Yorgunluk,
mide şişkinliği, hazımsızlık, rahatsız edici ışık, gürültü, uyarıcı etkiler,
kalp ve akciğer rahatsızlıkları, hiçbiri değil tanımı. Tıp dilinde çözümü bu ve
benzeri biçimde tanımlanmış bu beter sancının yok gerçekte tanımı. Ve tanısının
bu teşhislerle uzaktan olsa bile yakından hiç ilgisi yok.
İnsomnia…
Israrla
bıçak altı bir ağrıyı saplıyor olmak vücudundaki cana. Ama acıdıklarından doğan
bu haleti tavrı yazmamaya yemin etmek, en kutsal gerçeklerle bunu onaylamak.
Sonra uyuyamamak…
Madımak…
Temmuz
93.
33
yazar.
33
şair.
33
ozan.
33
araştırmacı…
33 insan…
çlerinde yanarken bedenlerinden
doğanlar, alev oldular. Bu yüzden öldü 33 yürek. İnsan olan, insan olmayı
paylaşan, yakmayı ateşle sanacak kadar beyin yoksunu olamaz, olmamalı. Din bu
değil. Siyaset bu değil. Yönetim bu değil. Ulusçuluk, milliyetçilik, bir
ülkenin bilincini anlamak ve sindirmek böyle şey değil. Bir toplulukta herkese
insan dendiğini öğrendiğinde insanlığından utanır olmaktır bu. Dini ve inancı
bu kadar zavallıca yaşıyor olanın hala varlığını bilmektir bu. Üzülmek bu.
Kahrolmak bu. Anlamsızlık bu. Telafisiz bir yoksunluk bu. Sivas bu. Yangın. Yürekte
yangın, ozanda yangın, kalemde yangın, şiirde yangın. Kül bu. Çoktan soğudu ve
unutuldu sanılmış, yine bininci kez yansınılmış bir ayıp bu. Günah. İnsanlık
için. Erdem için. Sanat için. Din için. Ulus için. Millet için. Ayıp…
Bu
uykusuzluğu çözmeye yetmiyor kapanmış bir iştahın zorla açılmaya çalışılma
çabası. Sıcaktandır yalanının soğutulduğunda geçirmeyeceğinden Allah kadar
kayıtsız eminken soğutmak odayı; yetmiyor. Kapaklarım yorgun. Gözlerim yorgun.
Fikirlerim yorgun. Geleceğim yorgun. Gençliğim yorgun. Çabam yorgun. Emeğim
yorgun. Telaşım yorgun. Hepsini çözüyorum; çok yazık, kalemim ve yaşım yorgun…
Muhlis Akarsu; 45 yaşında, sanatçı…
Muammer
Çiçek; 26 yaşında, aktör…
Nesimi
Çimen; 67 yaşında, şair, üç telli curanın son ustası… Sanatçı…
Serkan
doğan; 19 yaşında…
33 insan…
Ayrı
yaş, ayrı vasıflarda…
Aynı
yangında…
33 insan…
Yargılama sürecini şöyle tanımlıyor,
tanımlamayı ilke edinen bir ansiklopedi;
“Olaydan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı. Daha sonra gözaltına
alınanların sayısı 190'a çıktı. Gözaltına alınan 190 kişiden 124'ü hakkında
"laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma"
suçlamasıyla dava açıldı, geri kalanlar serbest bırakıldı. Kamuoyunda Sivas
Davası olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara 1 No'lu
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 21 Ekim 1993 günü yapıldı. 26 Aralık
1994'te karara
bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15'er yıl, 3 sanık hakkında 10'ar
yıl, 54 sanık hakkında 3'er yıl, 6 sanık hakkında 2'şer yıl hapis cezası, 37
sanık hakkında da beraat kararı verildi.
Müdahil avukatlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını
"taraflı, hukuka ve adalete aykırı" olarak niteleyerek, ayrıntılı bir
savunmayla temyize gittiler. Yargıtay 9.
Ceza Dairesi katliamın "Cumhuriyete, Laikliğe ve Demokrasiye yönelik
olduğunu" belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını esastan bozdu.
Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Yargıtay'ın bozma kararına uyarak
yargılamayı yeniden başlattı.
28
Kasım 1997'de
açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası'nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık
15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 24 Aralık
1998'de hapis
cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usül noksanlıkları nedeniyle bozdu.
Şubat 1999 tarihinde
usül eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran
2000'de 33 sanık
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002 yılında idam
cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları
müebbet ağır hapis cezasına çevrildi.
Sanıkların avukatlığını Refah yol iktidarının Adalet Bakanı Şevket
Kazan üstlendi ve bakanlığı sırasında onları hapishanede ziyaret etti.
Geçen bu zaman zarfı içerisinde sanık sayısı tahliyelerle 33'e düştü. Olayın kilit ismi olarak nitelendirilen, dönemin Sivas
Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak ve Yargıtay'ın 1997'deki bozma kararından
sonra firar eden 8 sanık ise halen yakalanamamıştır.
Sivas Davası İstiklal Mahkemeleri sonrasında, tek bir
davada, bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk davadır.”
Ergenekon… Türk Destanı. Göktürklerin türeyişini anlatan… Genel olarak, düşman tarafından hile ile
yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon
Ovası'nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla
çarpışmalarını anlatan... Lise yıllarımdan aklımda kalan, kitaplarda yer almış,
edebiyat derslerinde işlenmiş bir edebiyat metni konusu. Üzerinde “okuduğumuzu
anladık mı” sorgulaması yapılan, sorulara numara sırasına göre parçadan
cevaplar aranan bir destan...
Bu uykusuzluk
yorgunluğumun tıp dilinde çözümü yok. Yirmili yaşların en başındayım, bu
umutsuzluğumun çaresi bulunamıyor herhangi bir reçete karalı eczacı ilacıyla.
Ülkemi tanıyorum. İnsanları tanıyorum. Gerçekleri kavrıyor, sorguluyor,
gözlemliyor, yargılıyor ve sindiriyorum. Olanı biteni izliyorum. Uzağımda
geliştiğini sandığım en yakınıma kadar inebilmiş olanı ve genelde bittikten
sonra açığa çıkarılanı, çıkarılanları. Bezginim yılgınım çaresizim endişeliyim
kararsızım. Bütün umutsuz kelimelerin sözlüğü yetmez içimdeki bu şişkin uykusuz
yorgunluğumu dillendirmeme. Bunca insansızlık, bunca hata, yanlış, yalan, acı,
sevgisizlik. Benim için çok fazla. Benim için çok ağır… Kimde arasam
geleceğimin hiç el değmeden karaya bulanarak ışıksızlık içinde yüzmeye mahkûm
bırakılmışlığını. Kime sorsam bu artık çoktan beni ve emeğimi, çabamı ve
varlığımı hiçe sayıp geleceğimden yalnızca umutsuzluk bekliyorken’ki en genç
yaşımı. Kulaklarımı tıkasam. Kapatsam gözlerimi. Şarkılar söylesem. Ya da
salakça bir yığın uyumsuz harften çığlıklar yapsam kendime. Rahatlar mıyım. Yine
geleceğime çok çocuk yıllarımdaki kadar çocukça bakar mıyım? Biter mi o zaman
bu uykusuzluk, yorgunluk, acı… Bitmiyor geçmiyor. İnsanlar ölüyor. İnsanlar birbirini
öldürüyor. Unutulur zannedilerek. Unutulmuş gibi yapılarak. Zorbalıkla
unutturularak. Acıların içinde bile yalan var, siyaset var, hesap var, kurgu
var. Kimseden bir şey duymak istemiyorum. Öğrenmek istemiyorum. Gerçekler çok
acı. Büyümek ve buna şahit edilmek yangısının hesabını soracağım kimse yok.
Uykum var. Bu uyunamamış uykuların sabahları için bütün yalancıların ve
büyüklerin vereceği hesapları var. Yirmilerinin en başında Atatürk’ün yolunda,
özleminde, ışığında bir Türk genciyim ben. Hayalleri umutlarıyla yeşermesi
gereken, geleceğin inancını bugünün büyüklerindeki sağlam ve oturmuş adımlarda
görmek isteyen… Hayalleri karartılmış, uykusu elinden alınmış, çabası hiçe
sayılmış, emeği, erdemi, çalışkanlığı şahit olduğu her aksaklıkta bir kez daha
sorgulamış bir gencim ben. Gencim ben. Bu ülkenin geleceği. Yarını. Emanetçisi.
Gencim ben. Umutları köreltilmiş, hayalleri elinden alınmış, güveni çoktan
sarsılmış, ülkesi ve geleceği ve yarını için umutsuzluğa çoktan terkedilmiş,
uykusuz, sevgisiz, umutsuz, hayalsiz bırakılanım. Bu ülkenin yarınıyım. Umutsuzluğum,
karanlığım, uykusuzluğum, endişem, yılgınlığım, bezginliğim, çaresizliğim,
kararsızlığım, özlemim milyonlar olmasaydı eğer, susardım belki, bir ses
yapmazdım. Ama gördüm ki ben tek değilim. Baktım ki onlardım yüz oldum, bin oldum, milyon oldum. Gençliğim ben. Biz,
gençliğiz… Uykusuzluğumuz için İnsomnia
diyecek tıp. Zahmet edip bir tanı telaşına girmeyin. Oluşum nedenleri için
iştahsızlık, gürültü, sıcak diyecekler doktor amcalar, yanılacaklar; nedeni bezginlik, nedeni
çaresizlik, nedeni açık ve tarafınızdan oluşturulmuş bir yılgınlıktır artık. Önce
birkaç kişiydik; sıkıştığınızda “ananı da al git o zaman” diyebilecektiniz.
Şimdi artık binler olduk; milyonduk. Umutları karartılmış, geleceğe çoktan
inançla bakmaktan vazgeçmiş bir ülkenin çocuklarıyız. Gözünüz aydın. Yarının
emanetçilerine, Atatürk’ün gençliğine, kızlarına, oğullarına evlatlarına
bunları da yaşattınız. Hepinizin gözü aydın! Bir gün körebe oynamaya karar
vereceksek bağışlardık(!) belki sizi;
üzgünüz ve fakat bize “artık büyüdünüz çocuklar, sizler geleceksiniz, gelecek
sizlersiniz” diyenler de sizlerdiniz.
Hepinizdiniz…
KARANLKTAN KORKAN ÇOCUĞU PEKÂLÂ BAĞIŞLAYABİLİRSİNİZ; GERÇEK TRAJEDİ
AYDINLARIMIZIN AYDINLIKTAN KORKMASI!