Sürgülü
demir kapıdan girenler, sol taraftakibinanın önünde çeşitli yaş ve meslek guruplarından oluşan erkek
kalabalığını görünce şaşkına dönüyorlardı. Üç numaralı odada balını yapmaya çalışan arı gibi çalışıyordu genç
kadın.Ceyda diyorlardı ona.Henüz yirmili yaşlarındaydı. Servi boylu,
ince belli,uzun kumral saçlı, ela gözlü
bir afet.Kaşları yay,kirpikleri sanki bir ok. O servi boylu
vücuttakiince belin altında dolgun bir
kalça,üstünde ise diri veyüklü göğüsler vardı. Beyaz ve pürüzsüz
tenininüstüne giydiği, yarı ipekli
siyah iç takımı çok kışkırtıcı bir hale sokuyordu. Oysa, aynı kadıngiyinik olduğunda ise, masumbir güzelliğe bürünüyordu. Dahatayin ve terfi görmemişti.
İlk geldiğinin haftasında, çalışma arkadaşlarındanen büyüğü: “Kızım aç gözünü, benim durumuma
düşme”demişti ona. Kuyrukta bekleyen
karşı cinslerinin, ihtiyaçlarını gidermek için olanca gücüyle işine
sarılıyordu. Kuyruktakiler, o’nun yarı çıplak bedenini ve yüzünü odadan odaya
veya tuvaletten odaya koşuştururkengörebiliyorlardı. İçlerinden bazıları kendilerini tutamayıp,“afet,afet yahu!” diye mırıldanıyorlardı. Baştan kendisine yakın
duran arkadaşları, şimdi kendisine gösterilentercih karşısındagizliden
gizliye kıskanmaya başlamışlardı. Çaça’nınbile ona daha yakın durduğunu fark etmişti arkadaşları. Çaça kadın, (ki çalışan
kadınlar ona anne derler) ayağında yüksek topuklu siyah rugan terliği, üzerinde
ipekten çiçekli şalvarı, sırtında nar çiçeği kısa kollu triko kazağı, kömür
karasına boyatılmış dalgalı kısa saçları, kolunda onlarca Adana burması ve sağ
kulağına iliştirilmiş nergis çiçeğiyle, giriş kapısının hemen önündeki masada
oturuyordu. İri kara gözlerine kuyruklu sürme çekmiş. Sol burun deliğinin
yanında koyu kırmızı bir et beni vardı.Yuvarlak çenesinin altındaki gerdanı tombulluğundan dolayı iyice belli
oluyordu. Gençliğinde bir esmer güzeli olduğu, çok canlar yaktığı her halinden
belliydi.Bu yaşta bile hâlâçekiciydi. Çaça, sadece göz
banyosu yapmak için kapının önüne yığılan erkeklere kızdığı zaman,elindeki gürgenden yapılmış sopasıyla demir
kapının sacına vurarak: “Haydi beyler, yeter artık! Ya girin, ya da kapının
önünü açın!” diyordu. Çaça, henüz otuz iki yaşını yeni kovmuş, Yozgatlı yapı işçisine gir
işaretini verdi. Yozgatlı odaya daldı… Tam
sonlara doğruydu. Çaçanın cırlak sesi… Ceyda
Yozgatlı’ya çıkıştı: -Haydi!
Çabuk ol! Kanı
hızlanan Yozgatlı daha hızlı gel-git yapmaya başladı. İş
biraz uzayınca Ceyda’nın canı sıkıldı: -Ne
geç gelirmiş be! Mübarek Yemen’den geliyor sanki. Yorgun musun yoksa? -…………………. İşini
bitiren Yozgatlı’nın ter kokusundan tiksinen Ceyda, arkasından homurdandı: -Yabanın
ayısı. Karyolanın yaylarını koparacaktın. Yozgatlı
sesi duyduysa da aldırmadı… Ceyda
haksız da değildi. Karyola yıpraktı. Yayları kopabilirdi. Sıra genç bir öğrencideydi. Bu onun ilk deneyimiydi. İşleri biraz uzayınca, Çaça yine cırlak
sesiyle koridoru yankılandırıyordu. -Zilliiiiii! Çabuk tut elini! Az sonra, işini bitiren genç
öğrenci, odadan çıkarken Ceyda’nın gösterdiği ilgiye karşılık teşekkür
etti;Ceyda da ona gülümseyerek“gene beklerim” dedi. Sıra
ellisini geride bırakmış, saçları, sakalları kırlaşmış dinç bir adamdaydı…
Çok
yorucu da olsa, Ceyda müşterilerinin çokluğundan memnundu. Bir an önce yataktan
kurtulup masa başınageçmeyi
düşünüyordu. Birinci çözüm buydu ona göre. İkincisi dışardan biriyle evlenmek.
Bunu olanaksız, ya da binde bir olasılık görüyordu. Elini çabuk tutmaz ve
kazandığını çar çur ederse, uzun yıllar yataktan kurtulamazdı. Kendisine bu
ilgi olsa olsaüç beş yıl. Ya ondan
sonra?...Zaten yüzdeyle çalışıyorlardı.
“Kızım aç gözünü, benim durumuma düşme.” Çalışmaya başladığıgünden bu yana duyduğu bu ilk öğüt aklından
hiç çıkmıyordu. Çıkmasını da hiç istemiyordu. Yaşamına yön verecek ve belki de
ilerde bu ortamdan kurtulmasına bu söz vesile olacaktı. Saat
23,30’dan sonra genelevinin kapısında görev yapan kolluk kuvvetlerinindüdükleri öttü. Bu düdükler o günkü mesainin
sona erdiğinin işaretiydi. Biraz sonra genelevinin kocaman, ağır, sürgülü demir
kapısı kapanacaktı. Müşteriler ve başı boş dolaşanlar düdük sesinden sonra
birer ikişerçıkmaya başladılar. Ve
çeyrek saat sonra, kolluk kuvvetleri tarafından kocaman, ağır, sürgülü demir
kapı, büyük bir gürültü çıkarak kapatıldı. Metal kapının çıkardığı sesler,
karanlık gecenin sessizliğini bıçakla sanki ikiye bölüyordu. Gecenin
bu saatinde, hava üşütecek kadar serinlemişti. Üşüyen kolluk kuvvetleri,görev yaptıkları sürgülü demir kapının
yanındaki nöbetçi kulübesine dalıp, ısınmak için birer sigara yaktılar…
Yatma
saati geldiğinde herkes odalarına geçmişti. Aynalı
giysi dolabının karşısına geçen Ceyda, tavandan sarkan kirli ampulün altında
yarı çıplak bedenini seyretti. Sonra aynaya iyice yaklaşıp, yüzünü inceledi
veilk geldiği günden ne kadar farklı
olduğunu gördü. Oysa bedeni tazeliğini kaybetmemişti daha. İçini
çekti. Gözünün önüne çocukluk yılları geldi.
Gediz Ovası’nın üzümü ve şehzadeleriyleünlü ilinin, bir kasabasındaki kerpiçten yapılmış bahçeli evleri.
Bahçenin içinde üzümdeneriğe, kayısıdan
şeftaliye dek çeşitli meyve ağaçları. Evin önünde büyük bir akasya ağacı…
Kendisi henüz beş altı yaşlarında.Mahallelerinde çiftçi ve esnafailelerinin çocuklarıyla, akasya ağacının koyu gölgesi altındalar.
Toprağa serili küçük bir kilim parçasının üstünde -bezden yapılmış
bebekleriyle- oyun oynadıkları yıllar… Bahçenin içinden vesokaktan topladıkları taş parçalarını
yeresıralayarak yapılansözde evler… Bu evlerde komşuculuk adına
birbirlerine misafirliğe gidip gelmeler… Sonra ilkokul yılları… Milli ve dini
bayramlar… Bu bayramlarda, okul yönetimi tarafından, kendisi gibi yoksul
öğrencilere verilen kırtasiye yardımları, giyim kuşamlar.Sevinçle almalar. Koşarak eve gelmeler.
“Anneciğim bak!. Bana neler verdiler neler!...” demeler. Mutluluktan uçarak
boynuna sarılmalar. Hüzünlebağrına
basmalar, sessiz gözyaşları dökmeler… Neden ağlardı annesi? Sanki
ağlamasa olmaz mıydı? Daha sonra gençlik yılları…Önce bağ, bahçe işleri,sonra pamuk tarlaları … Ardından çırçır ve
dokuma. Buralarda geçenacı tatlı
günler, aylar, yıllar… Çırçırda geçen tozlu topraklı günlerde, işçileri,
ustaları gülmekten kırdıran Boşnak Zehra, Hatice, Cemile, Safiye; KürtBahtışen, Güllü, Dilşah, Bağdagül…Dokumadaki Makedonyalı Zeynep, Cevahir,
Hayriye, Şükriye;dedeleri 93
muhacirlerinden Kıvırcık Recep,Çerkez
Emine,Niğdeli Fatma,ArnavutNazmiye… Kıvırcık Recep’leSüslü
Zehra’nın,Adanalı Kara Cemal’leOynak Hayriye’nin aşkları… Gözleri nemlendi. Tüm
bunlar, gözünün önünden bir film şeridi gibi geçerkenkarşı binadangelen acı bir çığlık her şeyi alt üst etti.