Eski Konaklar / Bahçe

                  

     Sabah kahvemi içtikten sonra, birinci neden olarak yaşlı bedenime hareket olsun diye yürüyüşe çıkmak için hazırlandım. Benim yürüyüşlerimin her zaman başka bir amacı daha vardır. “Konaklar efendim, Konaklar”.

Biz dört nesildir Kadıköylüyüz. Ben çok şanslı bir kadınım; çünkü neredeyse torunumun torununu göreceğim. Atalarımızdan kalma bir söz vardır, bu kadar uzun yaşayanlar cennete gidermiş diye; eh artık orasını Allah bilir. Konu nerelerden nerelere geldi, ihtiyarlık işte. 

   Yürüyüşlerimin ikinci sebebi Konaklar demiştim ya, sakın şimdiki beton yığını ve görgüsüzlük abidesi binalardan bahsettiğimi sanmayın. Benim bahsettiğim, çok uzun yıllardır, içlerinde artık kimsenin yaşamadığı eski Konaklar ve Köşklerdi efendim. Sabahları, erkek torunumun bana verdiği cırt cırtlı spor lastik ayakkabıları giyer, hedefime doğru yürürüm. O gün hangi akrabamda yatılı kalıyorsam, o semtteki konağı elimle koymuş gibi bulurum. Benim oldukça kalabalık olan yakınlarım, Kadıköy’ün çeşitli semtlerinde otururlar ve ben de çok ihtiyar olduğum için onlarda sıkılıncaya kadar yatılı misafir olurum; böylece gençliğimdeki o çok iyi tanıdığım, zamanın da içlerinde kim bilir kimlerin yaşadığı Konaklara gider, onları huşu içinde seyrederim, onlarla adeta hasret gideririm. Ama bu yürüyüşlerimde illa da yalnız olmak isterim zira yanımda bana eşlik etmek isteyen birisi olursa, Konağa geldiğim de sanki tılsım bozulur ve o eski hatıralarımdaki hülyalı güzel günlerime dönemem, yanımda biri varken hayal ettiğim gibi düşünemem ve o büyülü anlara hiçbir şekilde adapte olamam. 

   Bütün bu beton yığını apartmanlardan, trafiğin korkunç uğultusundan, insanların her şeye duyarsızlığından, hep bir yerlere koşuşturmalarından ve boynuma zorla astıkları, titreşimli cep telefonundan nefret ediyorum. Affınıza sığınarak söylüyorum efendim, kendimi boynuma astıkları çanla, otlağa salınmış inek gibi hissediyorum.

                                                             

  O sırada hangi akrabamda yatılı kalıyorsam, o semtteki sabah yürüyüşüme çıktığımda, bildik yerdeki Konağa doğru eski bir dost gibi ziyarete giderim. Konağa vardığımda, yıkık dökük bahçe duvarına yaslanırım. Nemden yosun bağlamış, dibinde yabani incir dallarının bittiği duvara bastonumu dayadıktan sonra, üstümün kirleneceğine aldırmadan tozlu duvar kenarına oturur ve Konağı huşu içinde seyre dalarım. Ahşap duvarları kararmış, kapı ve pencereleri sımsıkı kapalı, çok uzun zamanlardan beri balkonlarından şen kahkahaların yükselmediği, ahşap cumbalarının arkasından artık kimsenin dışarıya bakınmadığı Konağa baktıkça, sanki eski güzel günlere geri dönerim. Her seferinde üzerime yoğun bir hüzün duygusu çöker; o anda, ne trafiğin gürültüsünü, ne insanların koşuşturmasını duyarım. Konağın geniş bahçesine baktığımda içim acır; çünkü, malumunuz gelen geçenin çöp attığı, ağaçlarının kuruyup kavrulduğu, yabani otların sardığı toz toprak içindeki bahçenin durumu içler acısıdır. Yağmur birikintileri bahçede, içindeki çerçöple birlikte pis kokulu batakçıklar oluşturur ve sanki Konak bu bahçenin ortasında utanç içindedir. Kim bilir bir zamanlar kapalı kapılarının arkasında ne sevinçler, ne hüzünler ve ne büyük aşklar, kıskançlıklar, fedakârlıklar yaşanmıştır. Şimdi artık tüm yaşananlar hatıralarda, Konağın duvarlarındaki nişlerde, tavanlardaki işlemelerde, sırları dökülmüş aynalarda asılı kalmıştır. Sımsıkı kapalı cumbalarının arkasında yaşanan acılar, dramlar, sessiz çığlıklar, nakkaşların işlemelerinde gizlenmiştir. Konak şimdilik bütün sırlarını, iyi ve kötü günlerinin anılarını kendinde saklamak ister gibidir; ta ki, birinin kendisini satın alıp, içkili bir lokanta yapıp, pembelere boyayıp maskaraya çevirinceye kadar.                                                                                       

                                                                       

 

                                                                                          

                         

Eski konakların yıpranmış, nemden yosun bağlamış, kırık dökük olan bahçe duvarlarına yaslanıp sanki "Sır dolu geçmişi" seyre dalarım. Kararmış ahşap kapılarının, işlemeleri artık seçilemeyen paslı kapı tokmağının ve kafes cumbalarının ardına sığınmış flu pencerelerinin sıkı sıkıya kapalı olduğu bu yaşlı ama mağrur binalara hüzünle bakarım. Oysa, konaklardaki yaşananlar şimdi artık tavanlardaki işlemelerde, duvarlardaki nişlerde, sırları dökülmüş aynalarda saklıdır.


Sevgili okurum, kitabımı okuyup bitirdiğinizde, siz de artık çok nadir rastladığımız bu eski konaklara hüzünle bakıp, kitabımdaki konak halkını özleyeceksiniz...


Cinus Yayınları
Haziran 2008
Boyut: 12,5 x 10,5
240 sayfa; 2. hamur

ISBN: 9786054034192



      ÖNSÖZ                

 
    Sayın okurum; bazen amaçsızca yaptığınız bir yürüyüşte, ya da yeni taşındığınız bir muhitte, etrafı tanımak için dolaştığınızda; bazen de bir adres aradığınızda, şehrin içinde, apartmanlar arasında eski ve bakımsız konaklara rastlarsınız. Büyük şehirlerin keşmekeşliği içinde onlar, kendilerine ait oldukça geniş ama kendileri gibi köhne bahçelerinin ortasında yapayalnız, terkedilmiş, unutulmuş olarak öylece dururlar.

     Tabii ki içinizde ilgisiz olanlar vardır ama ben inanıyorum ki, sizde böyle çok eski olup da hala ayakta durabilen bir konak gördüğünüzde içinizden muhakkak “Ah şu konağa bak, ne kadar da eski duruyor; kim bilir zamanında burada ne hayatlar yaşanmış, ne hayatlar sönmüştür” dersiniz. Kimimiz ise tutkuyla bakarız; işte ben bu eski konaklara tutkuyla bakanlardanım.

    Eski konaklardaki hayatları ve içinde yaşananları çocukluğumdan beri ilgiyle dinlerim; o zamanlar, büyüklerimin anlattığı yaşanmış konak hayatlarının etkisinden kolay kolay sıyrılamazdım. Bu yaşımda da hala yürüyüşlerimin amacı  konaklardır. Yıpranmış, nemden yosun bağlamış, kırık dökük olan bahçe duvarlarına yaslanırım. Kararmış ahşap kapılarının, işlemeleri artık seçilemeyen, paslı kapı tokmağının, ve kafes cumbalarının ardına sığınmış flu pencerelerinin sıkı sıkıya kapalı olduğu bu yaşlı ama mağrur binalara hüzünle bakarım; onlar ise, kapalı kapılarının, pencerelerinin ardından hiç sır vermek istemez gibidirler. İçinde yaşanan dramları, hüzünleri, umutları, sessiz çığlıkları kendinde saklamak ister gibidir konaklar. Bir zamanlar içinde yaşayanların, fedakârlıklarını, anlık sevinçlerini, çocuk seslerini, çekilen çileleri, aşkların heyecan dolu sırlarını dışarıya vermek istemezler sanki. Konaklarda yaşananlar şimdi, tavanlardaki işlemelerde, duvarlardaki nişlerde, sırları dökülmüş aynalarda saklıdır.

    Sayın okurum, kitabımı okuyup bitirdiğinizde, artık çok nadir rastladığımız bu eski konaklara hüzünle bakıp, bu kitaptaki konak halkını özleyeceksiniz.

 

                                                                                                      Ergül İlter    

  

  
 Ergül İlter

®  Öz Yapım oHG   © H@vuz Yayınları                                  © Ocak - Şubat 2009 ISSN 1864-0524