Aul'umuzun* en yaşlısı
Tatlyusten Natho'ya tuhaf bir adammış gözüyle bakılır.
İhtiyarlığına men çağa ayak uydurulması, görülecek ne
varsa görülmesi, dünyada neler olup bittiğinin bilinmesi
gerektiğine inanır ve onun için de her günradyoyu dinler,
düzenli olarak kütüphaneyi ziyaret günün en
son gazetelerini okur. Okurken bazen bilmediği bir kelimeyle
karşılaştığı olur, ama o bunun ne demek olduğunu sormaya utanan
kişilerden değildir.
Daha
geçenlerde kendisine bir televizyon satın aldı. Aul'umuzda buna
sahip olan ilk kişiydi, sabadan bir teknisyen gelip televizyonu
onun için kurdu. Herkesin övünecek böyle bir şeyi
yoktur.
Öteki
ihtiyarlar Tatlyusten'e gülüp iğneleyici lâflar
attılar: Şurada iki üç yıllık ömrü kalmış, bir de
kalkmış böyle pahalı bir şey satın alıyor dediler. İhtiyar
adamlardan biri o parayı, dökülen vücuduna iyi gelecek
sağlık merkezlerinden birine harcasaydı daha iyi ederdi dedi. Ama
Tatlyusten karşı çıktı: "Öyle bir yere gitmemi kim
engelleyebilir? Allaha şükür hâlâ
çalışıyorum ve istediğim yere gidebilirim. Bu işin
öbürüyle ilgisi yok. Ama, eski günlerde, evde
oturduğumuz yerde dünyada olup bitenleri seyretmeyi hayâl
bile edebilir miydik? Böyle şeyler ancak peri masallarında olurdu."
Çok
geçmeden millet her akşam, sanki bir kulüpmüş gibi
Tatlyusten'in evine dolmaya başladı. Onu televizyon satın almaktan
caydırmak isteyenler bile!
Şimdi
siz bu ihtiyarın arzu ettiği her şeye sahip olduğunu
düşünebilirsiniz: Sayılıp seviliyordu ve hiçbir eksiği
yoktu. Ama hayır, ona rahat vermeyen çok eski bir rüyası
vardı -bir uçağa binmek, mavi gökyüzüne
yükselmek, dağların üzerinde mağrur kartallardan daha
yükseklerde uçmak. Zaten, köydeki ihtiyarlardan
hiçbiri uçmak nedir, bilmiyordu.
Uçmak
hakkında gençlerden işitmiş olduğu o hikâyelerin -korku
vericiymiş, insanın midesi bulanıyormuş, hava boşlukları varmış- doğru
olup olmadığını bizzat bilmek istiyordu. Ne saçma, havada
boşluklar varmış! Ama onlarla tartışmak, onlara kendini göstermek
için tecrübe sahibi olman gerekiyordu.
Şans
bu ya, Tatlyusten'in beklediği fırsat çıkageldi. Biri gün
bir uçak aul'un hemen dışında yere indi. Tatlyusten'in
bekçi olarak çalıştığı bir meyve bostanını
ilaçlamaya gelmişti. İhtiyar adam pilotla baş başa kalıncaya
kadar uçağın etrafında dolanıp durdu, sonra ona uzun zamandır
içinde beslediği arzuyu anlattı ve aul'un üzerinde kısa bir
uçuş için onu uçağına almasını rica etti.
"Ne
istersen veririm," dedi, "Evimin şeref misafiri olursun.
Görüyorsun, bugün yarın ölebilirim ve böyle
fırsat bir daha elime geçmez."
Pilot
güldü, makinasına yürüdü, pilot kabininin
kapısını açtı ve ihtiyar adamı içeri davet etti.
Tatlyusten bir an için şaşırdı, arzusunun bu kadar çabuk
kabul edilebileceği aklından geçmemişti. Yavaşça
uçağa yürür ve uçağın üzerine tırmanırken
yüzü görülecek haldeydi.
Tabii
içi ürperiyordu, ama renk vermiyordu. Pilot onu nalları
takılacak kıvrak bir atmış gibi kayışlarla koltuğa bağladı, ihtiyar
adamın alnında iri ter taneleri belirmişti, tütün kesesine
uzandı, ama pilot ona sigara içmenin yasak olduğunu işaret etti.
O da bunun üzerin şapkasıyla oynamaya başladı. İki kere
çıkardı, iki kere taktı, sonun da şapkayı ters giydi. Pilot
gülümseyerek onu seyrediyordu. Pazar yerine
götürülen bir kaz gibi bağlanmış ve ağzı açık bir
insanın görünüşü, tabii ki, komik olmalıydı, ama ne
yapardın? Uzun hayatı boyunca çok görmüş, çok
geçirmiş biri olmasına rağmen Tatlyusten daha önce
hiç uçmamış, hiçbir uçan makineyi
içinden görmemişti. Pilota sordu.
"Senin bu harika kuş istediğin tarafa döner mi?"
"Tabii!"
İhtiyar adam hayranlıkla başını sallayarak:
"Vay, vay, insanlar ne güzel şeyler buluyor!" dedi.
Pilot ona:
"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu.
"Nasıl
söylesem? Şimdilik iyi, ama daha sonra... Dağların tepesinde
uçan kartalın pençesindeki tavşan kendisini nasıl
hisseder?" diye cevap verdi Tatlyusten, "Havalanmadan önce senden
bir ricam var: Aul'un üzerinde uçarken tuğladan yapılmış
büyük bir bina göreceksin. O okuldur, onun yanındaki de
benim evdir. O zaman biraz alçal. Bizim hanımın başını kaldırıp
beni görmesini istiyorum, yoksa bana asla inanmaz."
Pilot
başını salladı, birtakım pedallara bastı ve uçak tarla boyunca
koşmaya başladı. Hızlandıkça zıplıyor, tekerlekler taşlara
çarptıkça sarsılıyordu ve derken bir kuş gibi havaya
yükseldi. İhtiyar adamın yüreği ağzına geldi, ama bir anda
kendisini toparladı ve merakla etrafına bakınmaya başladı.
Tarlalar
ve bahçeler bir halı gibi altında uzanıyordu. Pilot keskin bir
dönüş yaptı ve Tatlyusten emniyeti için pilot
kabininin kıyısına yapıştı, ama her şeyin yolunda olduğunu
görünce yatıştı. Yüzünü cama yapıştırmış,
çok iyi bildiği, bütün hayatını geçirdiği
güzel Adığey'in manzaralarını seyrediyor ve yükseklikten
onları şimdi zor tanıyordu. Aul'un yanından akan nehir parıldayan mavi,
dar bir kordela parçasına, yollar ise küçük
yılanlara benziyordu. Her nedense her şey geri geri kayıyor gibiydi,
yollar, step, meyve bahçeleri, otlaklar, nehir... İkide bir
uçak düşer gibi oluyor, sonra atmaca gibi hızla yeniden
yükseliyordu. Bu, ihtiyar adamı biraz korkutuyor, yüreğini
hoplatıyordu. Böyle anlarda gözlerini yumuyor, dua etmeye
başlıyordu, ama aklına bir dua gelmiyordu. Allah insanların bir
gün kuşlar gibi uçacağını bildirmemişti ve o yüzden de
bu duruma uygun bir dua yoktu. Bir zaman sonra yeniden meraka kapıldı
ve pencereye döndü, gözleri önüne serilen
muhteşem panoramayı seyretti.
Buradan
ne de harika görünüyordu her şey! Dünyanın en
yüksek minaresinden aşağı bakmak gibi bir şeydi bu.
Köyümüz ne kadar da güzelleşmiş!
Köyün
hemen dışında kolhozun daha yeni yapılmış su deposu bulunuyordu. Bu
yükseklikten, sanki gökten kopan bir parça yere
düşmüş gibi görünüyordu. Deponun etrafında da
koyunlar, inekler ve atlar otluyordu. Aşağı bakınca Tatlyusten,
uçağın sesini duyan hayvanların bir an donup kulak
kabarttıklarını, çelik kuş uçup gittikten sonra yeniden
otlamaya devam ettiklerini, çobanın elini gözlerine siper
edip uçağa baktığını gördü; yollardaki kamyonları
tekerlekli kibrit kutularına benzetti.
Uçak
yükseldikçe yükseldi. Aul'u örten
gökyüzü ihtiyar adama her zamankinden daha
büyük ve daha genişmiş gibi görünüyordu. Aşağı
göz atınca uçağın altında kanat açmış bir atmaca
gözüne çarptı. Zevkle ve yüksek sesle
güldü:
"Ah,
benim mağrur atmacam," dedi, "Bütün ömrüm boyunca
sana imrendim, senin göklerde uçuşunu kıskandım. Ama şimdi
bak, sana yetiştiğim bir yana, senden daha yükseklerde
uçuyorum."
İhtiyar
adam son derece neşeliydi; yetmiş beş yıllık ömründe ilk defa
memleketinin meraları üzerinde mağrur yaşlı bir atmaca gibi
uçuyor, bu harikulade uçuştan coşuyordu. Gerçekten
de birden bire iki kanat sahibi olmuş gibi hissediyordu kendisini.
Şimdi uçak tam da aul'un üzerindeydi, aşağıda
çocukların el salladıklarını görüyordu. İşte okul,
bakkal dükkânı, kütüphane, köy sovyeti,
hastane, kulüp. Her şey avucundaymış gibi önünde
uzanıyordu. İşte evinin, içinde karısıyla onca yıl yaşamış
olduğu evinin tepesindeki televizyon anteni. Pilot yolcusunun ricasını
hatırladı, evin üzerine gelince o kadar alçaldı ki
neredeyse avludaki ağaçların tepelerini sıyırıyordu. Evin
üzerinde iki daire çizdi, kanatlarını yana yatırdı. İhtiyar
adam karısını görünce gülümsedi, şaka olsun diye,
sanki onu selamlıyormuş gibi tütün kesesini aşağı fırlattı.
Yaşlı kadına gelince, hayatında hiç bu kadar yakından
uçak görmemişti, motorun sesinden ve uçağın havada
yaptığı numaralardan ürküp içeri kaçtı.
Köyün yaramaz çocukları Tatlyusten'in tütün
kesesini ona getirince kadın şaşkınlık içinde bağırdı:
"Aman
Allah, ne oldu? Bizimkinin tütün kesesi bu. Ben onu bu sabah
meyve bahçesine uğurlamışken uçakta işi ne? Aman, başına
bir şey gelmiş olmalı."
Sonunda
uçak yere inince, doğrusu, bacakları titriyordu ama Tatlyusten
kasılarak ve önemli bir kişiymiş gibi pilot kabininden
çıktı. Meyve bahçesinin bütün işçileri
onu karşılamaya koştular ve o görününce alkışa tuttular.
Onu bir öpmedikleri kaldı. Tatlyusten sanki daha az önce
kahramanca bir iş başarmış gibi görünüyordu. Sanki
uçağı pilot değil de o kullanmıştı. Ama bu çok
sürmedi, ihtiyar kendisini koyuverdi, gözyaşları
yanaklarından süzülüyordu. Sevinç
gözyaşlarıydı bunlar. Ona sordular:
"Eee, nasıldı, neler gördün?"
"Hiç
korkmadım. Dedemin de büyük dedemin de hayal edemeyecekleri
kadar yükseklerde bir dağ kartalı gibi süzüldüm,"
dedi Tatlyusten, hararetle pilotun elini sıktı, onu evine davet etti ve
yol gösterdi. Karısı kapıda onu bekliyordu:
"O
çelik kuşa binip uçtuğunu söylüyorlar. Bu
yaşta, bu sağlık durumunla nasıl olur da böyle budalaca bir iş
yaparsın?" diye azarladı onu.
"Üzülme,
hanım. Hiç sevinçten öleni duydun mu sen?
Cennetteydim ben, gökyüzünün yedinci katında. Bu
günü göreceğim aklımdan geçmemişti. Atmacaya da,
kartala da imrenmeyeceğim artık, onlar bana imrenecek..."
Tatlyusten Natho'nun rüyası işte böyle gerçekleşti.
O günden beri ne zaman köyde füzelerden ve insanoğlunun Merih'e gitme ihtimalinden konuşulsa Tatlyusten:
"Tabii, neden olmasın? Zamanımızda olmayacak şey yok," diyor. Kendisi de uçmuş olduğu için buna candan inanıyor.
Bir
ihtiyar adam gökyüzünün yedinci katına
çıktıktan sonra, gençler niçin daha
yükseklere çıkmasın?
* Aul: Kafkas köylerine verilen isim.
Beyaz Dağ'dan Bakınca
Çerkes Öyküleri
Derleyen ve Çeviren Osman Bleda
Belge Uluslararası Yayıncılık
ISBN 975-344-142-8