarla oturup ağlayası geliyor, çünkü yapılması uygun olacak tek şey bu; ve böylesi anlarda düşündüğüm para olmuyor artık, insan parayı düşünemez böyle anlarda, bunu asla unutmayacağını düşünebilir yalnızca, erkeklerin kadınları sevme konusundaki zavallılıklarını ve bu zavallılıkta üstlenilen rolü, bize gösterilen umutsuzluk sevgisini ve üzerimize yeniden kaplanan odayı; ve bence başka bir şey yapmamak üzere gözlerimizi sıkıca yumsak, gözlerimizi her şeye kapatsak bile, tüm bir hayat boyunca çok uzaklara kaçsak bile, fahişeyi müşterisine bağlayan şeyin yıkımını bize hiçbir şey unutturamayacak; hemen değil, ancak yalnız kalınıp da tekrar düşünmemek elden gelmeyince farkına varılan çok yakından şahit olunmuş bu çılgınlığı hiçbir şey unutturamayacak…’’

   bu yazarlar konuşmadıklarımızın perdesini aralarlar ve ‘haydi bunları da konuşalım’ diye haykırırlar; fakat bunun dışında çok önemli bir şey daha derler: yazıyla olan ilişkimizi belirleyen şey, resmi eğitim kurumlarını bitirmiş olmak değildir. herkesin anlatacak bir hikayesi olabilir ve bunu aktarmanın yöntemi illa üniversitelerde edinilecek değildir. bu duruş aynı zamanda, yazının ve bilginin bir erk haline getirilmesine karşı çok sert bir eleştiridir.

   cannible corpse’ yi kötülük bağlamında incelemeye iten neden, şarkı sözlerinin neredeyse hepsinde ölüm temasının işlenmesidir. yani gurubun, düşünmek bile istemediğimiz bu konuyu birçok yan figürle dizelerine yaymış olmasıdır. ölüm kelimesi başta olmak üzere; kan, karanlık, karanlık mekanlar, akıl sağlığını yitirmiş(sane)ler, kişi anlamına gelen ‘person’ yerine daha şekilsizleştirilmiş ve arındırılmış bir anlam taşıyan ‘human’ yani insan sözcüğü, çeşitli insan organ ve uzuvları -ki bunlar çokça parçalanmanın  ve çürümenin öznesidirler, çürükler, saldırı eylemleri, ceset, kafatası, yeraltında yaşayan hayvanlar, çığlık atmak, soykırım, şeytan, işkence, mezar, ölüyle seks, vb. kelime ve kavramlar çok yoğun bir şekilde kullanılırken küfür çok azdır.** kötülük edebiyatında gördüğümüz bir tarz burada da vardır: cümleler her ne kadar sarsıcı olsa da kelimeler her türlü ağdalı ifadeden ve süsten arındırılarak, yalın anlamlarıyla kullanılmıştır. üstünü kapattığımız doğallık, kötülük edebiyatı vasıtasıyla gözümüze sokulmakta ve kaçarken yakalandığımız için bizi oldukça rahatsız etmektedir.

*buradaki dizenin ‘assembely for pyschotic malefaction’ olarak geçtiği düşünülürse: ‘faction’, farklı gruplar arasındaki anlaşmazlık demektir, hatta çete sürtüşmeleri için de kullanılır. ‘male faction’ bu anlaşmazlığın eril karakterli olduğunu belirtmektedir kanımca. bunu nasıl çevireceğimi bilmediğimden dolayı, tam bir tanım yazamadım. fakat açmaya çalışırsak, aşağı yukarı şu anlama geliyor: “psikopat erkek anlaşmazlığı için bir toplantı”.

**buraya bir parantez açarak ekleyelim: 90’lardan itibaren abd’de, bol küfür kullanılarak yazılan rap müzik parçaları meydan okuyucu karakterlidir; yazılan cümlelere bir karşılık beklenir, çünkü gangsta rap dediğimiz rap kültürü, sokaktaki çetelerinden beslenmektedir. oysa death metal gurupları; sözlerinde sadece kendilerini, kendi özgünlüklerini, varoluşlarını anlatırken meydan okuyucu bir söylem kullanmazlar. aynı şeyi kötülük edebiyatında da görürüz. yazarlar kendi şiddet dolu dünyalarını anlatmakta, bu dünyadan haberler vermekte ama herhangi bir cevap beklememektedirler.

(1) edebiyat ve kötülük, georges bataille, ayrıntı yay., 2004

(2) hırsızın günlüğü, jean genet, ayrıntı yayınları,1998, sf.22: ”Önce şu bilisin ki, adamda Hıristiyanlığa özgü o erdemlerden hiçbiri yoktu. Tüm görkemi, tüm gücü bacaklarının arasından kaynaklanıyordu. Kamışı ve onu tamamlayan her şeyi, takım taklavatı öyle güzeldi ki, buna yalnızca üreme organı diyemem.’’

(3) yatak odasında felsefe, marquis de sade marquis de sale, ayrıntı yay., 2005

(4) fahişe, nelly arcan nelly arcan, ayrıntı yay., 2005, sf. 52


Özgeçmişler:

georges bataille
jean genet
marquis de sale
nelly arcan







                                                        Selen Vargün