Düşlere Adadım Yalnızlığımı (46)

 
Konfüçyüs*: "Her nereye gidiyorsan, yüreğini yanına yoldaş al" derken, 
insanın istenciyle vicdanı arasında bir denge kurması gerektiğini 
anlatmak istiyordu galiba. Hangi ortamda olursa olsun! 
İster kendi hakkında, ister bir başkası için hüküm verirken... 
Çünkü, insanın kendi iç dünyasındaki en sadık dostu, 
vicdanının sesidir de ondan...

 

Onlar
Ne birlikte kurmuşlar şu dünyayı
Adem ile Havva gibi
Ne kutsal bir ağacın gölgesinde
Üleşmişler haram bir elmayı.
Aynı havayı solumuşlar birbirinden habersiz
Aynı toprağı koklamışlar.
Boğaziçi, Kızıldeniz, Bermuda ne farkeder
Varsayın
Lorelay'da bir gün batımı
Gitmekte direnen aynı güneşle ısınmış gözleri
Ay ışığının altında aynı anda koşmuşlar
Özlemleri birbirinden habersiz aynı kapta
Bir hamur gibi yoğrulmuş.
Yeşile teslim bir vadinin
Ayak uçlarını yalayan mağrur dalgalar gibi,
Yüksek bir tepede sessiz sedasız hep ağlayan
Bağrına taş basılı,
Taştan bir güzel kadın da tanıktır
Kuşların sustuğu anda bir olmuş Adem ile Havva
Bir olup aynı suda yıkanmış iki insan bedeni.
Onlar
Bir varmış bir yokmuş masalları gibi
Hem var hem yokmuş
Adem gün be gün
Havada bulut,
Denizde su
Yatıra yarım bir dua
Toprakta karınca olmuş.
Havva'nın gözlerinde yorumsuz bir mana,
Dilindeki türkü
Kafkaslar gibi bulut yüklü
Yabanı yurt edinmiş,
Gözleri Abhazlar boyundan yaban bir anaç kuşa özenti
inadı, bir keçi misali kör,
Yamaçta bir çalı gibi dikenli, ısırgan ve gür
Adı değil ama soyu Havva soyundan
Bazen şaha kalkan bir Pegasus O,
Tepeden bakan
Atların yelesiyle vuruşan yalnız bir Amazon.
Geceleri kolundan düşürmediği kalkanıyla yatan
Havva gibi üleştiği elmada bir dişi.
Bir başka güzel
Nehrin yüzeyiyle sarmaş dolaş sülyeti
Geceleri gibi kendine özel,
Kendi gibi bir,
Başına buyruk, gözleri tutsak ama başı hür
Yüreği Çerkez sularında arınmış bir Havva
Başı hür amma,
Sadece Adem'e değil,
Kendi için bile O bir muamma, O bir sır.
Onlar
Kah sarılmışlar hasretle toprağa,
Kah yenik düşmüş kollarına birinin
Dünyanın üzerine sanki ölü toprağı serpilmiş,
Daha yaşayacak onca düş yolunu gözlerken,
Toprakla yoğruluyor bedeni
Ya on sekiz ya yirmisinde bir diğerinin.
Her sabah yeniden doğan güneşle
Yeniden uyanıyorsa insani duygular
Bir yaz akşamında



Aklımı bir güz ezgisi alırken başımdan
ilahi bir emir diye
Kutsanmış bir ağaç altında buluşurken
Adem ile Havva hatırına
Birbirinin aynası aslında suskun isteğimiz.



Kalsın dalında bugün o kutsal elma

Kendi dalında, bırak büyüsün filizler.
Papatya falına adanmış yaprakların kokusu
Bize yeter
Yeter bunca toprak ikimize,
Bu satırları süsleyen duygular
Senin veya benim, ne farkeder
Özlemler bir Japon gülü gibi
Açarken,
Ne hikmetse
Başını göklere hep dik tutarken,
Kutsanmış ağacın gözleri hüngür hüngür
Dalından düşmüş bir elma
Gün batımında boynu kırılmış ay çiçeği gibi
Dağıtıyor düşlerini Adem'in.
 






*
Konfüçyüs (Kongfuzi):  Çin'in Qufu şehrinde M.Ö. 551 - 479   yılları arasında yaşadığı tahmin ediliyor. Tarihi kaynaklar, "düzen", "uyum", "denge" ve "geçmişten ders çıkartmak" gibi ilkeler ışığında felsefe yapan Konfüçyüs 'un, bu çalışmalarını kurduğu okulda da sürdürdüğü biliniyor.

Çizim için kaynakça: http://tr.wikipedia.org/wiki/Konf%C3%BC%C3%A7yus
(Konfüçyüs, E.T.C. Werner'in Myths & Legends of China (1922) adlı kitapbında resimledirilmiş şekli.)






"... Her ne kadar şair Özdemir Asaf: "Yalnızlık paylaşılmaz - Paylaşılsa yalnızlık olmaz" diyorsa da Canbolat, yalnızlığını düşleriyle, döşlerinde kurduğu olağanüstü çağrışımlar ve zenginliklerle: bilgilerle, şairlerle, güncel tarihsel olaylarla çoğaltıyor ve bizlerle paylaşıyor. Dahası bize de sesleniyor, bize de düş kurmamızı öneriyor... Bizi yalnızlıktan kurtarmaya çağırıyor... Ne dersiniz, Canbolat'ın "Düşlere Adadım Yalnızlığımı" kitabını okuyup biz de yalnızlığımızdan kurtulalım, düşlerimizi zenginleştirip dünyaya açalım mı? Ben öneriyorum...

Hani diyor ya Ecevit "Yarın" şiirinde: birşeyler olacak yarın / duruşundan belli / kırdaki atların / bulutların koşusundan belli / kazısından köstebeklerin toprağı.

Yarının neler getireceği bazen şairlerin düşlerinde gizlidir. Çünkü düşler, her şeye değer..."

"...Rilke, bir şiirinde, "Yalnızlık bir yağmura benzer", diyor. Canbolat, bu yapıtında, "Yalnızlık bir rüzgâr gibidir bazen", diyor. Yalnızlık ıslatır sırılsıklam edip üşütür. Yalnızlık, ama insanı rüzgâr gibi sarmalar, belki serinletir. Yalnızlık duygusunu tatmamış, yaşamamış insan var mıdır? işte insanın bu ortak duygusu etrafında halka halka örülen uzun şiirsel anlatı bu yapıt.Yalnızlık, her duruma ve olaya göre, her insana göre çeşitlenen bir duygu. Bu öyle bir duygu ki, düşüncelere de kaynak oluyor. Yalnızlığın karanlığında, derinlerinde düşünceye varan insan, yalnızlığı da dönüştürebiliyor. Yalnızlığa teslim olmak gerekmez. Yalnızlığı mutsuzluk olarak yaşamak da gerekmez. Yalnızlıktan insan güç alarak, mutlu bir gelecek bile devşirebilir... Mehmer Canbolat bu yapıtında, geceyi ve karanlığı, "hangi koşulda olursa olsun" gündüze ve güneşe dönüştürmenin yolunu buluyor. Bu bağlamda yapıtın son dizelerinde Nâzım'a varmak, Nâzım ile buluşmak ve onunla özdeşleşmek anlam kazanıyor..."





Türk Kitabevi Münchener Str. 13

D-60329 Frankfurt/M.
Tel.: 00 49/ 69 28 05 06
Fax: 00 49/69 25 05 04
info@turkkitap.de
www.turkkitap.de






Türkiye İrtibat:

Türdav
Alayköskü Caddesi, No: 10
Cağaloğlu/İstanbul
Tel & Fax: 0212/ 511 61 62-313 74 94
İstanbul, Nisan 2007


  Mehmet Canbolat