Tahir Abalı kaç gündür koltuğuna
çökmüş hep aynı şeyi düşünüyordu. Ticarette dükkânın bulunduğu muhitin önemli
olduğunu bilmeyen var mı? Dükkân dediğinin kapısı ille de bir caddeye, meydana,
yola açılmalı. Önünden insan seli akmalı. Gün boyu akıp giden bu selin üçte
biri vitrine baksa, bunların üçte biri içeri girse, girenlerin üçte biri de
alış-veriş yapsa, paraya para demezsin. Böyle kuytu bir yerde dükkânın olmuş da neye
yaramış? İstediğin kadar kalite sat, ucuz sat. Kim görür, kim bilir? Sittin
sene sinek avlarsın. Üç aya kalmaz nalları dikersin.
Dört-beş gündür, çaycıdan başka
kapıyı açan da yoktu. Tahir Abalı, alıyor- veriyor, ölçüyor-biçiyor; kabuk
değiştiren bir yılanın sancılarını çekiyordu. Birden ayağa fırladı. Yirmi
yıllık mahpuslar gibi voltaya yattı. Adımları kısa, sert ve hızlıydı.
Bakışlarında kararlı insanlara has o bıçak ucu ışıltı vardı. Böylece öğleye
kadar gidip geldi dükkân içinde. Günlerdir tost-ayran, yarım ekmek arası döner
yemekten bıkmıştı. Bir hışımla çıktı dükkândan. Esaslı bir lokantaya girdi,
karnını doyurdu. Lokantadan çıkıp bir dolmuşa bindi. İneceği yerde indi. Bir
apartmanın üçüncü katına çıktı. Kapıyı açan kadına,” Ziya Abi evde mi,” diye
sordu. Ziya Abi, namı diğer Kürt Ziya, şimdi inzivaya çekilmişse de vaktiyle
kabadayılığın kitabına sallamasıyla, jiletiyle adını kazıtmış namdar bir abi. Şimdilerde
tefecilik yapar. Öyle senetin günü gelince ortalıkta kaybolan, sonrada
borçlunun gırtlağına sarılıp donuna kadar soyan bildik tefecilerden değil.
Faizi düşüktür. Vaktinde ödeme yapamayanlara geçerli mazeretleri varsa süre de
tanır. Hatta kimi tanıdıklara, vaktiyle faydasını gördüklerine senet bile
yapmaz. Yeter ki kendine oyun oynanmasın. Zaten kimi kimsesi de yoktur. Bir
Köroğlu bir Ayvaz. Tahir Abalı, aklındaki tafsilatı bir bir anlattı Kürt
Ziya’ya. Ziya Abi karşısındakine şöyle bir baktı. Akıllı, cesur, gayretli çocuk
şu Tahir. Bastı mührü. Ne kadar istediğini sordu. Tahir söyledi rakamı. Yekûn az, senete ne
lüzum. Hem zamanında Kunduracı Ali Usta’nın faydasını da görmüştü. “Ma,
rahmetli babayın iyiliği dokunmuştur bana. Hakkı vardır, ekmeğimde. Senet-sepet
istemez. Yalnız benin ki dolardır ha,”dedi. “Olsun Ziya Abi,” dedi, Tahir. “Ben
dükkânı ayarlayayım, sen parayı bir zahmet lira olarak hazırlarsın.”
Yirmi, yirmi beş gün içinde kapısı
kentin meydanına bakan dükkânını açtı Tahir Abalı. Açılış o biçim oldu. Her şey
düşündüğü gibi dört dörtlüktü. Müşteri bol, satışlar iyi. Böyle giderse altı
aya kalmaz tüm borçlarını öderdi. Dükkân arı kovanı gibi işlerken, Tahir Abalı da
tatlı hülyalara dalıyordu: Abalı A.Ş, Abalı Sentır, Abalı Holding… “Vay anasını-avradını
beee!”
Ama bir gün geldi hesapta olmayan şeyler oldu.
Mayısın ilk sabahı meydan mahşere döndü. Sarı zemin üzerine kırmızı harflerle
yazılmış dövizler, afişler… Saç-sakal birbirine karışmış, bıyıklı kişilerin
siyah-beyaz resimleri… Bıji Yek Gulan! Zafer Direnen Emekçinin Olacak! Yaşasın
1 Mayıs! Yaşasın Proleterya
Diktatörlüğü! Yaşasın Halkların Kardeşliği! Bıji Bıradiya Gelli Kurd u Tırk!
Gündüz, şıkırdım şıkırdım kar
beyazı çiçekleriyle etrafına gülücükler saçarken, gece aniden yediği donla
darma duman olan badem ağacına dönmüştü Tahir Abalı. Gerçi meydanda robokop
kılıklı, kasklı, kalkanlı bölük bölük polis, jandarma vardı var olmasına ya,
Tahir Abalı okuduğu her pankartla, duyduğu her sloganla, Abalı Holding’in
temeli sayılan mağazasının yağmalandığını, yakıldığını hissetti. Nerden peyda
olmuştu bu çapulcu gürûhu? Şu anasını avradını… Rusya’sının ne çok piçi varmış
memlekette. Gerçi haberlerde izlerdi bu görüntüleri ama sallamazdı fazla. Şimdi
iş başka. İlk olarak dükkânın önündeki “Ne alırsan beş yetele.” sepetlerini
kaldırttı. Tezgâhtarlara olası bir
durumda kepekleri kapatmak için tetikte olmalarını söyledi. Yüzü maskeli, uzun
saçlı, sakallı bir genç yüksek bir yere çıkmış, boyun damarlarını şişire şişire
konuşuyordu. Kan içici emperyalizm… Komprador bürokrasi… Oligarşi… Burjuvazi…
Tekeller… Emekçinin terini içen patronlar… Binlerce sol el gökyüzünü
yumrukluyor, sloganların şiddetinden meydandaki binaların pencereleri
titriyordu. Tahir Abalı tıslayarak esaslı bir ana-avrat çekti. “Demek ki her
nimetin varmış bir külfeti. Şu it sürüsü bir an önce dağılsa da…”
Tam bu sırada bir uğultu, bir
hengâme… Bu arada, nerden geldiyse bir parke taşı vitrini tuzla buz etti…
Tahir Abalı, tam üç gün kızışmış
bir kısrak gibi tepindi durdu.
Komşularına göre zayiatı azdı ama onun gözü bunu görmüyordu. Tam
durulmuş, eski neşesini bulmuş, Abalı Holding hayallerine dalmışken borsa tepe
takla olup, döviz yüzde elli fırlamaz mı? Hem de ödeme vakti yaklaşıyorken. Vayyy
anasını avradını böyle şansın! Vayyy doların da borsanın da!.. Dükkânın içinde
bir aşağı bir yukarı voltaya yatıp, kol gibi girdi, diyordu, kol gibi! “Ah şu
borsanın cinsini cibilliyetini!.. Bir umar, bir çıkar… “
Voltaya yattığı bir başka gün,
aradığı umar yekten aklına geliverdi. Bir sevinç bir sevinç… “Gel bakalım Ziya
kırrosu, gel!”
Bu arada gazete de okuduğu bir
haber sevincini katmerledi. Filanca ilde bayrağımıza yapılan alçakça saldırıdan
sonra, bayrak satışlarında patlama bekleniyor.” Ellerini ovuşturdu. “Yağlı iş,
şu borçtan kurtulup bu bayrak işine de girmek lazım! “
Üç gün sonra öğle vakti Kürt Ziya
geldi. Tahir Abalı hürmetten kusur etmedi. Kahvenin Yemen’i, kebabın Adana’sı,
baklavanın Antep’i… Sohbetin konusu, geçen haftaki gösteri, bu haftaki kriz…
Zaman kuş oldu, Ziya Abi, dişlerinin arsındaki et parçalarını, ucuz halıfleks
döşeli zemine tükürüp, ardı ardına geğirdikten sonra dizine bir şaplak
patlatıp,”Eh bana müsaade,” dedi. Tahir Abalı, çekmecesinden iki deste banknot
alıp uzattı. Beriki paraya şöyle bir baktı.
“Ma nedir bu Tahir Efendi?”
Tahir, miktarı söyledi.
“Ben sana dolar verdim, dolar
alırım.”
“Yapma Ziya abi, ben senden dolar
almadım ki lira aldım.
Kürt Ziya’nın üstü kıllı,
kanatları etli, iri burnu titredi. Tahir Abalı deseydi, Ziya Abi param yok,
ödeyemiyorum, eyvallahı çeker, çıkıp giderdi. Lakin böyle ince dalaverelere
aklı yatmaz, dolandırılmayı nefsine yediremezdi. İri habbeli kehribar tespihi Tahir Abalı’nın
suratında kırbaç gibi patladı.
“Ma sen ne diyisen hırbooo? Canına
susadi?”
Tahir Abalı’nın burnundan damlayan kan, masayı
gelincik tarlasına çevirmişti.
“Sana bir hafta mühlet, anladi?..”
Tezgâhtarların gözleri önünde
kırbaçlanmak, al kanlara bulanmak fena halde izzetinefsine dokundu Tahir Abalı’nın.
İntikam almaya kanı üzerine yemin etti.
O
gün, elemanlara hiçbir şey
söylemeden erkenden çıktı dükkândan.
Yürüyüp açılmak, öfkesini
törpülemek, bu
arada nasıl intikam alacağını düşünmek istiyordu. Birden
yediği bir omuz
darbesiyle kendine geldi. Yaşları yirmiye yakın iki genç can
havliyle
kaçıyordu. Arkalarından bağırıp, küfreden öfkeli insan
seli… Tahir Abalı bir
duldaya zor attı kendini. Meydanda dükkân açtığına
lanet okuyacak hale gelmişti.
Öfkeli kalabalık, gençlerin sığındığı iş merkezinin
önünde birikmiş, “Hainleri
isteriz! Ya verirsiniz ya da biz almasını biliriz! Bayrağa uzanan eller
kırılsın! Kahrolsun!.. Tahir Abalı, koluna yapıştığı bir gence neler
olduğunu
sordu. Genç, cüssesinden beklenmeyecek bir öfkeyle,
bölücülerin kültür
merkezinin balkonuna asılı bayrağı yere attıklarını söyleyip,
esaslı bir küfür
döktürdü. Bu arada polisler gelmiş, gençleri
binadan çıkarıp araca bindirmişlerdi.
Ama linç için bekleyen kızgın kalabalık aracın etrafına
pirana balıkları gibi
üşüşüp, küfürler, sloganlar sağanağı altında
aracı tekmeleyip, yumrukladıkları
için araç bir türlü hareket edemiyordu. O an
Tahir Abalı’nın aklına müthiş bir
fikir geldi. Ağzı, burnu, gözü gülücükler
saçtı. Ellerini ovuşturup, sıvıştı
oradan. Ertesi gün İstanbul’u arayıp hatırı sayılır miktarda
bayrak siparişi
verdi. “Allahın kırrosu gelsin, kanımızı akıtıp bizden
haraç alsın ha!.. Dur
sen! Senin cinsini cibilliyetini!.. “
Üç gün sonra bayraklar geldi. Orta
boy iki bayrağı vitrine astı. Vitrinin uygun bir yerine de bayrak bulunur,
ilanını yapıştırttı. Akşam üst Kürt Ziya’yı arayıp, lisan-ı münasiple eğer
yarın gelebilirse borcunun bir kısmını ödeyebileceği söyledi. Telefonu kapattı,
saunaya girmiş gibi yayıldı koltuğa.
Ertesi gün Kürt Ziya geldi. Tahir
Abalı hiçbir şey olmamış gibi misafirini kapıda karşıladı. Hürmette ikramda
kusur etmedi. Ziya Abi gayet memnundu. Tahir Abalı, berikinin gözlerindeki
pişmanlığı görür gibi oldu. Yüreğinin karanlığında ambalajı açılmamış, kaliteli
bir küfür savurup:
“Ziya Abi, geçen günkü kusurumuzu
af edesin…”
Kürt Ziya, eliyle kes işareti
yaptı.
“Ma, bizim gözümüzde paranın değil
dostlarımızın hatırı makbuldür. Rahmetli Kunduracı Ali’nin hatırına o parayı
sana bağışlardım. Helâlı hoş olsun, derdim. Fakat oyundan, kaypaklıktan
hazzetmem.”
Tahir Abalı tekrar özür diledi.
Çekmeceden aldığı zarfı uzatıp, kalan borcunu en kısa zamanda ödeyeceğine söz
verdi. Kürt Ziya’nın kalaya gelmiş bakır rengindeki suratı aydınlandı. Tahir
Abalı misafirini kapıya kadar geçirdi. Misafir köşeyi dönünce de dün ayarladığı
boyacı çocuğu çağırdı. Paketi eline tutuşturdu.
“Koş yetiştir. Ama hemen açması
gerektiğini söylemeyi unutma sakın. Paketi verdikten sonra durma kaybol ortadan.
Yarın gel bir yirmilik daha… Hadi göreyim seni.”
Çocuk, koşar koşmaz Tahir Abalı da
takibe geçti. Çocuk bir kitapçının önünde yetişti Kürt Ziya’ya. Paketi uzattı,
söyleyeceğini söyledi, Kürt Ziya’nın soru sormasına fırsat bırakmadan da sıvıştı.
Kürt Ziya, paketi elleyip, dudaklarını oynatıp, paketi açtı. Kutudakini eline
aldı. Bu bir kaç yerinden parçalanmış, bir
bayraktı. Neler olduğunu anlamadan önce bir bağırtı duydu sonra ensesine yediği
bir yumrukla dizlerinin üstüne çöktü. Yumruğun geldiği tarafa dönüp bakınca
gözlerine inanamadı. Tahir Abalı ağzı köpük saçarak, “Bayrağı yırtmış bayrağı!
Hain! Şerefsiz!”diye bir yandan bağırıyor, bir yandan da tekme atıyordu. Kürt Ziya
elini beline attı, fakat Tahir’in sert bir tekmesiyle elindekini yere düşürdü.
“Bayrak düşmanı, hain!” Bu kadarı ortalığı mahşer yerine döndürmeye yetti. Kalabalık,
Kürt Ziya’nın elindeki yırtık bayrağı görünce bendine sığmadı taştı. Tekme,
tokat, yumruk, muşta, sopa… Polis gelene kadar meydan hınca hınç insanla doldu.
Galeyana gelen halk, malum partilere, sendikalara, derneklere saldırmaya
başladı. Polis, yetersiz kalınca jandarma çağrıldı… Derken vali devreye girdi.
Fakat gecenin bir yarısına kadar bu kızgın kalabalığı dağıtmak mümkün olmadı.
Kürt Ziya’ya gelince, onun morgdaki cesedi tanınmayacak haldeydi.
Olay ertesi gün bütün ülkede yankı
buldu. Devletin ileri gelenleri, siyasi parti başkanları, gazeteciler, aydınlar
son günlerde başka illerde de yaşanan bu çirkin olayı lanetleyip, halkı
sağduyuya çağırıyorlardı. Televizyonlarda özel programlar yapılıp, olay
değerlendiriliyor, uzmanlara hangi dış mihrakların işi olabileceği soruluyordu.
Yorumlar, analizler, komplo teorileri sürerken, ülke çapında bir de “Vatandaş
bayrağına sahip çık!” kampanyası başlatılmaz mı?
Soruşturma sonunda ölüme
sebebiyetten üç genç tutuklanırken, Tahir Abalı da birkaç kere ifade verdi.
İsmi, resmi gazetelerde çıktı. Haberlerde ismi okundu. Tüm olayların kendi
eseri olduğuna bir türlü inanamıyor, bazen ürküyor; ama çoğu zaman bundan müthiş
bir haz duyuyordu. Öte yandan, duvarına büyükçe bir bayrağı çerçeveletip astığı
mağazası arı kovanı gibi işliyordu. Bu
arada altı ay sonraki yerel seçimler için… partisinden… beldesi için belediye
başkanlığı teklifi gelmez mi? Tahir Abalı, ilk kez hayallerini süsleyen Abalı
Holding’in gerçek olabileceğine inandı.