Konfüçyüs*: "Her nereye gidiyorsan, yüreğini yanına yoldaş
al" derken, insanın
istenciyle vicdanı arasında bir denge kurması gerektiğini anlatmak istiyordu
galiba. Hangi ortamda olursa olsun! İster kendi hakkında, ister bir başkası için hüküm verirken... Çünkü, insanın kendi iç
dünyasındaki en sadık dostu, vicdanının
sesidir de ondan...
Onlar Ne birlikte kurmuşlar şu dünyayı Adem ile Havva gibi Ne kutsal bir ağacın gölgesinde Üleşmişler haram bir elmayı. Aynı havayı solumuşlar birbirinden
habersiz Aynı toprağı koklamışlar. Boğaziçi, Kızıldeniz, Bermuda ne
farkeder Varsayın Lorelay'da bir gün batımı Gitmekte direnen aynı güneşle
ısınmış gözleri Ay ışığının altında aynı anda
koşmuşlar Özlemleri birbirinden habersiz aynı
kapta Bir hamur gibi yoğrulmuş. Yeşile teslim bir vadinin Ayak uçlarını yalayan mağrur
dalgalar gibi, Yüksek bir tepede sessiz sedasız hep
ağlayan Bağrına taş basılı, Taştan bir güzel kadın da tanıktır Kuşların sustuğu anda bir olmuş Adem
ile Havva Bir olup aynı suda yıkanmış iki insan
bedeni. Onlar Bir varmış bir yokmuş masalları gibi Hem var hem yokmuş Adem gün be gün Havada bulut, Denizde su Yatıra yarım bir dua Toprakta karınca olmuş. Havva'nın gözlerinde yorumsuz bir
mana, Dilindeki türkü Kafkaslar gibi bulut yüklü Yabanı yurt edinmiş, Gözleri Abhazlar boyundan yaban bir
anaç kuşa özenti inadı, bir keçi misali kör, Yamaçta bir çalı gibi dikenli,
ısırgan ve gür Adı değil ama soyu Havva soyundan Bazen şaha kalkan bir Pegasus O, Tepeden bakan Atların yelesiyle vuruşan yalnız bir
Amazon. Geceleri kolundan düşürmediği
kalkanıyla yatan Havva gibi üleştiği elmada bir dişi. Bir başka güzel Nehrin yüzeyiyle sarmaş dolaş sülyeti Geceleri gibi kendine özel, Kendi gibi bir, Başına buyruk, gözleri tutsak ama
başı hür Yüreği Çerkez sularında arınmış bir
Havva Başı hür amma, Sadece Adem'e değil, Kendi için bile O bir muamma, O bir
sır. Onlar Kah sarılmışlar hasretle toprağa, Kah yenik düşmüş kollarına birinin Dünyanın üzerine sanki ölü toprağı
serpilmiş, Daha yaşayacak onca düş yolunu
gözlerken, Toprakla yoğruluyor bedeni Ya on sekiz ya yirmisinde bir
diğerinin. Her sabah yeniden doğan güneşle Yeniden uyanıyorsa insani duygular Bir yaz akşamında
Aklımı bir güz ezgisi alırken
başımdan ilahi bir emir diye Kutsanmış birağaç altında
buluşurken Adem ile Havva hatırına Birbirinin aynası aslında suskun
isteğimiz.
Kalsın dalında bugün o kutsal elma Kendi dalında, bırak büyüsün
filizler. Papatya falına adanmış yaprakların
kokusu Bize yeter Yeter bunca toprak ikimize, Bu satırları süsleyen duygular Senin veya benim, ne farkeder Özlemler bir Japon gülü gibi Açarken, Ne hikmetse Başını göklere hep dik tutarken, Kutsanmış ağacın gözleri hüngür
hüngür Dalından düşmüş bir elma Gün batımında boynu kırılmış ay
çiçeği gibi Dağıtıyor düşlerini Adem'in.
*Konfüçyüs (Kongfuzi):Çin'in Qufu şehrinde M.Ö. 551 - 479yılları arasında yaşadığı tahmin ediliyor.
Tarihi kaynaklar, "düzen", "uyum", "denge" ve "geçmişten ders çıkartmak" gibi ilkeler
ışığında felsefe yapan Konfüçyüs'un, bu çalışmalarını kurduğu okulda da sürdürdüğü biliniyor. Çizim için kaynakça: http://tr.wikipedia.org/wiki/Konf%C3%BC%C3%A7yus (Konfüçyüs,
E.T.C. Werner'in Myths & Legends of China (1922) adlı kitapbında
resimledirilmiş şekli.)
"... Her ne kadar şair Özdemir Asaf: "Yalnızlık paylaşılmaz - Paylaşılsa yalnızlık
olmaz" diyorsa da Canbolat, yalnızlığını düşleriyle, döşlerinde kurduğu
olağanüstü çağrışımlar ve zenginliklerle: bilgilerle, şairlerle, güncel
tarihsel olaylarla çoğaltıyor ve bizlerle paylaşıyor. Dahası bize de
sesleniyor, bize de düş kurmamızı öneriyor... Bizi yalnızlıktan kurtarmaya çağırıyor... Ne dersiniz, Canbolat'ın
"Düşlere Adadım Yalnızlığımı" kitabını okuyup biz de yalnızlığımızdan
kurtulalım, düşlerimizi zenginleştirip dünyaya açalım mı? Ben öneriyorum...
Hani diyor ya Ecevit "Yarın" şiirinde: birşeyler
olacak yarın / duruşundan belli / kırdaki atların / bulutların koşusundan belli
/ kazısından köstebeklerin toprağı.
Yarının neler getireceği bazen şairlerin düşlerinde
gizlidir. Çünkü düşler, her şeye değer..."
"...Rilke, bir şiirinde, "Yalnızlık bir yağmura
benzer", diyor. Canbolat, bu yapıtında, "Yalnızlık bir rüzgâr gibidir
bazen", diyor. Yalnızlık ıslatır sırılsıklam edip üşütür. Yalnızlık, ama
insanı rüzgâr gibi sarmalar, belki serinletir. Yalnızlık duygusunu tatmamış,
yaşamamış insan var mıdır? işte insanın bu ortak duygusu etrafında halka halka
örülen uzun şiirsel anlatı bu yapıt.Yalnızlık, her duruma ve olaya göre, her
insana göre çeşitlenen bir duygu. Bu öyle bir duygu ki, düşüncelere de kaynak
oluyor. Yalnızlığın karanlığında, derinlerinde düşünceye varan insan,
yalnızlığı da dönüştürebiliyor. Yalnızlığa teslim olmak gerekmez. Yalnızlığı
mutsuzluk olarak yaşamak da gerekmez. Yalnızlıktan insan güç alarak, mutlu bir
gelecek bile devşirebilir... Mehmer Canbolat bu yapıtında, geceyi ve karanlığı,
"hangi koşulda olursa olsun" gündüze ve güneşe dönüştürmenin yolunu
buluyor. Bu bağlamda yapıtın son dizelerinde Nâzım'a varmak, Nâzım ile buluşmak
ve onunla özdeşleşmek anlam kazanıyor..."