Merhaba
Bursa, 1 Aralık 2003, Bursa
Yapıların üstündeki ucu açık
bırakılmış demir çubuklar söküldü yerlerinden;
bir kat daha edinme hırsı yerine, barınma, hayatı sevdikleriyle
paylaşma
istenciyle kurulan yeni yapılar, her an güneşe, aya, yıldızlara
gülen kiremit
çatılarla kapatıldı. Komşularının evlerine gölgesi
düşen iğreti tüm katları
yıktı Bursalılar. Sokaklarda, güneşin, özgürce
büyüyen ağaçların, dünya malına
metelik vermeyen mertliğin, çocukluğun ve herkesin sevgilisi
hayvanların
bayramı var. Yıllarca yol boylarında ezilmiş, parçalanmış
bedenleri sergilenen
köpek ve kedi yavruları için şimdi bakımevleri yapıldı,
türün sürdürümünü
sağlayacak ölçüde kısırlaştırıldı hayvanlar.
Bursalılar yiyecek ve sevgi
taşıyor onlara. Dere boylarına atılmış naylon poşetleri,
çürümüş çöpleri, ne
kadar pislik varsa gözleri ve ruhları kirleten,
tümünü elbirliğiyle topladı şehir
halkı. Tüm fabrikalara ve kanalizasyon akıntılarına arıtma
sistemleri kuruldu.
Dağlardaki kaçak yapılar elbirliğiyle kaldırıldı, su yatakları
temizlendi. Duru
sular akar oldu tüm dere boylarından, arınmış, yeniden
çiçek kokularıyla, kanat
şakırtılarıyla bezenmiş Nilüfer ovasına doğru. Davullar zurnalar
çalındı doğa
temizlenirken. El ele kol kola çalıştılar genç kızlar ve
bıçkın delikanlılar,
en güzel, en gösterişli giysileriyle, kız oğlan birlikte
halaylar tutup yöresel
oyunlar oynadılar. Sana ülkenin ve dünyanın dört bir
yanından, seni umut
bilerek taşınmış insanlar, bir kez daha Bursa’da buluşmanın
coşkusunu
yaşadılar.
Yeniden doğuşun, yaşamı
sevmenin, insanca varoluş bilincinin uyanışı onuruna yapılan kutlamaların en
önemli anlarından birisi de, kuşkusuz, şehrin altın anahtarının Fehim Ustaya
verilmesiydi. Bilirsin Fehim Ustayı Bursa... Demirtaş Sanayi Bölgesi’ne
İstanbul yolundan girişte, ana caddenin iki yüz metre kadar ilerisinde, sağdaki
bir fabrikada depo sorumlusudur o; Balkan göçeri binlerce evladından birisi...
İşinden arta kalan tüm zamanını fabrika bahçesinde çalışarak geçirir;
fabrikaların o bereket ovasına verdiği zararları bedeniyle ve ruhuyla örtmek
için çırpınır sanki. Renk renk çiçekler, boy boy fidanlar yetiştirir
bahçesinde. Yollarda kamyonların ezdiği, otomobillerin sakat bıraktığı
kedileri, köpekleri besler, yaralarını sarar ıslak gözleriyle. Bahçesinin dört
köşesinde al kanatlı güvercinler uçuşur, şen serçeler şarkılar söyler,
tavşanlar, tavuklar gezinir çimenlerinde, kazlar, ördekler yüzer kendi
elleriyle yaptığı şirin havuzda... O bahçeyi bir kez gezen, ruhunun tüm
kapılarını kapatır öfkeye, hırsa, açgözlülüğe, yararcı aklın doymak bilmeyen
saldırısına; tepeden tırnağa duyguya, şiire keser... Hele de insanın peşini hiç
bırakmayan, küçücük gözlerinde, kahverengi gagasında, ikide bir çırparak yaşamı
ve ustasını selamladığı rengârenk kanatlarında, evrenin tüm sevinçlerini
taşıyan o erkek ördeği mutlak görmeli, öyküsünü dinlemelisin Fehim Ustadan
sevgili Bursa. Fabrika mutfağı için bir şeyler almaya pazar yerine gitmişmiş
Fehim Usta. Bir de bakar ki, köşenin birinde bir yaşlı kadın ağlar, bu parlak
renkli şirin ördek de gagasıyla ona uzanmaya, okşayıp avutmaya çalışır... Ne
ağlıyorsun ana diye sorar Fehim Usta, anlatır kadın. Bu gördüğün ördeği
yavruyken almıştık oğulcuğum, evde torunuma oyuncak olsun diye, büyüdü, eve
odaya sığmaz oldu; gücümüz de onu beslemeye yetmez oldu, der. Satacağım şimdi
onu; torunum evde ağlar, ben de burada; alıp da kesecekler buncağızı diye...
İçi bir hoş olur Fehim Ustanın, üzülme hiç sen bre ana der, ördeğin hiç
kesilmeyecek, ben alacağım, ben bakacağım ona, Demirtaş’ın en güzel
bahçesinde... Alır getirir ördeği. Gün o gündür burada yaşar; gelenin gidenin
ardından, paytak paytak sevgisiyle, Fehim Ustanın yanına kattığı beyaz kanatlı
sevgilisiyle gezinir.
Fehim
Ustaya verilen anahtarın onun boynunda parlıyor şimdi Bursa... Tanpınar’ın bir
akşam üstü Hüdavendigâr Camii’nde aramaya çıktığı, on yıllar sonra benim bir
ölümün sonrasında ve başka bir ölümün öncesinde babamın yüzünde bulduğum o
gülüş gibi...
Sen
Tanpınar’ı andıkça sevgili Bursa, ben de babamı anımsayacağım; Fehim Ustanın
bahçesine uğrayıp, bir bardak sıcak çayın buğusunda, kokusunda, insan gibi
yaşamış tüm insanlar tadındaki şiiri, sevgiyi, yeşili selamlayacağım. Ne
ellerim yanacak artık, ne de yüreğim... Ölümlü olmak, ölümlü olduğumuzu bilerek
yaşamak bize verilmiş en büyük ceza ise, acıyı, sevinci, şiiri paylaşmak,
erdemi alkışlamak, ondan daha büyük armağandır diyeceğim; bunu sen öğrettin
bana... Geçmişin sanatı, kendini, günümüz insanının kendi tarihsel rolünü
kararlaştırırken yaptığı seçimlerde gerçekleştirebilmişse sanat olabilmiştir
ancak. Ölümün kendisi de, bilene, bir yeniden doğuş değil mi, ey sevgili Bursa!
|