Gülfidan
Gitmezsin, beni terk etmezsin değil
mi? Sakladığım gözyaşlarımın nedenini anlamış olman gerek. Ya gidersen? Gider
misin? Beni terk eder misin?
Ne güzel bir bebektin. Şimdi sırım
gibi delikanlısın. Günler çok çabuk geçiyor… Hiç unutmam; sen bir haftalık ya
var ya yoktun. Yatıya misafirlerimiz vardı. Hiç eksik olmazdı ki. Baban kahve
dönüşü mutlaka birini takar gelirdi peşine. Gecenin bilmem kaçı… Çilingir
sofraları kurulur, sabaha kadar içilirdi, deşilircesine. Sonra yüklükten yataklar
çıkartılıp serilir, ertesi gün o çarşaflar yıkanır, katlanır yenileri hazır
edilirdi. Gece? Sonu gelmeyen karanlık gecelerde sarhoş keyfi eyle! Loğusa
mısın, beben mi ağlıyor kimin umurunda?
Ah be yavrum doğru mu ettim seni
salmakla? ‘Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar’ demiş büyüklerimiz. Ama
fırsatını buldukça da söylemişiz yalanları avurtlarımızı doldura doldura. Hep
bir kılıf uydurmuşuz söylediğimiz yalanlara; pembe yalan, mavi yalan… Hal böyle
olunca günahı olmazmış Allah katında. Pöhh yalanın batağı. Sen kimi
kandırıyorsun be insanoğlu?
Güzel kızdım, isteyenim çoktu köyde.
Ama gönlüm babandaydı. Bir keresinde mektup salmıştım “Tuzcuların Ali’ye
verecekler beni.” Diye. Dayanamadı
geldi kapımıza, zil zurna sarhoş, yeri göğü inlettiydi. ‘Gülfidan! Gülfidan!’ Deden tüfeği kaptığı gibi koştu ardı sıra. Rahmetli anam; “Dur efendi
dur hele. Bir yol anlayalım bakalım ne istermiş? deyip kestiydi yolunu. Babam
sakinleşince; “Var git hele inine, ayıkken gel yanıma” dediydi rahmetli. Güngörmüş
adamdı. Sonra beni aldı karşısına; “Bak Gülfidan, eğer istiyorsan bu oğlanı ellerimle gelin ederim seni.” Al al olmuştu yanaklarım. Sevinçten mi
mahcubiyetten mi bilmem. Baban söz vermişti. –İçmeyeceğim- Ama sözünde
duramadı. Ayıkken bir melekti de ayık olduğu gün yok gibiydi. Dayanamadım seni de
aldığım gibi doğruca geldim şehre.
Köyden kaçtığımızda henüz altı aylıktın. Pörsümüş, içi boş
memelerimi çekiştirir dururdun da kursağına bir damla süt inmezdi. Gidemezdim
ki baba kapısına, yüzüm yoktu. El kapılarında çalışıp okuttum seni, asker
ettim. Sonra, azıcık aklın başına gelince babanı sorar oldun. “Herkesin babası
var benim neden yok?” deyiverdin bir gün. “Baban sarhoştu, berduştu, beni çok
döverdi dayanamadım kaçtım köyden.” diyemedim. “Çok hastaydı. Bir gün Allah onu
aldı bizden yavrum.” dedim. Ertesi gün
de evimizin karşısında ki mezarlığa götürdüm seni. Sonra bir mezar taşının başında durup; “İşte”
dedim. “ baban burada yatıyor…”
O günden beri rengi nedir bilmem
ama yalanım beni yakar kavurur.
Gerçek bir gün dillendi. Senin
terhis olduğun güne nasipmiş öğrenmen. Aldım karşıma dedim ki “Oğlum hal
böyleyken böyle oldu. Ve ben artık dayanamıyordum. Geçenlerde bizim köyden Kulaksızın Zarife’yi gördüm. Ondan öğrendim
babanın yerini. Al bu adresi, git babanı gör. Eğer gördüğün hala senin için yaşıyorsa onunla kal. Sütüm
sana helal, bunu böyle bilesin. İyi ya da kötü, o senin baban ve onu görmeye
hakkın var.”
***
Gideli
tam üç ay oldu. Tanrı şahidim ki uyku deymedi gözüme. Sokakta, pencere
köşesinde çalan her kapıda “geldin, döndün ya ” diyorum. Sonra? Sonrasını
kuruyan gözpınarlarıma, çektiğim tespihlere,
dönesin diye okuduğum kuranlara sor. Uykusuz gecelerimin sabahına, çınar
ağacının gölgelerine sor…
***
Memed
Kal diyemedim. Gittin. Gitmeliydin
de . Ata olamadım ki sana…Ya baba?
Güzel kadındı annen. Köyün en güzel
kızı Gülfidan. Çeşme başında görmüştüm ilk kez. Irgattık köyde. Annen üzüm toplardı bağda. Bense nerede
iş buldum oradaydım. Gündüzleri bir kahvede çay ocağına bakar, akşamüstü de bağdaki
işçileri traktörle köye taşırdım. Vakit geldiğinde ocağının üstündeki kırık aynada saçlarımı tarar, kolonyamı sürer öyle
giderdim ırgatları almaya. Beni görünce al al olurdu annenin gül yanakları.
Yanaşamazdık bile birbirimize uzaktan,
öylesine bakışırdık. Gözlerimiz anlatırdı sevdamızı. Ara sıra da mektup
salardık birbirimize. Bir gün bağ dönüşü bir mektup saldı bana. “Mehmedim”
diyordu “Babam beni komşu köyden Tuzcuların Aliyle baş göz etmek ister. Elini
çabuk tut.”
Tuzcular köyün ağası. Babası
muhtar. Bense çulsuz bir gariban. Bana kim kız verir? Babam Kıbrıs
çıkartmasında şehit düşmüş cephede. Anam dört kızan bir de ben kalıvermiş beş bebeyle orta yerde. Bir baş soğan, bulamaç çorbasıyla
geldik bu yaşa. Ablalarım gelin olup
gittiler köyden. Kaldık mı anamla yek
başımıza? Yaşlandı zavallım iyiden iyiye. Yaş değildi yaşlı olmasına neden.
Çektikleri çabuk çökertti cılız bedenini, ince hastalık sahibi oldu. Bir kaç
yıl sonrada…
Anamı toprak aldığında on dört yaşımdaydım. Amcamlarla aynı avluya bakardı evlerimiz.
Ev mi dam mı belli değil ya olsun; yatacak bir yer vardı en azından. Akşamları
yengem bir tas çorba bırakırdı kapının önüne. Evine sokmak istemezdi yetişkin
kızları varmış olmazmış! Gücenirdim gücenmesine de hiç ses etmez, içime
atardım. Zamanla tümüyle kapattılar kapılarını. Hayta olmuşum işe yaramazmışım.
Orada burada deli divane dolaşıp
durdum. Kimim kimsem yok bir başıma. Buldum mu yer, bulamadım mı aç dalardım
uykuya. Kahveci Osman acıdı halime. “Gel” dedi “Çay ocağının başına geç. ” Yakışıklıydım
civan gibi delikanlı, ama sevgi arsızıydım çabuk kanar, -gel- diyenin peşine takılır giderdim. Gençlik işte…
O günlerde başladım içmeye. Öyle rakı bira nerde? Ne bulursak; İspirto,ucuz
şarap falan.
Ananın mektup saldığı gündü. “Tuzcular
bağ bozumunda beni istemeye gelecekler.” deyi. O gece kahvenin
arkasında ki zeytin ağacının altında
demleniyorduk. Bağ bozumuna ne kaldı ki? Dolduruşa geldim. Zil
zurna sarhoş, dayandım dedenlerin kapısına. O gün kapıyı açmadılar bana. Öyle
ya dürzü, kim açar elin sarhoşuna kapıyı? Üstelik bir de kız istemeye
gidiyorsan… Yalvarıyordum dedene. “Halil emmi biz Gülfidan’la sevdalıyız, yazık etme ver kızını bana…” “Adam gibi gel.” diye gürledi deden kapının
öteki yüzünden. Haklıydı. Bir kaç gün sonra kolonyamı sürdüm, bir kutuda lokum aldım
gittim dedenlere. “Halil emmi, kimim kimsem yok Gülfidan’ı senden isteyecek. Yap
bir babalık. Ver elini öpeyim Allahın emriyle kızını istiyorum.” dedim. Deden
iyi insandı rahmetli. Aldı beni karşısına: “Bak evlat, kimsesizsin, garibin
birisin anladım. Babanı bilirim iyi adamdı. Sende efendi adamsın. Dünya malı
dünyada kalır. Gülfidan sana sevdalanmış bize he demek düşer. Ama şu içkiden
vazgeç. Kur düzenini gel kapıma.” “He” dedim yemin ettim. Sonunda aldım ananı. Osman
Emminin kahvesinde yaptık düğünümüzü. Tam bir yıl sonrada seni aldık
kucağımıza. Babamın adını verdim sana. HASAN
Annen sessizdi, bir dediğim iki
olmazdı. Bulur buluşturur koyardı sofraya ne var ne yok. Ama ben bilemedim
kıymetini, çok üzdüm onu çok. Her gece içiyor, akşamları kör kütük geliyordum.
Üstelik misafirim de hiç eksik olmazdı ya. Köylük yerde kim var kim yok
toplardım eve. Aş var mı yok mu bilmezdim. Yetti mi yetmedi mi umursamazdım.
Sabahları ayıldığımda binlerce kez tövbe eder, akşamına unuturdum. Gülfidan
beni seviyordu. Seviyorsa katlanacaktı. Ben ona bilerek eziyet etmiyordum ki. O
bunu anlamalıydı. Anlamadı mı yerdi yumruğu gözünün üstüne. Karı kısmına yüz
vermek olmaz…
Ah be evlat o anlarmış ta ben
anlamazmışım. Bunu çok geç anladım. Bir sabah uyandığımda annen yoktu. Yastığın
üstüne bir mektup bırakmış. Seni de almış, düşmüş yollara. “Yoruldum Mehmed
yoruldum artık.” diyordu. “Gidiyorum, sakın beni arama. Baba evine dönemem. Kendim ettim kendim buldum.
Sevmiştim seni ama buraya kadar. Allaha emanet ol…” O günden sonra beni bir
daha ayık gören hiç olmadı…
Şimdi bu tek göz odada şişelerim
ve pişmanlıklarımla birlikte yaşıyoruz.
Bir baltaya sap olamadım ve artık her şey için çok geç…
Sana seni, anneni ne kadar
sevdiğimi, nasıl özlediğimi söyledim mi? Hoş bu neyi değiştirir ki? Zamanı geri
alabilir miyiz bu günkü aklımızla yaşamak için? Hıh film mi lan bu? Akıp gitti
işte. Ne annene koca, ne sana baba
olabildim. Üstelik geldiğinde sana yalan söyledim, kötü davrandım. Bana
bağlanma ya da acıma diye… Ölüyorum evlat, artık zamanım kalmadı. Geldin,
gördüm ya seni. Sağ ol Hasanım, sağ ol Gülfidan.
***
Hasan
Demek sensin Memed efendi.
Yıllardır özlediğim, bir kuru taş başında dualar ettiğim babam sensin! Yaşıyormuş!
Yaşıyor mu? O kulübede gördüğüm, saçı sakalı birbirine karışmış, bir deri bir
kemik kalmış adam babam ha?
Herkesin babası işten eve dönerken
köşe başında gelecek(mi) diye beklediğim adam! Hüsranımı içime gömüp kös kös
eve döndüğüm yıllarda kalan çocukluğum…
Kendimi bildim bileli seni özledim.
Geleceğin günün hayalini kurdum. Ama sen hiç gelmedin! Bir bayram günüydü.
Annem eskileri bir gecede ters yüz etmiş bayramlık yapmıştı. Arkadaşım ihsan
bayram namazına gitti babasıyla. Ali de Ahmet de Haşim de… ben seni
bekledim, “Erkek adam ağlamaz !” derdi
annem. İçime aktı gözyaşlarım, gizli gizli ağladım, gelmedin…
Henüz çok küçüktüm baba. Sokakta
arkadaşlarımla oynardık. Hava kararmaya
başladığında her pencereden bir ses yükselirdi. Sanki kadınlar sözleşmiş gibi
ardı ardına seslenirlerdi sokağa; “Ahmetttt hadi eve gel baban geldi…” “Aliiii
çabuk ellerini yıka sofraya oturacağız, baban beklemeyi sevmez…” O sıra benim annem belirirdi ufukta. Omuzları yük
taşımaktan çökmüş, yorgun dönerdi köşe başını. Ben çoğu zaman koşarak yanına
gidip elinden fileleri alır, eve kadar taşırdım. Bu bir oyundu BABAM GELDİ
OYUNU. Birazdan annem kapıyı açacak bizi karşılayacak fileleri elimizden alacak
doğru mutfağa…Biz babamla bahçedeki fidelere su vereceğiz. Sonra babam
sardunyanın altında sade kahvesini yudumlarken ben ödevlerimi yapacağım. Bu
büyü her zaman annemin “Oğlum şu çantadan anahtarları buluver.” sözüyle
bozulurdu.
Bir gün annem beni bir mezar başına
götürdü. ”İşte baban burada yatıyor Hasan.” Nasıl bir şeydi o taşın altında
yatan adam? Bunu merak ediyordum etmesine ama içim kendime bile anlatamadığım
bir mutlulukla dolup taşıyordu. Adı neydi bu mutluluğun? Hiç önemli değildi,
benim bir babam vardı, şu kara toprağın altında yatsa bile… Bu masal beni
yıllarca avuttu.
***
Gördüğüm artık benim için yaşamıyor
anne… Keşke düşlerimde kalsaydı babam. Keşke beni sevmediğini söylemeseydi. Alırdım
onu sırtıma getirirdim evimize. Eğer beni sevseydi belki sen de
affederdin değil mi? Benim için, babam için, bizim için…Haklıymışsın anacığım, babam köyde bıraktığın
yerde. Beni tanımadı bile. Şişelerden kuleleri var.
Döndüm. Anacım döndüm bak. Hasan’ın
geldi. Hadi artık kaldır başını da bak bana. Dokunuver arkamdan nasırlı
ellerinle omzuma. Bu mezar benim değil de. Çınar ağacının gölgesinde
beklediğini söyle bana…
|