Özellikle ülkemizdeki sanatın görsel
alanında bugünkü gelinilen görünümünün
gelecek açısından açıkça değerlendirilmesinin zamanı geçip gidiyor. Kimi
cüceler sanatta yaratılan karmaşada
alanı boş bulmuş ha bire yükseklerden atıp tutuyor. Buna karşı can alıcı bir noktanın aşılarak
ucuz değerlendirmelerle bir yere varamayacağımızı bilmemiz gerektiğini,
varamadığımızı unutmamalı ve uyumamalıyız... Her şeye karşın sanat kendi akışı
içinde kendi kendimizi aldatmamız sonucunda hızla bizden uzaklaşırken bizler
gelin-güvey olmayı sürdürüyoruz. Üstelik de çok bilinçli bir eşgüdümle. Bence
hiç yoktan ve olmayanı var göstererek ortaya “Usta yada Büyük Usta” diye sanat
için en üst düzeyi vurgulayan evrensellik çıkıyor karşımıza. Neyin ne olduğunun
anlamını bilip anlamdan, bilip de bilerek anlamamış görünmek; bile, bile böyle
yapmak sanatın umurunda değil. Batarsa ülkenin sanatı bataklığa sürüklenir;
sonunda da batar. Bir bakıma perşembenin gelişi çarşambadan belli oluyor. “Usta
yada büyük usta” yokken ortaya bu anlamda etkinlikler koymaya kalkmanın
yıkımlarını görmemezlikten gelmek bize çok pahalıya patlıyor. Buna dur demenin
bir yolu yordamı olmalı.
Kimse
kendini, karşısındakileri ve ülkeyi aldatmaya kalkmasın demenin yararı yok.
Yapan yapıyor, kimseye aldırmadan. Ne yaparlarsa yapsınlar sığ sularda gemi
yürütmeye kalkmanın hiç bir yararı yok. Ne denizleri ne de okyanusları
aşamayız. Bize okyanusları, denizleri aşıracak ustalıkta gemi kaptanları gerek.
Sanatı karton gemilere yüklediğinizde ortada ne sanat kalır ne de sanatçı. O
gemiye binip de sanatı yüzdürdüğünü göstermek isteyenler de insanlık adına çok
büyük bir suçu da üstlenmek zorundalar.
Yaşamının hiç bir döneminde çağdaşlığı
ve evrenselliği yakalayamamış olanlara “Büyük Usta yada usta ” demeye
kalkarsanız sanatın gerçeğini bilip anlayanlar sizinle alay ederler. Bu noktada
bu denli alaya gereksinim duyulmasını anlayabilmiş değilim. Özellikle
yaşamımı sürdürdüğüm Almanya’da bu
tür alaylara karşı çok büyük bir çaba
vermek gerekiyor. Dışarıdan görünüşümüz
gerçekten alay edilecek denli düzeysiz ve niteliksiz
yaklaşımlardan başka bir
şey çıkarmıyor karşımıza. Bu inat, bu direniş bu kendini
bilmezlik niye?
Türkiye bunların karnını gereğinden daha çok doyurdu,
besledi, semizleştirdi.
Hiç hak etmedikleri bir yaşam biçimi sundu. Sanat diye
çağdaşlıktan uzak
boyanmış yüzey ve tuvalleri Türkiye’deki müzeleri
doldurdular. Resim
toplayıcılara yüksek ederlerle sattılar, yarışmalarda kendi
kendilerinden
birincilikler verdiler; bu yetmiyormuş gibi yetkisizlik
yetersizliliklerine
karşın sanatta söz söyleyecek yetkili konumuna getirildiler;
seçiciler
kurulunda ülke sanatının da canına okudular. Tüm bunlar
yetmiyormuşçasına şimdi
de “Büyük Ustalar” adı altında niteliksizliği ek
bir ödüllendirmeyle nitelikli
kılmaya kalktılar. İnanılır gibi değil. Bu ülke bunu hak etmiyor!
Nereye
payidar; nereye?...
Ben söylemeyeyim, o söylemesin, sen
söyleme, derken işler daha da sarpa sardı. Meydanı da boş buldular. Yeni
kuşakların beyni bulanmaya başladı. Yeni kuşak artık eskisi gibi içeriye
kapanıklıktan kurtulma yolunda. İnternet'le dünyaya açıldıklarından beri
ülkemizle diğer ülkeler arasındaki büyük boşluğu görebilme olanağını elde
ettiler. Ettiler etmesine de bu kez kafaları “Usta, Büyük Usta” kavramı
karıştırmaya başladı. Ülkemizde sözü geçen yerde bulunmaları nedeniyle sözüm
ona bu büyük ustalara karşı çıkmamanın bir bedelinin olduğu korkusunu
yaşıyorlar. Bu bedeli ödeyecek güçte değiller henüz. Elde avuçta bir şey yok.
Çoğu geçim derdine düşmüş; bunu yenmek için onlar da baklava börek türünden
resimler yaparak çözüm bulmaya çalışıyorlar. Türk resim ve yontusu böylesi bir
açmazın içinde. Gerçek anlamda bu açmazdan kurtulan üç beş kişinin sözü
geçebilen bir konumda yer alamamaları nedeniyle destekleyici etkileri de
olmuyor. Çünkü onlara seçiciler kurullarında, karar verici yerlerde
bulunmuyorlar. İpler niteliğe metelik vermeyenlerin eline tutuşturulmuş. Neyin
ne olduğu gözetilmeden, niteliksizliğe bakmadan, yeterlilik söz konusu olmadan,
sanatta neyin olup bittiğine aldırmadan, kendi düzeylerini yükseltme gereği
görmeden bir çok yeteneği dışlayarak salt kendilerini öne çıkaran bu kesimden
insanlık sanat ve kendi adına hiç bir şey elde edemez. Bugüne dek çok şey
yitirdiği gibi bundan sonra da yitirecektir. Yitikliğin can çekişmeleri kendi
yokluğunu diriltemez. Sanal bir varlıkta avuntu ararlar.
Eğer öyle usta yada büyük usta
konumunda olsalardı ülkemizin sanatı dünya içindeki
evrensel sanat alanında
saygın bir yer edinirdi. Cumhuriyet bize yeterinden daha çok
zaman ve olanak tanıdı.
Ülkemizin sanatını saygın bir yere ulaştıracak olanlar ve bu
yetenekte güçlü
yeteneklerimizin kullanılması engeller de yoktu. Her şey var olmasına
var da
sığ göllerin kaptanları okyanuslara gözlerini kapatmışlar;
bizlere karşı
okyanuslar yokmuş gibi davranmayı sürdürerek kendi
köşelerini dönmeyi
yeğlediler. Ülkenin onlara tanıdığı olanakları kötüye
kullandılar ve bugün de
bu yoldan sapmadan gitmeyi sürdürüyorlar. Belki de daha
da azıttılar. Evrensel
sanatın hiç bir yerinde yer almayan bu kıytırıklar
“Usta ve Büyük Usta” adıyla ortaya
çıkıyorlar. Sevsinler sizi;
hem de çok sevsinler ki özbenliğiniz artsın. Vıcık vıcık
resimleriniz her
ruhlarımızı kirlettiğinize aldırmayın. Asalaklığınızla, sanatsal
kabızlığınızla
ve fosilliğinizle sürdürün yaşamınızı. Kendi
gözlerinin körlüğünü bize gören
gözler diye yutturmaya kalkışan sanat sürüngenleri
bizleri sanatsızlığı sanat
olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.
Kendi
karanlıklarında hiçliğe
süreklinmişliğin gerçeği karşısında tek yapacakları şeyin
kendilerini “Usta ve
Büyük Usta “ diye tanıtmalarından başka bir şey kalmamş
ellerinde. Oysa
dünyanın evrensel sanatının silindiri altında ezilmiş tek boyuta
indirgenmiş bedenleriyle
ayakta durabilecek kemikleri yok olmuş. Sanatın derinliklerinde olmayan
adlarıyla Türkiye’yi sanatsal nitelik açısından
küçülttükçe küçülterek
ülkemizi
gerçek anlamda gülünç duruma
düşürüyorlar. Haydi bakalım, Kapıkule’nin dışına
çıksınlar da ne denli büyük usta olduklarını
görelim. Yanlış anlaşılmasın:
Elbette Avrupa ve ABD de de sergi açabilenler vardır. Sanatın o
boyutu içinde
onlara kim ne denli değer verdi ki? Tıs, tıs gidip; tıngır, mıngır geri
dönüyorlar. Her biri birer boş teneke... Ülkemizin
yüzünü ağartmak yerine yerin
dibine de batırıyorlar. Türkiye’yi kendi ötecekleri
çöplük olarak görüyorlar ve
“Usta ve Büyük Usta” diye ötüp
duruyorlar. Sanat açısından cennet olması
gereken Türkiye onlar için bir çöplük
olabilirse ancak yaşayabilecek ve saygı
görebilecekler. Onlara göre Türkiye cennet; cennet
olmasına ama: sanatsızlığın
cenneti.
Ülkeyi sanatsal niteliksiz konumuna
düşürmekte çok usta olan bu kesimin tek isteği kendi çalışmalarının satılması
ve bu yolla daha da çok para kazanmaları. Bu konumlarını sürdürmek için
verdikleri çabaya bakılırsa gerçekten çok büyük usta oldukları, ülke sanatını
ne denli geriye sürüklediklerine bakılarak anlamak zor değil. Çağdaş hiç bir
değeri olmayan ve hiç bir zaman çağdaşlık düzeyini yakalayamamış bu çarpık
ustalar kötüye örnek alınacak bir yerde duruyorlar. Neden hiç bir yerleri
kızarmaz ki?...
Ben hemen şunu belirteyim: Türk resim
sanatın geçmişine bakıldığında bu kesim gençken sağa sola; oraya buraya gitmiş;
görgü ve bilgileri artsın diye Avrupa ülkelerine gönderilmişler. Biz de sandık
ki onlar ülkemizin sanattaki kara yazgısını değiştirecekler. Değiştirmek şöyle
dursun her biri yeteneksizliklerini en üst düzeye çıkarmayı kanıtlayan geriye
giden, yerinde sayan bir yolu seçtiler. Gittikleri yerden ünlü sanatçıların
birer öykünmecisi olarak döndüler. Kendi özgünlüklerini yakalayamayacak denli
yetersiz ve yoz olduklarını gizlemek için ülke sanatında egemen olmak için
etkili yerlere de gelmeyi başardılar. Tavşan uyanınca iş işten geçecekti.
Hemen, hemen her yerde onların sözüne kulak asan bir çok kurum, kuruluş ve
kişiler var. İşin en ilginç yanı da kendi çömezlerini de yarattılar, Şahtılar
şahbaz oldular. Gerçeği bilen ve konuşmak isteyenlerin önü kesildi. İnternet
bağlantılarıyla yeni kuşak dünyayı dolaşmaya başladı. Dışarıya çıkma olanakları
olmasa da İnternet yoluyla sanat konusunda kafalarına takılanlara yanıt
arıyorlar. “Büyük Usta“ diye kendi kendilerini göklere çıkaranların birer sabun
köpüğü olduğunu anlayan çok. Zaman onlara karşı hızla ilerliyor. Bir an önce
ellerini çabuk tutarak durumu kurtarmanın şaşkınlığını yaşıyorlar.
Ülkemizdeki müzelerle diğer ülkelerin
müzeleri karşılaştırıldığında büyük ustalarımızın (?) doldurduğu müzelerdeki
resimlerin birer çöp yığını olduğunu anlayabiliyorlar. Kimin kime öykündüğü de
ortaya çıkıyor birer birer. Yeni kuşak bu açıdan çok büyük sancılar yaşamakta.
Usta diye kendi kendilerini niteleyenlerin ne geçmişi ne de bugünü bu sancıları
yok edecek örnekleri oluşturmuyor. Bu ustaların(?) merhemleri olsaydı kendi
başlarına sürerlerdi. Kendi arkalarına takılanlara da yeni bir hız, atılım,
gelişme ve ilerlemeyi sağlayacak güçleri de yok. Onları izleyenler de onların
bir alt basamağını oluşturmaktan, kötü bir öykünmecisi olmaktan iler
gidememekte. Sanatı oluşturan temel değerlerden yoksunluğun acısını yeni yürekler çekerek boşa geçen
sanatsal anlatımsızlığın bunalımına düşmeleri yada şarlatanlığa soyunmaları da
kaçınılmaz oluyor.
Ülke sanatının sorunlarına hiç bir
yanıt bulamayan, evrensel sanatın dışında kalarak ülkeyi de sanatta
evrenselliğin uzağında tutanlara kim ve neden “Büyük Usta yada Usta” desin?
Bunun ne bir anlamı ne bir değeri olamaz. Bu tür yollara başvurma ilkelliğinin
yok edilmesi, ülkemizin gerçek anlamdaki çağdaş ve evrensel sanatla iç içe
yaşaması gerek. Ülkenin uluslararsı saygınlığı olacaksa bu tür ustalardan (?)
kurtulmaktan başka çıkar yolumuz yok.
Biz gelelim gerçekten Usta ve Büyük
Ustanın” ne demek olduğuna: Rönesans dönemini ele aldığımızda üç büyük ustayla
karşılaşırız: Leonardo, Rafael ve Michelangelo. Sanatta çok büyük adımlar atan
bu devler neredeyse yeri yerinden oynatan değişimlerin yaratıcıları
olmuşlardır. Kedilerinden öncekilerden ileride ve kendilerinden sonrakileri de
etkileyen sanatçılardır bu devler. “Usta Sanatçı” deyimi onlara az gelir.
Ustalık deyimi kullanılacaksa “Büyük Ustalar” demenin de yerini bulduğunu
belirtmeliyim. Bizler “Büyük Ustalar” denilince bu düzeydeki sanatçıları
düşünürüz. Daha sonraki büyük ustalar arasına Dürer, El Greco, Remrandt,
Wermeer, Bosch gibi sanatçılar giriyor. Bu sanatçıların büyüklüğünün nereden
geldiğini anlatmaya burada gerek yok. Her biri kendine özgü etkin bir köşe
edinmiştir. Sanat ırmağına yeni yollar ve geçitler kazandırmışlardır. Rubens, Velazquez Tiziano, Goya, Turner gibi
daha bir çok sanatçı sanat tarihi içinde yer alırken her biri sanata da damgasını
vuran birer örneklerin başında yer alıyorlar. Arkasından gelen
"İzlenimcilik" akımın yaratıcılarının kendilerine özgü yaratımları
izlenimciliğin varsıl boyutunu ortaya koymuştur. Degas, Renoir, Mane, Mone,
Pissaro gerçekten çok büyük ustalardı. Anlatımcılığa geldiğimizde Cezanne, Van
Gogh, Lautrec, Gauguin, Modiglani öne çıkarken ondan sonra gelenlere de büyük
bir gelecek bırakmışlardır. Bu patlayışla Picasso doğmuştur. Gelmiş geçmiş
sanatçılar içinde en büyüğü bilinen sanatçıdır Picasso. Evrensel boyutun
sonsuzluğunu koymuştur avuçlarımıza. Birden bire çok sayıda akım gündeme
gelerek, Matisse, Klee, Dali, Miro, Kandinsky, Braque, Mondrian, Leger, Arp,
Grosz, Chagal, Kirchner, Nolde, Boccioni, Chirico, Macke, Feininger, Poliakov,
Debuffet, Malewich ve bu düzeyde çok
sayıda sanatçı XX. yüzyılda adlarını büyük sanatçılar arasına katabilmişlerdir.
Elbette bunlar büyük ustalar, büyük sanatçılardır. Bu dönemde bizlerden kimseyi
göremiyoruz. Fikret Mualla’nın hakkını yemeyelim. Fikret Mualla yaşarken
karşımıza “Büyük Usta” diye çıkanların gazabına uğramıştır. Onun hakkını
yiyenler onun tırnağı bile olamamış bu kesimdir. Sanırım utanmazlığın derecesi
daha kolay anlaşılmıştır. Bizimkiler bu saydığım sanatçıların öykünmecisi
olarak ülkemizi sanat açından kazıklarken Fikret Mualla büyük bir kişilik yakalamayı
başarabilmişti.
Sanatın son dönemlerine baktığımızda
bizim ülkemizde az sayıda ad olsa çağına uygun atılım gerçekleştiren üç beş
kişimiz var. Sonuçta yine bunlar dışlanmak ve adlarının anılmaması gibi bir
sonuçla karşılaşmışlardır. Bizim büyük ustalarımız, büyükleri geçmişte olduğu
gibi bugün de içlerine sindiremiyorlardır. Günümüzdeki sanatın vardığı
noktadaki büyük sanatçılara göz attığımızda yeni bir sıçramayı gerçekleştiren
Joseph Beuys’u görürüz. Özellikle Almanya Beuys’la birlikte dünya sanatına
ağırlığını koyan sanatçılar yetiştirdi. Beuys öldü ama; Graubner, Pink,
Hödicke, Krieg, Schultze, Lüpertz,
Richter, Immendorf ve Uecker dünya sanatının en önlerinde yer almayı
başardılar. Avusturya’da Hundertwasser, Hollanda’dan Karel Appel ve Cobra kümesi,
Bazelitz ve yapıtlarının uluslararası ederleri gözönüne alırsa kimin güneş
kimin mum ışığı olduğu anlaşılır. Ülkenin sanatsal ilerlemesine hiç bir katkısı
olmayanların şimdi karşımıza “Ustalar ve Büyük Ustalar” diye çıkmalarındaki
iğrençliğe söyleyecek söz bulamıyorum. Kemiksiz et yığını gibiler, evrensel
sanatın içinde boyutları yok. Yüzme de bilmezler. Kendi kendilerine yüzme bilir
ve yarışçı belgesi vermişler. Atlasınlar bakalım denizin derin sularına,
boğulmayacaklar mı? Yarış havuzuna atlamasını bile bilmezler. “Cumt !...” diye
düşer ve boğulurlar. Biz de “Büyük Ustamız öldü diye üzülürüz. Tam yüzme
öğrenecekken ömürleri yetmedi yorumu yaparak burnumuzdan kıl aldırmayız.
Arkalarından kitaplar dolusu söylenceler yazarak onlar için en büyük saygıyı gösteririz.
Bunu yapacak çömezleri de onlar yetiştirdi; çünkü...
|