Hasret (Üçleme)

 

Gülfidan

Gitmezsin, beni terk etmezsin değil mi? Sakladığım gözyaşlarımın nedenini anlamış olman gerek. Ya gidersen? Gider misin? Beni terk eder misin?

Ne güzel bir bebektin. Şimdi sırım gibi delikanlısın. Günler çok çabuk geçiyor… Hiç unutmam; sen bir haftalık ya var ya yoktun. Yatıya misafirlerimiz vardı. Hiç eksik olmazdı ki. Baban kahve dönüşü mutlaka birini takar gelirdi peşine. Gecenin bilmem kaçı… Çilingir sofraları kurulur, sabaha kadar içilirdi, deşilircesine. Sonra yüklükten yataklar çıkartılıp serilir, ertesi gün o çarşaflar yıkanır, katlanır yenileri hazır edilirdi. Gece? Sonu gelmeyen karanlık gecelerde sarhoş keyfi eyle! Loğusa mısın, beben mi ağlıyor kimin umurunda?

Ah be yavrum doğru mu ettim seni salmakla? ‘Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar’ demiş büyüklerimiz. Ama fırsatını buldukça da söylemişiz yalanları avurtlarımızı doldura doldura. Hep bir kılıf uydurmuşuz söylediğimiz yalanlara; pembe yalan, mavi yalan… Hal böyle olunca günahı olmazmış Allah katında. Pöhh yalanın batağı. Sen kimi kandırıyorsun be insanoğlu?

Güzel kızdım, isteyenim çoktu köyde. Ama gönlüm babandaydı. Bir keresinde mektup salmıştım “Tuzcuların Ali’ye verecekler beni.” Diye.  Dayanamadı geldi kapımıza, zil zurna sarhoş, yeri göğü inlettiydi.  ‘Gülfidan! Gülfidan!’  Deden tüfeği kaptığı gibi  koştu ardı sıra. Rahmetli anam; “Dur efendi dur hele. Bir yol anlayalım bakalım ne istermiş? deyip kestiydi yolunu. Babam sakinleşince; “Var git hele inine, ayıkken gel yanıma” dediydi rahmetli. Güngörmüş adamdı. Sonra beni aldı karşısına; “Bak Gülfidan, eğer istiyorsan bu oğlanı  ellerimle gelin ederim seni.”  Al al olmuştu yanaklarım. Sevinçten mi mahcubiyetten mi bilmem. Baban söz vermişti. –İçmeyeceğim- Ama sözünde duramadı. Ayıkken bir melekti de ayık olduğu gün yok gibiydi. Dayanamadım seni de aldığım gibi doğruca geldim şehre.

 Köyden kaçtığımızda henüz altı aylıktın. Pörsümüş, içi boş memelerimi çekiştirir dururdun da kursağına bir damla süt inmezdi. Gidemezdim ki baba kapısına, yüzüm yoktu. El kapılarında çalışıp okuttum seni, asker ettim. Sonra, azıcık aklın başına gelince babanı sorar oldun. “Herkesin babası var benim neden yok?” deyiverdin bir gün. “Baban sarhoştu, berduştu, beni çok döverdi dayanamadım kaçtım köyden.” diyemedim. “Çok hastaydı. Bir gün Allah onu aldı bizden yavrum.” dedim.  Ertesi gün de evimizin karşısında ki mezarlığa götürdüm seni. Sonra  bir mezar taşının başında durup; “İşte” dedim. “ baban burada yatıyor…”

O günden beri rengi nedir bilmem ama yalanım beni yakar kavurur.

Gerçek bir gün dillendi. Senin terhis olduğun güne nasipmiş öğrenmen. Aldım karşıma dedim ki “Oğlum hal böyleyken böyle oldu. Ve ben artık dayanamıyordum. Geçenlerde bizim köyden  Kulaksızın Zarife’yi gördüm. Ondan öğrendim babanın yerini. Al bu adresi, git babanı gör. Eğer gördüğün  hala senin için yaşıyorsa onunla kal. Sütüm sana helal, bunu böyle bilesin. İyi ya da kötü, o senin baban ve onu görmeye hakkın var.”

***

            Gideli tam üç ay oldu. Tanrı şahidim ki uyku deymedi gözüme.  Sokakta,  pencere köşesinde çalan her kapıda “geldin, döndün ya ” diyorum. Sonra? Sonrasını kuruyan gözpınarlarıma, çektiğim tespihlere,  dönesin diye okuduğum kuranlara sor. Uykusuz gecelerimin sabahına, çınar ağacının gölgelerine sor…

***

Memed

Kal diyemedim. Gittin. Gitmeliydin de . Ata olamadım ki  sana…Ya baba?

Güzel kadındı annen. Köyün en güzel kızı Gülfidan. Çeşme başında görmüştüm  ilk kez. Irgattık köyde. Annen üzüm toplardı bağda. Bense nerede iş buldum oradaydım. Gündüzleri bir kahvede çay ocağına bakar, akşamüstü de bağdaki işçileri traktörle köye taşırdım. Vakit geldiğinde  ocağının üstündeki kırık aynada saçlarımı tarar, kolonyamı sürer öyle giderdim ırgatları almaya. Beni görünce al al olurdu annenin gül yanakları. Yanaşamazdık bile  birbirimize uzaktan, öylesine bakışırdık. Gözlerimiz anlatırdı sevdamızı. Ara sıra da mektup salardık birbirimize. Bir gün bağ dönüşü bir mektup saldı bana. “Mehmedim” diyordu “Babam beni komşu köyden Tuzcuların Aliyle baş göz etmek ister. Elini çabuk tut.”

Tuzcular köyün ağası. Babası muhtar. Bense çulsuz bir gariban. Bana kim kız verir? Babam Kıbrıs çıkartmasında şehit düşmüş cephede. Anam dört kızan bir de  ben kalıvermiş beş bebeyle  orta yerde. Bir baş soğan, bulamaç çorbasıyla  geldik bu yaşa. Ablalarım gelin olup gittiler köyden. Kaldık mı  anamla yek başımıza? Yaşlandı zavallım iyiden iyiye. Yaş değildi yaşlı olmasına neden. Çektikleri çabuk çökertti cılız bedenini, ince hastalık sahibi oldu. Bir kaç yıl sonrada…

Anamı toprak aldığında on dört  yaşımdaydım. Amcamlarla aynı avluya bakardı evlerimiz. Ev mi dam mı belli değil ya olsun; yatacak bir yer vardı en azından. Akşamları yengem bir tas çorba bırakırdı kapının önüne. Evine sokmak istemezdi yetişkin kızları varmış olmazmış! Gücenirdim gücenmesine de hiç ses etmez, içime atardım. Zamanla tümüyle kapattılar kapılarını. Hayta olmuşum işe yaramazmışım.

Orada burada deli divane dolaşıp durdum. Kimim kimsem yok bir başıma. Buldum mu yer, bulamadım mı aç dalardım uykuya. Kahveci Osman acıdı halime. “Gel” dedi “Çay ocağının başına geç. ” Yakışıklıydım civan gibi delikanlı, ama sevgi arsızıydım  çabuk kanar, -gel- diyenin peşine takılır giderdim. Gençlik işte… O günlerde başladım içmeye. Öyle rakı bira nerde? Ne bulursak; İspirto,ucuz şarap falan.  

Ananın mektup saldığı gündü. “Tuzcular  bağ bozumunda beni  istemeye gelecekler.” deyi. O gece kahvenin arkasında ki  zeytin ağacının altında demleniyorduk. Bağ bozumuna ne kaldı ki? Dolduruşa geldim.   Zil zurna sarhoş, dayandım dedenlerin kapısına. O gün kapıyı açmadılar bana. Öyle ya dürzü, kim açar elin sarhoşuna kapıyı? Üstelik bir de kız istemeye gidiyorsan… Yalvarıyordum dedene. “Halil emmi biz  Gülfidan’la sevdalıyız, yazık etme ver kızını bana…”  “Adam gibi gel.” diye gürledi deden kapının öteki yüzünden. Haklıydı. Bir kaç gün sonra kolonyamı sürdüm, bir kutuda lokum aldım gittim dedenlere. “Halil emmi, kimim kimsem yok Gülfidan’ı senden isteyecek. Yap bir babalık. Ver elini öpeyim Allahın emriyle kızını istiyorum.” dedim. Deden iyi insandı rahmetli. Aldı beni karşısına: “Bak evlat, kimsesizsin, garibin birisin anladım. Babanı bilirim iyi adamdı. Sende efendi adamsın. Dünya malı dünyada kalır. Gülfidan sana sevdalanmış bize he demek düşer. Ama şu içkiden vazgeç. Kur düzenini gel kapıma.” “He” dedim yemin ettim. Sonunda aldım ananı. Osman Emminin kahvesinde yaptık düğünümüzü. Tam bir yıl sonrada seni aldık kucağımıza. Babamın adını verdim sana. HASAN

Annen sessizdi, bir dediğim iki olmazdı. Bulur buluşturur koyardı sofraya ne var ne yok. Ama ben bilemedim kıymetini, çok üzdüm onu çok. Her gece içiyor, akşamları kör kütük geliyordum. Üstelik misafirim de hiç eksik olmazdı ya. Köylük yerde kim var kim yok toplardım eve. Aş var mı yok mu bilmezdim. Yetti mi yetmedi mi umursamazdım. Sabahları ayıldığımda binlerce kez tövbe eder, akşamına unuturdum. Gülfidan beni seviyordu. Seviyorsa katlanacaktı. Ben ona bilerek eziyet etmiyordum ki. O bunu anlamalıydı. Anlamadı mı yerdi yumruğu gözünün üstüne. Karı kısmına yüz vermek olmaz…

Ah be evlat o anlarmış ta ben anlamazmışım. Bunu çok geç anladım. Bir sabah uyandığımda annen yoktu. Yastığın üstüne bir mektup bırakmış. Seni de almış, düşmüş yollara. “Yoruldum Mehmed yoruldum artık.” diyordu. “Gidiyorum, sakın beni arama. Baba evine  dönemem. Kendim ettim kendim buldum. Sevmiştim seni ama buraya kadar. Allaha emanet ol…” O günden sonra beni bir daha ayık gören hiç olmadı…

Şimdi  bu tek göz odada  şişelerim  ve pişmanlıklarımla birlikte yaşıyoruz. Bir baltaya sap olamadım ve artık her şey için çok geç… 

Sana seni, anneni ne kadar sevdiğimi, nasıl özlediğimi söyledim mi? Hoş bu neyi değiştirir ki? Zamanı geri alabilir miyiz bu günkü aklımızla yaşamak için? Hıh film mi lan bu? Akıp gitti işte. Ne annene koca, ne  sana baba olabildim. Üstelik geldiğinde sana yalan söyledim, kötü davrandım. Bana bağlanma ya da acıma diye… Ölüyorum evlat, artık zamanım kalmadı. Geldin, gördüm ya seni. Sağ ol Hasanım, sağ ol Gülfidan.

***

Hasan

Demek sensin Memed efendi. Yıllardır özlediğim, bir kuru taş başında dualar ettiğim babam sensin! Yaşıyormuş! Yaşıyor mu? O kulübede gördüğüm, saçı sakalı birbirine karışmış, bir deri bir kemik kalmış  adam babam ha?

Herkesin babası işten eve dönerken köşe başında gelecek(mi) diye beklediğim adam! Hüsranımı içime gömüp kös kös eve döndüğüm yıllarda kalan  çocukluğum…

Kendimi bildim bileli seni özledim. Geleceğin günün hayalini kurdum. Ama sen hiç gelmedin! Bir bayram günüydü. Annem eskileri bir gecede ters yüz etmiş bayramlık yapmıştı. Arkadaşım ihsan bayram namazına gitti babasıyla. Ali de Ahmet de Haşim de… ben seni bekledim,  “Erkek adam ağlamaz !” derdi annem. İçime aktı gözyaşlarım, gizli gizli ağladım, gelmedin…

Henüz çok küçüktüm baba. Sokakta arkadaşlarımla  oynardık. Hava kararmaya başladığında her pencereden bir ses yükselirdi. Sanki kadınlar sözleşmiş gibi ardı ardına seslenirlerdi sokağa; “Ahmetttt hadi eve gel baban geldi…” “Aliiii çabuk ellerini yıka sofraya oturacağız, baban beklemeyi sevmez…” O sıra  benim annem belirirdi ufukta. Omuzları yük taşımaktan çökmüş, yorgun dönerdi köşe başını. Ben çoğu zaman koşarak yanına gidip elinden fileleri alır, eve kadar taşırdım. Bu bir oyundu BABAM GELDİ OYUNU. Birazdan annem kapıyı açacak bizi karşılayacak fileleri elimizden alacak doğru mutfağa…Biz babamla bahçedeki fidelere su vereceğiz. Sonra babam sardunyanın altında sade kahvesini yudumlarken ben ödevlerimi yapacağım. Bu büyü her zaman annemin “Oğlum şu çantadan anahtarları buluver.” sözüyle bozulurdu.

Bir gün annem beni bir mezar başına götürdü. ”İşte baban burada yatıyor Hasan.” Nasıl bir şeydi o taşın altında yatan adam? Bunu merak ediyordum etmesine ama içim kendime bile anlatamadığım bir mutlulukla dolup taşıyordu. Adı neydi bu mutluluğun? Hiç önemli değildi, benim bir babam vardı, şu kara toprağın altında yatsa bile… Bu masal beni yıllarca avuttu.

***

Gördüğüm artık benim için yaşamıyor anne… Keşke düşlerimde kalsaydı babam. Keşke beni sevmediğini söylemeseydi. Alırdım onu sırtıma  getirirdim  evimize. Eğer beni sevseydi belki sen de affederdin değil mi? Benim için, babam  için, bizim için…Haklıymışsın anacığım, babam köyde bıraktığın yerde. Beni tanımadı bile. Şişelerden kuleleri var.

Döndüm. Anacım döndüm bak. Hasan’ın geldi. Hadi artık kaldır başını da bak bana. Dokunuver arkamdan nasırlı ellerinle omzuma. Bu mezar benim değil de. Çınar ağacının gölgesinde beklediğini söyle bana…



  Buket Akkaya, 26 01 2007, İzmir

® 2001 H@vuz Yayınları   © H@vuz Bilgi Bankası                           © Şubat  2007  ISSN 1864-0524