Sorun
şu: Yaşımız birikimsel
olarak artıyor. Her yıl, bir ekleniyor
hanemize. Ama mevsimler döngüsel olarak gidiyorlar.
Neden söylüyoruz bunları?
Çünkü bir yıl daha geçip
gidiyor. Yaz geçmiş, yaprakların solukluğuyla anar
olmuşuz dünyayı…
Sanıyoruz ki yaz her yerde
aynı, her yerde aynı zamanda ve her yerde aynı
duyguları taşıyor insanteki… Öyle
değil… Örneğin Tayland’da yaz dinlencesi,
Mart’la mayıs arasında oluyor. Okullar, mart ayında
dinlenceye giriyorlar, mayısta
ya da haziranda açılmak
üzere… İki mevsim var: Yağışlı mevsim ve yağışsız
mevsim... Yağışlı mevsimde alabildiğine yağmur... Muson yağmurları...
2-3
saniyede sırılsıklam olabilirsiniz... Ve yağışsız mevsim: Sokakta sıcak
duş
keyfi bitmiş artık, ter banyosu ve kafa zonklaması başlamış. İşte bu,
yağışsız
mevsimdir ve “sırılsıklam olaydım keşke” dedirtir
insana... Ve bu keşkeler
nedeniyledir ki dinlenceye girer okul önlükleri...
Okyanuslar, karalar aşıp ‘Yeni Zelanda’ya daha
doğrusu -sömürgecilerin
verdiği ad yerine, yerlilerin verdiği adı kullanalım-
Aotearoa’ya gidelim.
Orada haziran, yaz değil... Aotearoa, Güney
Yarımküre’de. Haziran, Aotearoa’nın
yılbaşı oluyor. Yerli dilinde ‘Matariki’
sözcüğü, hem yılbaşına hem de yılbaşı
ayı boyunca gökyüzünde bulunan belli bir
takımyıldıza verilen ad. ‘Yılbaşı ayı’
dedik, yanlışlık mı var? Yok. Aotearoa yerlileri, yılbaşını tek
gün olarak
değil ay olarak kutluyorlar. Tüm bir haziran ayı, kutlamalara
sahne oluyor...
“Yaz geldi, geçti”
diyoruz ama bütün bu saydıklarımızdan sonra, belki
de,
“yaz bize de geldi, şimdi bizden uzak diyarlara
göçtü” demek daha doğru.... O
zaman şu soru geliyor akla: “Göçmen
kuşlar, mevsimine göre mi göçeder yoksa
mevsimler zaten bir tür göçmen kuş
mudur?”
30 güne ‘ay’ diyor
sözlüklerimiz ve dergimiz, ayda bir
çıkıyor. Her ‘ay’a
ad veriyoruz ve her ‘ay’ın bir dergisi var. Her
ayın adı var ama her günün bir
adı yok. Yalnızca her hafta gününün adı var.
Yoksa 365 adı yok günlerin... 12
yılda bir dönen takvimler var, örneğin
çeşitli Budacı takvimleri ve elbette Çin
takvimi... Başka gezegende olsaydık kimbilir kaç sayı
çıkardı dergimiz?...
Dergimizin yılda kaç kez
çıkacağı, Güneş’e bağlı,
Dünya’ya; Dünya’nın
Güneş
çevresinde dönüşüne... Ama zaten
‘yıl’ bu dönüşe bağlı değil mi...
İşte sorun
bu: Yıllar, artarak geçerken, her gün daha
çok yaşlanıyorken biz; aylar, döne
döne, döngüsel olarak geçiyor.
Her on ikide bir sıfırlanarak...
İşte yaz böyle bir şey: İnsanı
düşünmeye en fazla iten zaman aralığı
olmalı... Bu sayımızda da yazın biriktirdiklerimizi sunuyoruz size.
Belki daha
iyimseriz yazın biriktirdiklerimizde; belki
çöküntüye yaslanıyor kış
sayılarımız... Çok ilgili, etkileşmekten hoşlanan bir okur
çevremiz var. Onlara
bırakıyoruz karar vermeyi: ‘İyimser bir
gül’ mü atıyor bu sayı, yoksa ne?
Havuz Dergisi adına,
Dr. Ulaş Başar Gezgin
|