ana sayfa/ editoriyal/  içindekiler/  h@vuz'dakiler/ iletişim-erişim/ yapıt gönderme yerleği/  ilkelerimiz/ arşiv

 
Albert Einstein, Köktenci: Siyasal Bir Kesit

2005, Albert Einstein’ın ellinci ölüm yıldönümüne ve fizik çalışmalarını dönüştürecek belli başlı beş bilimsel makalesinin yayımlanmasının yüzyıldönümüne karşılık geliyor. Einstein’ın içgörüleri, öyle devrimciydi ki doğa bilimlerindeki yerleşik öğretiye meydan okumakla kalmadı, ortalama insanın bile dünyaya bakışını değiştirdi. 1920’lerle birlikte, çağımızda  magazin gazeteleri ve kablolu haber kanallarının yükselişine dek, olağan sayılmayacak ölçüde bir uluslararası yaygın üne kavuşmuştu. Anlaşılması güç bilimsel makaleleri de boyalı basınla söyleşileri de başsayfa haberi oluyor, dünya haberlerini donatıyordu. Öte yandan, özellikle, ölümünden sonra yazılan kesitlerde ve yaşamöykülerinde pek de olmayan; Einstein’ın sözünü sakınmaz bir köktenci olarak, zamanındaki siyasal yaşama katılımının aklı başında bir tartışımı idi.  

Albert Einstein, 14 Mart 1879’da, özgürlükçü, laik ve kenter (burjuva) bir Alman Yahudi ailesine doğdu. Genç Albert’in çocukluğu ve ön ergenliği, sıradan olmayan bir nitelik taşıyor görünmüyor. Birçok ondokuzuncu yüzyılın son onyıllarının genç insanları gibi, meraklıydı, Darwin okudu ve özdeksel (madde), yani doğal olan dünyaya ilgi duydu ve “ ‘yasa içindeki yasa’yı ayrıksılamak için doğanın gizi”ni kavramayı arzuladı. 

1895’te Einstein, 16 yaşındayken, Alman yurttaşlığını kendi isteğiyle bırakarak, İsviçre’ye yerleşti. Bunun temel nedeni, zorunlu askerlik yapmak istememesi ve bir de Zürih Çoklu-kılgı (Politeknik) Kurumu’nda eğitimini tamamlamak istemesiydi. Almanya ve Avusturya üniversitelerinde egemen olan Yahudi karşıtlığından görece bağımsız olan bir ortam sağlayan Zürih’te, sonunda doktorasını aldı. Ama Zürih’in başka ödülleri de vardı. Einstein, zamanının büyük bir bölümünü, Aleksandra Kollontay, Leon Trotskiy ve birkaç yıl sonra, Lenin’i de içermek üzere, Rus köktencilerinin uğrak yeri olan Odeon Kafe’de geçirdi. Einstein’ın, Odeon Kafe’nin insanı kendinden geçiren siyasal tartışmalarına katılmak için, okulu astığı bile oluyordu.

Akademik kadro bulamayan Einstein, 1902’de, Bern’deki İsviçre patent kurumunda çalışmaya gitti. 1905’i yani ‘harika yıl’ını yaşaması, özel görecelik kuramı, nicem (quantum)
fiziği ve Brown devinimi üstüne makalelerin yayınlanması, buraya rastlar. 1914’te Berlin’den, tam kadro profesörlük önerisi aldı ve kabul etti. ‘Einstein Dosyası’nın(*) yazarı Fred Jerome, bu iş önerisinin, büyük olasılıkla, hükümetlerinin imparatorluk hedeflerini özendirmek için, bilimsel ve kılgıbilgisel yetenekleri bulup çıkarma amacıyla, Britanya, Fransa ve Almanya arasında yapılan ödüllü yarışmanın bir sonucu olduğunu belirtiyor. Ne yazık ki Einstein, bu kadroyu, Almanya’yla düşmanları arasında Birinci Paylaşım Savaşı çıkmadan hemen önce aldı.

Einstein, daha önce yandaşı olduğu Alman Toplumsal Halkyönetimcileri’yle (Sosyal Demokrat) anlaşmazlığa düşmek pahasına da olsa, savaşa karşı çıktı ve kendini, partideki, savaşı, savaşan tarafların egemen sınıfları arasındaki bir kavga olarak gören azınlığın yanında konumlandırdı. Einstein, kendini, meslektaşlarının birçoğuyla da görüş ayrılığı içerisinde buldu. O zamanlar, Einstein’la eşdeğer saygınlıktaki bir fizikçi olan Max Planck ve sayıları yüzü bulan diğer bilimciler, bir kuşak sonraki Nazi saldırgan sözlerini andıran bir dilde yazılmış; savaşı, “beyaz ırka karşı haddini aşan” “Rus güruhu”na, “Moğollar”a ve “Zenciler”e karşı meşru görülebilecek bir direniş olarak ussallaştıran, Almanya’nın savaş hedeflerini savunan aşırı ulusalcı “Uygar Dünya’ya Manifesto”ya imza atıyorlardı. Yalnızca Einstein ve onun dışındaki üç bilimci, daha sonra Alman hükümetince yasaklanacak bir belgeyle bu manifestoya yanıt veriyor ve bilim insanlarının (ne yazık ki, çok sayıda yazar ve sanatçı ile de birlikte) davranışlarının utanç verici olduğunu belirtiyorlardı. Bu yanıt verici metne imza koyanlardan en az bir tanesi tutuklandı. Einstein tutuklanmadı; bu, yeni kazandığı, yalnızca, kendisini korumasını değil, başkalarının konuşamadığı durumlarda, sözünü sakınmamasını sağlayan ününün gücünün ilk örneğiydi.

Einstein, savaşın çalkantılı sonunda, sözünü sakınmamayı sürdürdü. Çok ünlü bir olay şuydu: Kaiser Wilhelm’ın tahttan düştüğü gün –bu, yalnızca ateşkese değil, diğer yedi Avrupa tekbaşlılığının (monarşi) düşüp, hepsinin yerini, o sıra, özgürlükçü ve toplumsalcı yönetimlerin almasına tanıklık eden bir onbeş gündü-, Einstein, sınıfının kapısına bir yazı astı: “DERS İPTAL- DEVRİM.” Savaş boyunca, karşı çıkışlarında, özgürlükçü ve köktenci öğrencilerine ve meslektaşlarına katıldı ve onları savundu; şimdi, savaş sonrası, daha sonra hızla Nazicilik’e dönüşecek, yeni yeni gelişen, öç peşindeki askerciliğe (militarizm) karşı direnişte onlarla birlikteydi.

Einstein’ın ön saflarda oluşu, nefret dolu Yahudi karşıtlığının canlanmasında O’nu bir odak yaptı. Görececilik üzerine yapıtları, yalnızca aşırı sağcı siyasetçilerce değil Alman meslektaşlarınca bile, bir “Yahudi sapkınlığı” olarak kötülendi. Einstein, artık, uluslararası üne sahip bir fizikçiydi. 1921’de, ışığın nicem doğasını gösteren foto-elektrik etkisi üstüne yaptığı çalışmalarla Nobel Fizik Ödülü’nü aldı. Weimar Cumhuriyeti’nin ekinsel ve toplumsal yaşamında da ön saflarda yer alıyordu. Aynı zamanda, siyasal görüşlerinde gittikçe sözünü sakınmazlaşıyordu. 1920’lerde, Almanya’da, tırmanışta olan ırkçı ve aşırı ulusalcı şiddete ve aşırılık yanlısı ulusalcılığa karşı, Avrupa’nın birliği için çalıştı ve Yahudiler’i, artmakta olan şiddete karşı korumayı amaçlayan örgütleri destekledi. Eşitlikçi çizgisi, dizginlenemez bir nitelikteydi: Yoksul öğrencilerin karşılayamayacağı üniversite harçlarındaki artışa karşı, Einstein, akşamları, düzenli olarak, ücretsiz fizik dersleri veriyordu. Avrupa’daki turumyapısal (iktisadi) ve siyasal bunalım keskinleştikçe, Einstein, gittikçe çok kez, bilimsel konferanslardaki platformları, siyasal soruları yanıtlamak için kullandı. Jerome şöyle diyor: “O’nun için, sabah bir üniversite dersinde, görececiliği tartışıp sonra aynı günün akşamı, gençlerle askere gitmemeleri için konuşmak, hiç sorun değildi.” 

1930’la birlikte, Hitler’in Ulusalcı Toplumsalcı Partisi, Almanya’da egemen siyasal güç olmak üzere dengeyi tutturdu ve evinde sözünü yine sakınmayan Einstein, kendini, her keresinde daha fazla olmak üzere, bir yandan bilimsel bir yandan siyasal dışavurumlar için candan çıkışlar yapabileceği yurtdışına bakarken buldu. Britanya’da, Hollanda’da ve Avrupa’da başka yerlerde ve 1930’dan sonra, Kaliforniya Kılgıbilgisi Kurumu’nda konuk öğretim üyesi olarak ders verdi. 30 Ocak 1933’te, Naziler, gücü ele geçirdi ve Einstein’ın Berlin’deki mülküne el koydular. Mayıs’ta Hitler’in yaymaca (propaganda) bakanı olan  Göbbels, özellikle Einstein’ın yapıtlarını içeren, kamuya açık bir kitap yakma gösterisi düzenledi; bu vahşiliğin resimleri, dünyanın dört bir yanında yayınlandı. Nazi gazetelerinde, Einstein’ı öldürecek kişiye büyük bir para ödülü verileceğinin yazılmasından sonra, Einstein, Hollanda’daki konuşma turunu, korumalarla birlikte tamamlamak zorunda kaldı. O kış, Kaliforniya Kılgıbilgisi Kurumu’ndayken, kendisi ve ailesi, Berlin’e dönmemeye karar verdi. Onun yerine, kendisine önerilen, New Jersey, Princeton’daki İleri Çalışmalar Kurumu’ndaki yaşamboyu kadroyu kabul etti ve Mercer Sokağı’nda gösterişsiz bir eve yerleşti. 

Orada, kendini yeni ülkesine alıştırmaya çalışırken, kararlı bir biçimde, elektromanyetizmanın ve yerçekiminin aynı temel görüngünün iki farklı görünüşü olduğunu gösterme çabası olan Birleşik Alan Kuramı üstüne çalıştı. Bu, O’nun, yaşamının geriye kalanında başlıca bilimsel uğraşı olacaktı ve günümüz fiziğini ve evrenbilimini hareketlendirmeyi sürdürmektedir. 

1940’ta A.B.D. yurttaşlığına alınmadan önce, Einstein’ın siyasal uğraşları, Naziler’in Yahudi karşıtlığının ve buyurganlığının (faşizm) yıkımına odaklanmıştı. Bir kez daha, ününü kullanarak, sığınmacıların A.B.D.’ye göç etmelerine izin verilmesi için, hükümete dilekçe verdi, ama geri çevrildi. Sonra, Eleanor Roosevelt’e eşini ikna etmesi için rica eden diğer Avrupalı aydınlara katıldı, ama sonuç aynıydı. Bu, Einstein’ın FDR (1) yönetimiyle ilk çatışması değildi. İspanya İç Savaşı’ndaki Franko karşıtı güçleri, etkin olarak ve açıkça destekledi. Nazi Hava Güçleri, İspanyol köylerini bombaladığında, Birleşik Devletler, Britanya ve Fransa’yla birlikte, Cumhuriyetçi güçlerin cephane gereksinimini hiçe sayarak, düzmece bir “yansızlık” ambargosu uyguladılar. Einstein’ın da katkıda bulunduğu örgütlü gösterilere ve çağrılara karşın, ambargo kaldırılmadı ve (savaş sonrası, A.B.D. yardımıyla) İspanya’nın başına çöreklenmiş buyurgan düzen, ayakta kaldı. Abraham Lincoln Tugayı’ndan yaklaşık 3,000 Amerikalı gönüllü, Cumhuriyet’le savaşma komutuna uymayıp hükümetlerine karşı çıktılar. Einstein, onların, başından beri, ateşli bir destekçisiydi.

1939’da, Naziler’den kaçıp A.B.D.’ye sığınmış Leo Szilard’ın kendisini ikna etmesiyle, Einstein, Başkan Roosevelt’e, çekirdek (nükleer) araştırmalarında Alman ilerlemesiyle ve Almanlar’ın bir atom silahı geliştirme olasılıklarıyla ilgili uyarıda bulunmak üzere bir mektup yazdı. Mektup, A.B.D.’nin böyle bir bomba yapmasına yol açtı. Bu, Einstein’ın en çok anımsanan kamusal edimidir. Bununla birlikte, hükümetin Einstein’ın köktenciliğinden duyduğu korku ve Einstein’ın kendisinin ilgisizliği, O’nu Manhattan İzdüşüsü’nde (Proje) yer almaktan alıkoydu. 

Savaştan sonra, Einstein, Hiroşima ve Nagasaki’nin küle döndürülmesini protesto etti. Fred Jerome, Londra Pazar Ekspresi Gazetesi’ndeki 1946 tarihli bir söyleşiyi anmaktadır. Bu söyleşide Einstein, “Japonya’ya atom bombası atılmasını, Truman’ın Sovyet karşıtı dış siyasetine bağlıyor” ve “FDR yaşasaydı, Hiroşima asla bombalanmazdı” diyordu. Jerome, bu söyleşinin, FBI tarafından tutulan ve kalınlaşan Einstein Dosyası’na hemen eklendiğini belirtiyor.

Savaştan sonraki ilk yıllara, hükümet ve iş çevrelerinde, A.B.D.’nin uluslararası ve yurtiçi amaçlarını desteklemek için değişimlenmiş (manipüle edilmiş) bir ortaklamacılık (komünizm) karşıtı çılgınlık, damgasını vuruyordu. Manhattan İzdüşüsü’ndeki, daha önce, Mayıs 1945’te Almanya’nın yenilmesi ile Ağustos’ta Hiroşima’nın bombalanması arasındaki aylarda bombanın kullanılması üzerine tartışma yürüten bilim insanları, bombanın getirdiği tartışma konularında deneyimlilerdi. Birçoğu, Birleşik Devletler ile Sovyetler Birliği arasındaki bir çekirdek silahı yarışından korkuyordu. Bu olasılığa karşı kulis yapmak için, Atom Bilimcileri Acil Durum Komitesi’ni kurdular ve Einstein, genel başkanlığı kabul etti. Bu konumda Einstein, ilk iş olarak, A.B.D. gücünün askerci genişlemesiyle ilgili görüşlerini belirtmek üzere, Dışişleri Bakanı George C. Marshall’la görüşmek istedi. İsteği geri çevrildi, ama bir orta düzey Atom Enerjisi Kurulu yetkilisiyle görüşmesinde, Truman’ın dış siyasetinin Sovyet karşıtı bir genişlemecilik olduğunu söyledi. ‘Amerikan barışı’nın, A.B.D.’nin imparatorluk tutkusu olduğunu belirtti. Atom Bilimcileri Acil Durum Komitesi’nin çekirdek karşıtı iletisi, ciddi bir kamusal karşılık buldu, ama sonunda, öbek, ordudan atomsal gelişmeyi çekme ve onu uluslararası denetim altına alma amaçlarına ulaşamadılar.

Einstein’ın 1940’lardaki bir diğer başlıca siyasal uğraşı, Birleşik Devletler’de, ırkçılığın, ayrımcılığın, linçin ve beyaz üstünlüğü görüntülerinin süregelmesi üzerineydi. Savaş sırasında, ülke, bir yandan savaş alanlarında bir yandan eşitlik sözverisiyle yurtiçi cephede, savaşı desteklemek için seferber olmuştu. Öte yandan, gerçekte, ırksal adaletle ilgili resmi ileti, en fazla, karışıktı. FDR, çok umut sözveren ama işyerindeki ayrımcılığı etkilemekte çok az bir güce sahip bir Adil İşe-alım Uygulamaları Kurulu kurdu. Ve onbir milyon üyesiyle güçlü orduda, ayrımcılık kaldırılmadı. Savaş sonunda, tutumyapısal yer değişimleri, vardiyalar ve ev bölüşümleri, hep, olağan Jim Crow’ca bir biçimde çözüldü: “siyahsan, yaylan, yaylan, yaylan” 

Einstein’ın yaşadığı New Jersey, Princeton kenti (hatta üniversitesi), New York’a azıcık uzak olsa da, eski güney birliğinin bir kenti sayılabilirdi. Princeton’da doğan Paul Robeson, kenti, “Georgia ekim-dikim kenti” olarak adlandırıyordu. Evler, işler ve (bir zamanlar, ayrımcı Woodrow Wilson tarafından yönetilen) üniversitenin kendisi, Afrikalı Amerikalılar’a kapalıydı; protesto ve karşı çıkma, çoğu zaman, polis şiddetiyle karşılanıyordu. Benzer görüntülere Almanya’da tanık olmuş ve her durumda, uzun süredir, ırkçılık karşıtı bir kavga insanı olan Einstein, her haksızlıkta tepkisini koyuyordu. 1937’de, kontralto Marion Anderson, Princeton’da, büyük bir alkış toplayan bir dinleti verdiğinde, ama ayrımcılık yapan Nassau Hanı’nda kalmasına izin verilmeyince, dinletiye katılanlardan biri olan Einstein, hemen O’na, kendi evinde kalmayı önermişti. O da öyle yaptı ve konukevinde ayrımcılık kalktıktan sonra bile, ne zaman New Jersey’e şarkı söylemeye gelse, O’nun konuğu oldu.

1946’da, ulus çapındaki büyük bir linç dalgasına karşı, Paul Robeson, Einstein’ı Linçi Kaldırmak için Amerika Seferi’nde kendisine eşlik etmeye çağırdı. W. E. B. Du Bois ve uygarlık hakları hareketindeki diğerlerini de içeren öbek, Einstein’ın konuşma yapacağı bir Washington yürüyüşü düzenlediler. Hastalığı, buna engel oldu, ama Başkan Truman’a, linççilerin yargılanmaları, bir linç karşıtı yasanın çıkarılması ve ırkçı Mississipi Vekili Theodore G. Bilbo’nun görevinden alınması için çağrıda bulunan bir mektup yazdı. Mektup, Robeson tarafından okundu ama eylem, Truman’a yönelik olarak, hükümet, siyahları korumayacaksa, siyahların kendi kendilerini koruyacaklarını söylemesi üzerine, kısa kesildi. Bir uğultu yükseldi, ama Einstein, mektubunda, Robeson’la aynı görüşe sahip olarak, şöyle demişti: “Haklı olan bir davanın hizmetinde, katı bir istenç ne zaman işlemekteyse, yasal engelleri aşmanın bir yolu herzaman bulunur.”  

Einstein, ününü, toplumsal adalet için kullanmaya istekliydi, ama bu yolla elde edebileceği onurlandırmaları kararlılıkla geri çevirdi. Ancak, bir ayrıcalıklı durum vardı. Mayıs 1946’da, Pennsylvania’da, tarihsel olarak siyah bir kuruluş olan Lincoln Üniversitesi’nin rektörü Horace Mann Bond, bilimciye, bir onursal derece verdi. Einstein, kabul etti ve gününü lisans öğrencilerine ders anlatarak ve öğretim üyelerinin çocuklarıyla konuşarak, hatta oynayarak geçirdi. Bunlardan biri, o zamanki rektörün küçük oğlu Julian Bond’du, ki ileride, uygarlık hakları hareketinin önderlerinden biri olacaktı ve şimdi, Renkli Derili İnsanların İlerlemesi için Ulusal Dernek’in başkanı (3). Basın, olayı yansıtmadı, ama Einstein, konuşmasında, “Amerikalılar’ın toplumsal bakış açısı… Onların eşitlik ve insan onuru anlayışları, yalnızca beyaz derililer için. Kendimi ne kadar çok Amerikalı duyumsarsam, bu durum, içimi o kadar çok acıtıyor. Suç ortaklığından, ancak, sözümü sakınmayarak kurtulabiliyorum” diyordu.

Bu toplumsal sorumluluk duygusu, Einstein’ı bir yandan, ırksal ilişkilerdeki yurtiçi bunalımlarda ve eşanlı olarak Soğuk Savaş’ın beslediği çekirdek tehlikesine karşı harekete geçmeye itiyordu. Bu, Einstein’ı, aynı zamanda, eski dostu Thomas Mann’la ve birçok siyasal izlekli resmi arasında Sacco ve Vanzetti davasına ilişkin resimleriyle ün kazanmış arkadaşı ve komşusu Ben Shahn ile birlikte, yeni İlerici Parti’ye destek olmaya itiyordu. Roosevelt’in eski Yeni Düzen birleşiğinin (coalition) sol kanadınca oluşturulmuş ve köktencileri, toplumsalcıları ve ortaklamacıları da içeren parti, 1948’de, önceki başkan yardımcısını başa getirmek amacıyla bir araç olarak kurulmuştu. Einstein, partinin, özellikle, Jim Crow’a karşı konumuna hayrandı ve desteğini esirgemeyerek, ününden yararlanmalarını sağladı. Wallace’la ve parti destekçisi Paul Robeson’la resimleri çekildi. Güney’de kampanya yürüten bu ikisi, kendilerine yönelik şiddetli saldırılara karşın, ayrımcılık yapan dinleyici kitlelerine konuşma yapmayı ve Jim Crow konukevlerinde kalmayı reddettiler. Einstein’ın desteğiyle, Wallace, ayrıca, çekirdek silahlarının uluslararası denetimi ve yasadışı sayılmaları için çağrıda bulundu. Bununla birlikte, sonunda, Sovyet karşıtı bir aşırı ulusalcılık ve Truman’ın gecikmiş özgürlükçü, Yeni Düzen-türü toplumsal izlenceleri (program), Wallace hareketinin çökmesine neden oldu. Truman’ın şaşırtıcı olan yeniden seçilimi, Soğuk Savaş’ın hızlandırılmasına ve ona eşlik eden düşünyapısal (ideolojik) baskıya ne engel varsa herşeyi kaldırdı.

Wallace’ın destekçilerinden kimileri, Parti’nin Yeni Düzen özgürlükçülüğünden ileri gitmekte başarısız olmasına sinirlendiler. Parti’nin, örneğin temel işleyimlerin (endüstri) kamusal mülklüğü gibi sorunlarda açıkça toplumsalcı konumlar alması gerektiğini düşünüyorlardı. Böyle düşünenlerin arasında, toplumsalcı ve Marksçı bir bakış açısından sürekli kapsamlı çözümleme ve yorum yeri olarak bu dergiyi kuran Leo Huberman ve Paul M. Sweezy de vardı. Einstein, Monthly Review’ın kurulmasını alkışlamıştı ve Huberman’ın arkadaşı Otto Nathan’ın isteği üzerine, Mayıs 1949’da çıkan sayı için, ‘Toplumsalcılık Nedir?’ adlı makalesini kaleme aldı. Einstein’ın ünüyle birlikte, makalenin mantıksal, ahlaksal ve siyasal anlamda, toplumsalcılık davasını berrak bir biçimde anlatışı, dikkatleri, bu küçük sol derginin doğumu üzerine çekti (*). Zamanın düşmanca siyasal ikliminde, makale, kuşkusuz, dergiye yeterince yetki gücü ve satış sağladı.

İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra, Einstein, Nazi soykırımını izleyen dönemde, Avrupalı Yahudi bunalımına da çekildi. En azından çocukken ilk karşılaştığı Yahudi düşmanlığına karşı, kendini laik bir Yahudi olarak konumlandıran Einstein, bu aşırı ulusalcı hastalığın yakından bir gözlemcisi ve arada bir kurbanıydı ve ona, diğer nefret suçlarına yaptığı gibi tepki koydu. 1921’de bile, Filistin’de Yahudi yerleşimlerinin kurulması için para toplamaya Birleşik Devletler’e ilk yolculuğunu gerçekleştirdiğinde, Avrupa’nın Yahudi topluluğuna yaklaşmakta olan felakete karşı çözüm aradı. Orta ve Doğu Avrupa’da artmakta olan, Yahudi yaşamına yönelik yasal ve yasadışı kısıtlamalara karşı çıktı, (az bir başarı da kazansa) Amerika’ya Yahudi göçünü destekledi ve Filistin’de, kendisinin ve başkalarının “Yahudi ulusal yuvası” olarak adlandırdığı ülkünün yaratılmasını savundu. Böylece, Siyonculuk’la birarada anıldı. Bu, O’nu, tam anlamıyla tanımlayan bir etiket değildi, ama bu etiketi, etkin bir biçimde reddetmedi. Yine de, kendini, Vladimir Jabotinskiy ve Menachem Begin gibi aşırı ulusalcılardan ve bağnazlardan ve Hayim Weizman ve David Ben Gurion gibi anadalga Siyoncular’dan ayrı tuttu. 1930’da, Einstein, şöyle yazıyordu, “Ezimci ulusalcılık, dizginlenmeli… Filistin’de, ancak, kendini ülkede, evinde duyumsayan iki halkın barışçıl işbirliği temelinde bir gelecek görebiliyorum… Herşeye karşın biraraya gelmeliler.” Savaştan önce de sonra da, iki-uluslu bir Yahudi ve Filistin devletini savunuyordu. 

1946’da, hala “yeri yurdu belirsiz” yüzbinlerce Avrupa Yahudisi ve sığınmacı nüfusun azıcık bir bölümünü bile emmeye isteksiz olan utkulu bağlaşıklarla (müttefik), Einstein, İngiliz-Amerikan Filistin İncelemesi Kurulu önünde konuşarak, bir “Yahudi anayurdu” çağrısı yaptı. Siyoncu kuruluş, bu çağrıyı, Yahudi egemenliğine bir çağrıymış gibi, bilinçli olarak yanlış okur göründü; bu yüzden, arkadaşı Rabbi Stephen Wise’ın yardımıyla, konumlanışını aydınlığa kavuşturdu. Dedi ki, Yahudiler, Filistin’in emici tutumyapısal olanaklarının sınırları içerisinde, serbestçe göç edebiliyor olmalılar; Filistin de, “bir öbeğin öteki üstünde çoğunluklaşmasının” olmamasını güvence altına alan bir hükümete sahip olmalı. Wise’ın, daha güçlü bir açıklama istemine karşı çıkarak, şöyle yanıt verdi: “Katı bir Yahudi Devleti istemi, bizim için yalnızca istenmedik sonuçlar doğurur.” Köktenci gazeteci I. F. Stone, O’nu, “budunsal sınırlamalar”ın üstüne çıkabildiği için övüyordu. (Einstein, daha sonra, I.F. Stone’un haftalık gazetesine parasal destek sağlayacaktı.)

Yine de, -birçok toplumsalcıyı ve ortaklamacıyı içermek üzere- birçok Yahudi köktencisi gibi, Einstein da, Siyoncu izdüşüye yönelik duygusal çiftyönlülüğünü aşmakta zorlanıyordu ve sonunda, İsrail’in kurulmasına alkış tuttu. Kimi köktencilerin, 1967 savaşından sonra, İsrail’in Filistinliler’i boyunduruk altına almasına yönelik çoğu zaman tutarsız tepkisini düşünürsek, Einstein’ın ne tepki vermiş olacağını öngörmek zordur. Ama kesinlikle, Yahudi yerleşimlerinin yerli Filistinliler için doğuracağı sonuçlara duyarlıydı, İsrail’in Filistinliler’e uyguladığı ezimin dört onyılıyla dehşete düşeceğini ileri sürmek, O’nun görüşlerini fazla esnetmiş sayılmaz.

Einstein’ın son yıllarını, yüzyıl ortası “kızıl korku” aldı. Şöyle yazıyordu: “Yıllar öncesinin Alman felaketi, kendini yineliyor.” Einstein, 1950’lerin başlarında, Amerikalılar’ın varoşlar ve Kore Savaşı kaynaklı zenginlikleri içinde kendilerini kaybetmelerini izleyerek, “[Birleşik Devletler’deki] dürüst insanların, umutsuz bir azınlık olmaları”na yazıklanıyordu. Ama savaşımını sürdürmekte kararlı olduğundan, bir forum aradı ve bu forumu, bir soruşturma kurulu önünde, siyasal görüşlerini ve arkadaşlarının adını vermeyi reddettiği için okuldan atılmış olan bir New York devlet okulu öğretmeninden gelen 1953 tarihli bir mektuba yanıtında buldu. Einstein, önyargısal kalıpyargıların üstesinde gelmek için İngilizce sınıflarında ekinlerarası dersler hazırlayan yenilikçi bir öğretmen olan William Frauenglass’a mektup yazdı. Einstein, “Soruşturmaya çağrılan tüm aydınlar, tanıklık etmeyi reddetmelidir… Bu büyük adımı yeterli sayıda insan atarsa, başarılı olurlar. Atmazlarsa, o zaman, aydınlar, kendileri için biçilmiş kölelikten daha iyisini haketmezler.” diye yazıyordu. Mektup, ülke çapında, ilk sayfa haberi oldu ve amacına ulaştı. Cadı avına karşı direniş hareketi, güç kazandı. Einstein, New York Times’ta, kendisiyle aynı görüşü paylaşmayan bir başyazı yayınlandığında (“Kendilerini İmparator’a kurban etmeyi reddeden İsacı Şehitler’i kınıyor musunuz? John Brown’ı kınıyor musunuz?”), Londra’dan yazan düşünür Bertrand Russell’ınki kadar uzak seslerle de desteklendi.

Frauenglass olayından kısa bir süre sonra, bir başka uzlaşmaz tanık Al Shadowitz, Vekil McCarthy’ye, tanıklık etmeyi reddettiğini bildiriyordu: “Öğüdü, Doktor Einstein’dan aldım.” McCarthy’nin tepkisi, balistikti; ama sonunda, salgın, bir yandan, 1957’de kızıl avcılarının frenine basan Yargıtay’a (bu davalardan biri, Monthly Review kurucusu Paul Sweezy ile ilgiliydi) bir yandan da, 1960’dan başlayarak, çoğu zaman, yakıcı taşlama ve alayla, kurul oturumlarında tam anlamıyla arıza çıkaran Yeni Solcu genç öğrencilere yayıldı. Einstein’ın mektubundan yalnızca on yıl sonra, Martin Luther King Jr. da, çağdaş uygarlık hakları hareketini canlandırmak için, uygar uymazlığı (sivil itaatsizlik) devreye soktu. 

1954’te, meslektaşı olan, Manhattan İzdüşüsü’nün savaş boyu önderi J. Robert Oppenheimer’ın temiz sicilli sayılmaması ve bilimsel araştırma özgürlüğü hakkının çiğnenmesine karşılık olarak, Einstein, kendine özgü mizahla, bir kez daha genç olsaydı, “bilimci ya da bilgin ya da öğretmen olmaya çalışmayacağını, onun yerine, varolan koşullardaki azıcık bağımsızlığa kavuşma umuduyla, tesisatçı ya da gezgin satıcı olmayı yeğleyeceğini” yazıyordu.

Einstein, ayrıca, daha zor ve gizilgüç olarak daha tehlikeli başka siyasal edimler de üstlendi.

Julius ve Ethel Rosenberg davasında araya girme çabası kadar belki de kimse, o denli uluslararası dikkat çekmedi. 1953’te, Einstein, dava yargıcı Irving Kauffman’a, duruşma kaydının, davalıların suçunu “kuşkuya yer vermeyecek bir biçimde” ortaya koymadığına dikkat çeken bir mektup yazdı. Ayrıca, Onlar’a karşı bilimsel kanıtın, pekin olsa bile, yaşamsal bir gizi açığa çıkarmadığını belirtti. Yanıt almayınca, görüşlerini başkana yazdı. Truman da yanıt vermedi, bunun üzerine Einstein, mektup metnini basına verdi ve sonra, New York Times’ta, bağışlayıcı olunmasını rica eden bir yazı yazdı. Ne yazık ki, bu durumda, Einstein’ın ünü, fayda etmedi. Rosenbergler, 19 Haziran’da, Sing Sing’in elektrikli sandalyesinde can verdiler.

İki yıl önce, 1951’de, arkadaşı W. E. B. Du Bois, “     Sovyet ajanı” olduğu savıyla, gerçekte, barış yanlısı etkinlikleri için suçlandığında, Einstein, Robeson’la ve uygarlık hakları kahramanı Mary McLeod Bethune ile birlikte, bir akşam yemeği düzenledi ve Du Bois’nın savunma giderlerini karşılamak için para toplamak üzere yürüyüşe katıldı. Du Bois’nın avukatı, ateşli köktenci ve eski Kongre üyesi Vito Marcantonio, daha dava sonuçlanmadan, duruşmayı tozduman etmeyi başardı. Ama dava sürseydi, Marcantonio, ilk savunma tanığı olarak, Einstein’ı çağırmayı düşünüyordu. 

“Kızıl korku” döneminde belki de hiç kimse, Einstein’ın linçe karşı savaşımda bağlaşığı olan Paul Robeson denli, insan içine çıkamaz duruma düşürülmemiş ve yalıtılmamıştı. Robeson, beyaz üstünlüğüne karşı kavgacı duruşu için olduğu denli, köktenciliği ve tüm-Afrika bağımsızlığına çağrısıyla da saldırıya uğrayarak, kendi ülkesinde, gerçek bir yok-kişi sayılmış, gelir sahibi olması, konser yeri bulması ve yolculuk hakları engellenmişti. 1952’de, Robeson’ın çevresindeki sessizlik perdesini kaldırmak amaçlı oldukça kamusal bir eylemde, Einstein, O’nu ve eşlikçisi Lloyd Brown’ı öğle yemeğine çağırdı. Üçü, karşılıklı ilgi alanları olan bilim, müzik ve siyaset tartışmaları yürüttükleri uzun bir öğleden sonra yaşadılar. Bir noktada, Robeson, odadan ayrıldığında, Brown, böyle büyük bir adamın önünde olmanın ne büyük bir şeref olduğunu belirtti. Bunu Einstein şöyle yanıtladı: “ama bu büyük adamı getiren, sensin”.

Einstein’ın son yılları, özel ve kamusal direniş eylemleriyle geçti. Hala hatrı sayılır tanıdık ağını ve etkisini kullanarak, Frauenglass ve diğerleri gibi, soruşturma kurullarıyla işbirliği yapmadığı için işinden atılmış olanlara iş bulmaya çalıştı. Ve 1954’te, yetmişbeşinci yaş günü kutlamalarının Acil Durum Uygarlık Özgürlükleri Kurulu tarafından yürütülen uygarlık özgürlükleri kavgası üstüne bir konferans ortamı olmasına izin verdi. Kurul, Amerikan Uygarlık Özgürlükleri Birliği’nin Ortaklamacılar’ı savunmakta ve Rosenberg davasının ortaya çıkardığı uygarlık özgürlükleri sorunlarını üstlenmekte başarısız olmasına bir karşılık olarak oluşturulmuştu. I. F. Stone’u, gökbilimci ve eylemci Harlow Shapley’i, toplumbilimciler E. Franklin Frazier ve Henry Pratt Fairchild’ı ve siyasetbilimci H. H. Wilson’ı da içeren konuşmacılarıyla konferans, ifade özgürlüğünü, işçi haklarını ve çok çeşitli uygarlık hakları kampanyalarını savunan kırkaltı yıllık bir izlenceyi başlattı.

Einstein’ın siyasal yaşamının bu kısa ve doğal olarak, eksik özetinin nasıl bitirileceğini bilmesi zor. Burada tartışılmayanlardan biri, örneğin, Einstein’ın barışçıllığa ve bir tür dünya düzenine yaşam boyu bağlılığı ya da fizikçi ve Marksçı Leopold İnfeld’le uzun süreli yakınlığı. Einstein, ayrıca, bir öbek diğer sol duruşlu bilimcilerde de olduğu gibi, karanlıkçılığa ve gizemli düzmece-bilimlere karşı bir araç olarak, -ve bugün de- siyasal ve toplumsal tepkinin yardımcısı olarak, yaygın bilim eğitimi yapılması yanlısıydı.

18 Nisan 1955’te ölmeden birkaç gün önce, Einstein, ‘Einstein-Russell Manifestosu’ olarak bilinen manifestoyu imzaladı. Bunda, kuramsal fizikçi ve düşünür-matematikçi Bertrand Russell, barışçıllık için, belirsiz ahlaksal tartışmaların ötesine geçiyorlardı. Bunun yerine, siyasal yeğleyimler ortaya attılar: “Önümüzde, yeğlersek, mutlulukta, bilgide ve bilgelikte sürekli bir ilerleme uzanıyor. Kavgalarımızı unutamadığımızdan, bunun yerine, ölümü mü seçeceğiz? İnsanlar olarak, insanlara çağrıda bulunuyoruz: Anımsayın insanlığınızı ve unutun gerisini. Böyle yapabilirseniz, yol, yeni bir Cennet’e açılacak; yapamazsanız, önünüzde, evrensel ölüm tehlikesi uzanıyor.”

Einstein, öğrencilik yıllarından, son soluğunu verene dek, bir köktenciydi. Yaşamının son yılında, günün siyasal olayları ve kendi dünya bakışı üstüne düşünürken, bir dostuna, “devrimci” olarak kaldığını ve hala bir “ateş saçan Vezüv” olduğunu söylüyordu.


Kaynaklar Üstüne Çıkmalar ve Önerilen Başka Okumalar

Fred Jerome, The Einstein File: J. Edgar Hoover’s Secret War Against the World’s Most Famous Scientist (New York: Saint Martin’s Press/Griffin, 2002); ayrıca bkz. Fred Jerome, “The Hidden Half-Life of Albert Einstein: Anti-Racism,” in Socialism and Democracy 18, no. 2 (http://www.sdonline.org/33/fred_jerome.htm).

Jerome’un önemli yapıtı, yalnızca Hoover’ın oyunlarını, öznitelik (karakter) suikasti gizli düzenekleri ve kılgılarını açığa çıkarmak amacıyla değil, bilimcinin çoklukla, saklı kalmış eylemci köktenci ve toplumsalcı yönünü okura tanıtmanın bir aracı olarak, Einstein üzerine FBI’ın oluşturduğu dev dosyadan yararlanıyor. Temmuz’da yayınlanacak kitap: Fred Jerome and Rodger Taylor, Einstein On Race And Racism (New Brunswick, N.J.: Rutgers University Press).

İki işe yarar yaşamöyküsü: Jeremy Bernstein, Einstein (New York: Viking Press, 1973); ve Ronald W. Clark, Einstein: The Life and Times (New York: Avon Books, 1984), birörnek (standard) bir yaşamöyküsü, ama Einstein’ın siyasal görüşlerinden, Siyonculuk dışında neredeyse hiç söz etmiyor.

Einstein’ın genel okur için kitapları: Ideas and Opinions (New York: Three Rivers Press, 1995); The World As I See It (New York: Citadel Press, 1993); Out of My Later Years (New York: Gramercy Books, 1993); ve (Leopold Infeld’le birlikte) The Evolution of Physics (New York: Free Press, 1967), Newtongil bilimden çağdaş nicem mekaniğine ve göreceliğe ilerleyişin hala en erişilebilir ve en iyi betimlemesi.


 Çıkmalar

* Bu anlatı, Jerome’un kitabında bulunan araştırmalardan ve içgörülerden yoğun olarak yararlanmıştır (tam adı: The Einstein File: J. Edgar Hoover’s Secret War Against the World’s Most Famous Scientist [New York: Saint Martin’s Press/Griffin, 2002]), bu satırların yazarı, bu kitap için minnettardır.

*Bu makale, geçen yarım yüzyılda, Monthly Review’da sık sık yeniden basıldı ve MR ağ sayfasında bulunabilir: http://www.monthlyreview.org/598einst.htm.

(1) Franklin Delano Roosevelt (1882-1945): A.B.D.’nin 32. devlet başkanı.-çeviren  
(2) Ya da: “zenciysen eğer, herşey senin acına değer” ya da “zenciysen eğer, ne iş var sana ne yer”-ubg
(3) O zamanlarda, Afrikalı Amerikalılar için, beyaz olmadıklarını vurgulamak amacıyla, ‘renkli’ denirdi.-


    

                                
                                                                                                Written by John Simon
                                                                                 Çev. Ulaş Başar Gezgin/ 19.05.2005