M. ŞEHMUS GÜZEL SÖYLEŞLER : VİR-GÜL-ÜNE
DOKUNMADAN KALDIRAÇ YAYINEVİ,
İSTANBUL, 2008
Elias Petropulos’la söyleşiden ilginç birkaç bölüm:“PARİS BÜYÜK BİR
YOL KAVŞAĞIDIR”
- Sayın Elias Petropulos,
20 yıla yakın bir süredir Paris'te yaşıyorsunuz. İlginç gözlemleriniz olduğunu
sanıyorum. Fransa ve Fransızlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Paris'te yaşıyorum,
çünkü Paris büyük bir yol kavşağıdır. Paris'te Fransızca ya da Fransızlar
için kalmadığımı özellikle belirtmeliyim. Fransızlardan nefret ediyorum. Entelektüel
liberalizmlerinden detiksiniyorum.
Bana sorarsanız, Fransız düşüncesi 30 yıldır ölü durumda. Başka birçok
uygarlığın hayranıyım. Örneğin Alman uygarlığı... 1983-84 yıllarında
Berlin'deydim; orası bugün gerçekten özlem duyduğum tek kent. Yine de,
herşeyden önce İtalyanları beğeniyorum. Günümüzün en uygar ulusunun İtalyanlar
olduğunu düşünüyorum.
- Fransız düşüncesinin öldüğü
kanısına neden venereden varıyorsunuz?
- Örneğin son 30 yılda
doğru dürüst yeni bir şair bile çıkaramadılar. Hele Fransız sinemasından hiç
söz etmeyelim. Tamamen yok olmuştur. Bugünkü Fransız sineması bombok, beş para
etmeyen bir sinemadır. Fransa'da Sovyet sinemasını çok beğeniyorum. Dünyanın
en iyi sineması Sovyet sinemasıdır.
-1944’te 16 yaşındaydınız ve ülkenizde Nazilere karşı direniş hareketine
katıldınız...
- Evet, 1. ve 2. direniş
hareketlerine katıldım. Geçen yıla kadar direnişe katıldığımdan hiç söz
etmemiştim. En yakın arkadaşlarım bile yaşamının bu bölümünü bilmiyorlardı.
1. direniş Almanla Nazilere karşı düzenlenendir. Öldürücü, çok zor bir
hareketti. En küçük hata ölümle sonuçlanabiliyordu. Çok can kaybettik. 1947-49
arasındaki 2. direniş, yani bizim iç savaşımız, ise ilkinden çok daha acımasız,
çok daha sert ve öldürücü oldu. Faşist Yunanlılar ve Yunan ordus Naziler'den,
Alman ordusundan, hatta SS'lerden çok daha korkunç ve acımasızdılar. Nitekim
bu direnişte daha fazla kayıp verdik.
- Neden Yunanlılar
birbirlerine karşı daha insafsız davrandılar?
-
Çünkü bu olay, önce İngiliz liberalizminin karşı saldırısının bir parçasıydı.
Sonra Truman doktrini ile ABD devreye girdi. Amaç, solu, direniş hareketini yok
etmek, solcuları ve direnişçileri ortadan kaldırmaktı. Hepimizi tek tek
öldürmek istiyorlardı. Yunanistan'da solun kökünü kazımak istiyorlardı. Zor bir
dönemdi. Acılıydı.
14 mayıs 1980. Petropulos, Abidin Dino, Mary Kovkoules, Yaşar Kemal ve Fassianos
BERLİN İSİMLİ
KENT - Biraz önce en çok sevdiğiniz kentin Berlin olduğunu
söylediniz. Berlin’de Türklerle, Türkiyelilerle karşılaşıp, tanıştığınızı
biliyorum.
- Evet.
1983-84 yıllarında Berlin’de Kreuzberg’te kaldım. Sanatçılar Vakfı gibi bir
kurumun konuğu oldum. Çok rahattım. 40 km x 50 km boyutunda, Paris’ten çok daha
yaygın ve geniş olan Berlin’in bu alabildiğine büyük ve çok ünlü mahallesi
Türklerin, her görüşten ihtilalcilerin (Petropulos “gauchistes” diyor. Bu sözcüğü Türkçeye “aşırı solcular” veya
“ihtilalciler” biçiminde çevirmek olası. Ben ikincisini tercih ediyorum. MŞG),
artistlerin, punkların, yani her türlü marjinalin yaşadığı, inanılmaz havası,
inanılmaz derecede renkliliği olan bir yer. Çok ilginç ve çok güzel bir
yer.
- Bugünlerde Paris’te Berlin deyince akla
Wim Wenders’in son filmi Der Himmer über
Berlin geliyor. Bu filmi gördünüz mü?
- Hayır, hayır. Bu herifi
hiç sevmem ve büyük bir sinemacı olarak kabul etmiyorum. Ondanönce, kamuoyunca pek tanınmayan Alexandre
Klunge gibi gerçekten çok büyük Alman sinema ustaları var.
Kanımca en büyük Alman
sinemacısı Klunge'dir. Wenders yüzde yüz tüccar. Amerikalılara satılmış, çok
iyi "public relations" (halkla ilişkiler) içinde, her yerde
tanıdığı olan inanılmaz ölçüde cambaz bir sinemacı. Ama asla büyük sinemacı değil.
16-17 yaşındaki kızların belki hoşuna gidebilir ama bana hiçbir şey vermiyor.
Oysa Alexandre Klunge gerçekten büyük sinemacı ama tanınmıyor. Doğal. Çünkü
burjuvazi özgür düşünceleri sevmiyor ve engelliyor. Oysa Wenders kapitalistlerin
parasıyla çalışmakta.
- Neden Fransız sineması öldü diyorsunuz?
- Fransız sineması diye bir şey
yaşamıyor da ondan. 30 yıldır zevkle izlenebilecek bir Fransız filmi bulamadım.
Biliyorsanız, siz üç film ismi verin.
- Şu anda örnek ve isim vermem biraz zor. Ben de Fransız
sinemasının şu anki konumunu pek sevmiyorum. Fransız sineması son yıllarda çok
geveze bir sinema oldu. Film yerine roman çekiliyor. Çok konuşulan, sinema
dilinden uzak ürünler. ABD filmlerinin bastırmasının da etkisiyle. Ama yine de
sizin Fransız sinemasının ölüm nedenlerini belirtmenizi rica ediyorum.
FRANSIZ SİNEMASINDAN FRANSIZ BASININA
- Bakınız şu son haftalarda Paris’te
birçok iyi nitelikli İtalyan ve Polonya filmleri var. Ama Fransız basınında
bunlara ilişkin dişe dokunur bir şey yayımlanmıyor. Fransız basını dünyanın en
aptal, en milliyetçi hatta en faşist basınıdır. En başta Le Mondegazetesi. Dünyanın en sağcı gazetesidir.
Daha da komiği, Le Monde'un
kendisine dünyanın en büyük gazetesi havasını vermeye çabalamasıdır. Oysa en
büyük basın Alman basını. Büyük basın ve en büyük gazetecilik “okulu” İngiliz
basını ve gazeteciliği. Zaten dünyada gazeteciliği kuranlar da İngilizlerdir.
Almanya ve İtalya'da da kökeni geçmişe uzanan ciddi, yetkin bir gazetecilik geleneği
ve "okulu" vardır. Fransa'da böyle bir şey yok. Bu ülkede
gazetecilik laf ebeliğinden başka bir şey degil. Örneğin Liberation'u ele alalım. Kurulduğu yıllarda (1970’li
yılların başları) ihtilalci (Petropulos “gauchiste”
sözcüğünü kullanıyor.MŞG) bir gazete iken daha sonra Paris ve Lyon
kapitalistlerince, patronlarınca satın alındı ve patron gazetesine dönüştü.
Bugün ABD gizli servislerinin emirlerine göre yayın yapıyor. Dahası, her gün
binlerce baskı kusuru, dil ve dilbilgisi yanlışı ile dolu berbat bir gazete.Liberation"okuma-yazması
olmayan" gazetecilerin gazetesidir.Zaten artık almıyorum. Büyük gazete,
örneğin Almanya'nın DieZeit'ıdır. Brüksel'in Le Soir’ı da daha ciddidir.
Hollanda basını, Londra’da The Times, Milano basını vb. anılmaya değer.Liberation,Roma’da
yayımlanan Republica'nınçok kötü bir kopyası.Sadece
o mu, Fransa'daki küçük boy basının tamamı, geçenlerde yayımına son veren Le Matin, LeQuotidiende Parisve diğerleri de Republica’nın çok kötü örnekleridir. Le
Mondekendine bir snop havası
vermek istiyor, ama tutturamıyor. Çünkü Fransızların snop olma yeteneği yok.
Snop olmaya hakları da yok. Fransa inanılmaz bir çöküntünün, gerilemenin öncül
yıllarının içinde şu sıralar.LeMonde’da da her gün
binlerce hata yapılıyor. Hatalarını yüzlerine vuran bir mektup gönderseniz,
asla yayınlamazlar, kaybolur gider.
Fransa basınının bu içler
acısı kötü durumu nedeniyle Le Canard Enchainé gibi bir gazete
var. Bu çok mucizevi bir gazete değil. Bir kligin, yobaz bir tarikatın
gazetesidir. Fransa basınında diğer gazetelerin bıraktığı boşluk sayesinde
yaşayabiliyor.
- Le Canard Enchainé’ye, “büyük basın”ın ele almak istemediği borsa
skandallarını ve siyasetcilerin yolsuzluklarını ve rüşvet olaylarını araştıran
bir gazete olması nedeniyle Fransa basının “baş belası” diyebilir miyiz?
- Evet, elbette. İtalya
veya Almanya’da Le CanardEnchainégibi
bir gazete yok. Çünkü bu ülkelerde
“büyük basın” çok iyi ve gerçek
gazetecilik yapıyor. Bu ülkelerde basın görevini hakkıyla
yerine getiriyor.
Bugün örneğin Berlin basını çok ciddi siyasi ve edebi
eleştirileriyle
burjuvaziyi sarsıyor.