Yıkım

                  


  

Burnunun ucundaki ince çerçeveli gözlüğünü düzeltti Hamdi Usta. Pos bıyıklarını sarartmış sigarasını, kül tablasında ezdi. Gözlerine kaçan duman, gazeteyi okumasını engelledi bir an. Yeşil gözlerini açtı, kapadı.  İnce parmakları, saçsız başını kaşıdı.

Altmış yaşında, uzun boylu, zayıftı. Çelik gibi yumrukları vardı. Demirci ustalığından emekliydi. Televizyonun sesi açık olduğundan duyamayan kahveciye baktı. Parmağını kaşık gibi karıştırarak, dudaklarını kıpırdatarak çay istedi. Kahveci Remzi anlamadı. Uzaktan kumandayı eline alarak, televizyona dik tuttu. Kıstı sesini at yarışları programının…

“Çay mı?“ dedi. 

Başını salladı Hamdi Usta.

“Bu dallamaya da megafonla konuşmak lazım. Eşeklerden bir şey tutturdu sanki.“  

Kahvede oturan gençlerin çoğu, altılı ganyan kuponları dolduruyordu. Esprileri de at yarışları üstüneydi. Dip masada oturan Ali, elindeki okey taşını, ıstakaya hızla vurdu. Göz ucuyla Tombalacı Salim’i görünce;

“Yürü be beş numara. Kim tutar seni.”  dedi.

Elindeki tombala torbasını, taşlarını karıştırarak yaklaştı masaya Salim. Numaralı taş kâğıtlarını uzattı. Ali, torbayı karıştırmaya başladı. Beş taş çekti. Fakat, numaraları tutturamadı. Para vermedi Ali. Tutturabilseydi yabancı sigarayı alırken tombala ücretini ödeyecekti. Salim, bozuldu bozulmasına, belli etmedi. Yan masalara yürüdü...  Salim, Ali’nin hesabına çay istedi kahveciden. Sövdü. “Şerefsiz“ dedi.

Kahvedeki beş masa da doluydu. Garson boş bardakları topluyor, yeni siparişler alıyordu.

“Güm”  diye masaya yumruk indi cam kıyısından. İçeride sessizlik oldu. Başlar kapıya, cama yakın masaya çevrildi. Kül tablasının yanındaki yarı dolu çay bardağı devrilmiş, örtü ıslanmıştı. Hamdi  Usta, elindeki gazeteyi göstererek bağırıyordu.

“Neden  Umut  Mahallesini yıkmak istiyorlar. Bileniniz var mı?“

Yıkımı demek istiyordu Hamdi Usta. Belediyeye  gidip konuşmuştu. Depreme dayanıklı evler yapılacak denilmişti. Dünya Bankası kredisi sözü geçmişti.

“Arkadaşlar, neden böyle eli kolu bağlı duruyorsunuz. Evinizi, elinizden alacaklar. Size kulübe verecekler İkitelli’de. Sonra borçlandıracaklar yine kendi evlerinizi almak için. Parayı ödeyemezseniz, prefabrik evlerde kalacaksınız Gölcüklüler gibi. Daha sonra istikamet; memleket. Yani sürgün… Hangi hakla benim evimi alıp, bana yine parayla satarsın ulan sahtekâr. Yapılacak bloklarda  aidatları nasıl ödeyecek garibanlar? Bunları düşüneniz var mı? Amaç; temizlik yapmak. Zenginlerin oturmasını sağlayarak, kendileri  köşeleri dönecek… Gözlerinden belli dolandırıcı oldukları ama anlayan kim? “

“Yok öyle şey Hamdi Amca.“ dedi kahveci. “İptal edilmiş, yıkılmayacakmış.“

 “Belediye Başkanı konuştu ya televizyonda. Aha bakın gazete yazıyor. Umut Mahallesi  diyor.”

Masanın çevresini sardı kahvedekiler. Gazeteyi çekiştirip okumaya başladılar.

“Peki neden sahile otellerin inşaat temelleri atıldı hiç düşündünüz mü? Hepimizi defetmek istiyorlar. Buraları otel, turistik tesis, alışveriş merkezleri, gökdelenlerle dolacak. Deprem yalanlarıyla bizleri topraklarımızdan edecekler. Zenginlere peşkeş çekecekler. Karaman’ın koyunu sonra çıkacak oyunu…“

 Hamdi Usta, sinirden bağırıyordu. Kahvenin önüne, çardak altına iskemle atıp, çay içen müşteriler “ne oluyor” diye içeri girmişlerdi. Sokaktan duyan, kavga ediyorlar sanırdı.

“Semtimiz pilot bölge seçildi ya ondan.” dedi kısık sesiyle Tombalacı Salim. Susturdular hemen Salim’i. Ateşe, benzinle gittiği için…

“Başlarım lan senin pilot bölgenden Arap çocuğu.” dedi Ali. Elindeki okey taşını, birikmiş okey taşlarının üstüne vurarak.  “Pilot sensin.”

Eliyle, sövme işareti yaptı. İşaret parmağıyla, orta parmağının arasına baş parmağını sıkıştırdı.

“Vermiyorum lan paranı.“ dedi.

Dişlerini karıştırarak kahveye giren Sendur Bey sakin, soğukkanlıydı. Çalışmıyor, emekli parasını yiyordu.

“Sinirlenmeyin arkadaşlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine veririz.” dedi. “Avukat arkadaşlarım var.”

Sigarası dudaklarında tütüyor, mavi gözleri sevinçten  parlıyordu.

“Paran var mı avukata verecek? Kim gidecek peşinden? Belediye garibanlara kırk, elli milyar verince; hepsi dönecek bunların. Herkes memleketine, buraları zenginlere kalacak“ dedi Hamdi Usta.

Kalbini tuttu. Ayaktaydı, oturdu iskemleye. Alnı terlemiş, yüzü kül gibi olmuştu. Sırtını yasladı. Ceketinin cebinde, ilacını araştırıyordu. Bir bardak su getirdi kahveci.

  İskambil oyunlarını yarım bırakanlar, çardak altında oturup içeri girenler düşünüyorlardı. Cep telefonuna sarılan oldu. Simitçi, börekçi, çakmakçı girdi çıktı kahveye. Televizyonda türkü klibi başlamıştı. Sesini açıverdi kahveci. Sigaralarını  yakıp burunlarından dumanlarını salanlar, içerisini dumanaltı yapmışlardı…

“Hamdi Amca.” dedi Çakmakçı Salih. “Sinirlenme, hiç yoktan kalbine inecek. Konuşuruz, bekle. Buldozeri alıp gelmiyorlar ya, apartmanını, daireni yıkmaya. Hem kanun var, hukuk var.“

Sağ elinin parmaklarını açtı, yumdu, gerdi Hamdi Usta,

“Tabii, alaska var, frigo var. Bak sen. Konuşma lan. Paran varsa hepsi var.” dedi.

Cevap veren olmadı. Gözler, dertli gurbet türküsünü söyleyen bayan sanatçıyı izliyordu. Parmaklarındaki sigara, ikide bir dudaklarına gidiyor, dumanlarını salıyorlardı sessiz sessiz…

“Yakacam ulan kendimi.” dedi Hamdi Usta. “Bizden artık ne köy olur, ne kasaba. Yakacam kendimi belediyenin önünde. Gazetelere, televizyonlara çıkacam ibret olsun âleme. Depremle korkutup, evlerimizi elimizden almak ne demekmiş gösterecem o kravatlı hırsızlara. Atatürk, cumhuriyet, halk düşmanlarına.“

Parti liderini karşılarmış gibi, bir alkış koptu kahvenin ortasında. Hamdi Ustanın ellerini, yanaklarını öpüyorlardı.  “Atatürk düşmanları” sözünden hepsi duygulanmıştı. Gözleri doldu.

“Biz de yakarız kendimizi.“ dediler.

Kahveden çıkan yirmi kişilik grup, Belediyeye yürüyordu. Tren istasyonu köprüsünü geçtiler. Yolda karşılaştıkları birkaç arkadaşlarını da yanlarına almışlardı. Dudaklarında  sigara konuşuyorlardı…

Hamdi  Usta, belediye binasındaki güvenlikçilerle tartıştı. Randevusuz görüşme yapılamazmış. Hem bu kalabalıkta neymiş canım!.. Yürüyüverdiler üst kat merdivenlerine… Neyin, ne olduğunu ve  ne olacağını öğrenmek için hesap soracaklardı!.. Belediye Başkanı ve İmar Müdürü Odaları,  bir üst kattaydı. İyi biliyordu…

Hamdi Usta birkaç basamak çıktı. Sağ elini göğsüne bastırıyor, soluk alamıyordu. Gözlerini  kapatmış; dişlerini sıkıyordu… Binanın merdivenlerinde düştü.  Yığıldı kaldı…

Yüreğine yenilmişti!..




Yayınevi:  Sone Yayınları
Kitap Adı: Yıkım
Yazar Adı: Yılmaz Uçar
Yayın Yönetmeni: H.Hüseyin Yalvaç
Sayfa Sayısı: 160
Baskı Yılı: Haziran 2008
Baskı Sayısı: 1. Baskı
ISBN : 978- 605-5941-02-4
Barkod No: 9786055941024
Fiyatı: 10 YTL.
Boyut: 13,5 x 19,5 cm.
Kapak: Seval Grafik
Türü: Öykü

“Yılmaz Uçar deyince, bir yumak heyecan gelir aklıma. Çünkü tepeden tırnağa heyecandır Yılmaz. Konuşmaları, ilişkileri, doğal olarak sanatsal üretileri de heyecanla yüklüdür. Anlatmak istediğini öz olarak, ironi katarak ve temiz bir Türkçeyle dile getiren Uçar’ın öykülerini bu nedenlerle büyük bir kesimin severek okuyacağına inanıyorum…”

                                                                              GÜNGÖR GENÇAY


Yıkım; İstanbul Düşü, Ağlayan Bebek, Artçı Sarsıntılar gibi öykü kitaplarının sahibi Varlık, Berfin, Kar, Öykü Teknesi gibi edebiyat dergilerinde şiir, hikaye ve edebiyat eleştirileri yazıları yazan ünlü öykücü Yılmaz Uçar’ın son kitabı. Uçar, on beş öykü bulunan bu eserinde de okura öykü kahramanlarının acılarını, umutlarını, kıvançlarını, yapay süslemelerden uzak açık bir dille yansıtmış…

GÜNLÜK EVRENSEL GAZETESİ
“Yazar kaleminin ucuyla, sözcüklerle, çevresinde yaşayanların fotoğrafını çekmiş. Öykülerini birkaç kareye sığdırmış. Kişilerin acılarını, kıvançlarını, umutlarını, yapay süslemelerden uzak, açık yüreklilikle anlatmıştır. Böylece belgesel niteliği de taşıyan yapıtını tüm okurlara önerir, Yılmaz Uçar’ı kutlarım” diyor Yılmaz Çongar, Uçar’ın öykü kitabı “Yıkım” için.

CUMHURİYET KİTAP EKİ

‘İstanbul Düşü’, ‘Ağlayan Bebek’, ‘Artçı Sarsıntılar’, ‘Umut’ ve ‘Kanadı Kırık’, Yılmaz Uçar’ın daha önce yayınlanan kitapları. Uçar’ın son kitaplarından ‘Yıkım’da, yazarın öykü kitaplarının şimdilik son durağı. Oldukça akıcı bir dille kaleme alınan bu öykülerinde Uçar genel olarak, ekonomik, sosyal ve siyasi baskılar nedeniyle sıkıntı yaşayan modern şehir bireyini anlatıyor. Dolayısıyla, geçim sıkıntısıyla hiç sevmediği işlerde çalışmak zorunda kalanlar; yayıncılık alanında çalışırken sansür taraftarı iktidarlara karşı mücadele edenler; mahalleleri “pilot bölge” seçildiğinden, evlerinin yıktırılması tehdidiyle yüz yüze gelen mahalle sakinleri, bu öykülerin başlıca tiplerini oluşturuyor…

RADİKAL KİTAP EKİ

 


  
 Yılmaz Uçar

®  Öz Yapım oHG   © H@vuz Yayınları                                  © Ocak - Şubat 2009 ISSN 1864-0524