ŞİİR EMEĞİ
(Ş. Avni Ölez
Şiir Ödülü, Tören Konuşması)
Dil ustam Ataç,
okuruyla söyleşirken: “Aya gideceğiz,
yıldızlarda bizim gibi kişiler varsa, onlarla tanışacağız,konuşacağız da ne
olacak?”diye sorar, ve ‘söyleşi’nin gereğine uyarak yanıtını da kendi
verir: “Bunu sormak doğru değildir.
İnsanoğlu bilginin neye yaradığını düşünmeden bilmek ister.” der. Sonra da
insanoğlunun bu çabasının altındaki o üretken güdüye bir ad koyar: “Bilmekten
Doğan Sevinç.”
Yazmak da “Paylaşmaktan doğan sevinç”tir. Ben,
yazma eylemine, şiir emeğine ve bütün ödüllere bu gözle bakıyorum. Siz bu
yazıyı okurken, kuşkusuz bir sanatçı
olarak paylaşmaktan ve paylaşılmaktan doğan bu sevincin coşkusunu yaşamaktayım.
Hele ölçütler, “insana, yerel ve evrensel değerlere saygı, Türk diline özen; toplumcu
dünya görüşü doğrultusunda Aydınlanma’yı, laikliği, Cumhuriyeti ve
kazanımlarını benimseme” olarak ortaya konmuşsa keyfime diyecek söz
bulamam; değme gitsin. Ağız tadım da yerine geldi mi, yazma coşkum, engin bir
gönül huzuruna dönüşüverir.
“Şiir Emeği Ödülü”nü aldığım, o günde
benden beklenen, şiir üzerine konuşmamdı. Oysa ben şiir üzerine nice yazı
yazdım. Eleştirdim ve eleştirildim. Mevlana ne diyor: “ne kadar söz varsa düne ait / şimdi yani şeyler söylemek lazım”.
Peki şiir ve şair için vazgeçilmezdir diyeceğimiz “süreklilik” için ne
diyelim?... Cemal Süreya: “Bir şairin ilk şiirler, bir kumaşın ilk
metresi gibidir.” demiyor mu? Hem her yazıdan akılda kalan, bir iki
cümle değil midir? Her şiirden de bir iki dize…
Bugün Ferit
Edgü’nün yaptığına benzer bir şey yapmak istiyorum. F. Edgü, o yol
gösterici “Ders Notları” ile, o bir iki cümlelik metinlerle, her şeyi birden söyleyiverir. İşte ondan bir
örnek:
-Niçin
“Söyleyene bakma, söyletene bak.” demişler?
-Söyleten insanoğlu olduğu için.
Ben de bana söyletilmek isteneni söylüyorum. Belki coşku,
yerini sağduyuya ancak böyle bırakacak. Bakın, bugüne değin yayımlanan ve
yayımlanmayı bekleyen yazılarımda, “şair,
şiir, şiirin öğeleri ve okur” neler demişim.
ŞAİR:
- “Okumanın, evrensel birikimi
önemsemenin ve coğrafyanın şiirin çözgüsü olduğuna, dilinse atkıyı
oluşturduğuna, inanıyorum. Atkının sıklığını ayarlamak ve rengini vermek,
ozanın yeteneği.”
- Yaşamdaki
hiçbir şey, şiirin dışında değildir. Şairin sorunu, yaşama ait her şeyi,
sıradışı sözcüklerle, ama yaşama
yakışır biçimde anlatabilmektir..
- Ülkemiz,
dilimiz ve insanlık için bütün ozanlar ortak kaygıları duymalı, sevgiden
ödün vermemelidir. Bunun
da yolu, günümüzün tıkız söylemlerinde değil;
koşar adım bir söyleyişte, teri hiç kurmayan bir
duyarlılıktadır.
- Sanatta aykırılık, hiç unutulmamalı ki, yalnızca dili ve
insanı sıradanlıktan kurtarma aykırılığıdır.
- Günümüz
şiirinde, bunaltı, içekapanıklık;
tiksinti ve bulantı var. Akıp giden yaşam yok; yaşama sevinci, yürekten bir
aşka dayalı özlemin olmaması bir yana “sevgi”
de yok. Kısaca yalnızlık ülkesine yolculuk var. Bir ad koyalım bu şiire: “Otistik Şiir”, ya da “Uydu
Şiir”. Belki, kendi içinde uyumlu, ama toplumla sorunu var. Topluma göre de
“Aykırı Şiir”
- ‘Sapkınlık’ı,
şiir suyuna istediğiniz kadar batırıp çıkarın, o, bir günden bir güne ‘çapkınlık’a dönüşmez.
- Şair,
hercai renklerden, zamana gökkuşakları dokuyan kişidir.
- “Sel gidip kum kalır.”; üstelik sanatçı – şair , sıradan
kum da değildir; o, kum saatindeki
kumdur.
- Şair aynı eşeğe binen değil, Nasrettin
Hoca gibi ters binendir. Üstelik gözü arkada olduğu halde hem önünü, hem binlerce yıl
sonrasını görebilendir.
ŞİİR:
- Şiir urbası, kimine
göre, ateşten gömlek, kimine göre melamet hırkası... Ama asla deli gömleği
değildir.
- Şiir, insan yüreğinin
gökkuşağıdır; yüreğin beyne merhabasıdır.
- Şiir
sağlıklı bir çocuk kahkahasıdır
- İyi
şiirin işi, kendini her gün yenilemek ve “Yarını Tanelemek”tir; ama
okuruna kavuştuğu gün, şiir de şair de bu olanağını kaybeder.
- Şiirin
girip çıkamadığı kapı, tadını merak etmediği hiçbir şey yoktur,
- Şiir
bence Lilith gibidir. Dişidir, ama altta değil hep üstte olmak isteyendir.
Adem’e itaat eden değil, adama
hükmedendir.
- Şiirin
kendisi hep orta yerdedir, ona genetik köken aramak boşuna. Önemli olan
şiirin gözlerine
bakmayı bilmektir.; Hüzün, sevinç, ten, gönül hep onun gözlerinde balkır.
- Şiir, belki de Zühal
Olcay’ın o yüreğe işleyen sesidir: Eski,
ama hiç küllenmeyen bir aşkı anlatan o
“Güller ve Dudaklar”dır.
DİL:
- Türkçe’ye
saygı, her türlü şiirsel ve sanatsal kaygının üstünde olmalı. Güncel
eğilimlere yarınlarda yer yok. Unutmayalım, Dada da günceldi, ama kalıcı
olan Shakespeare, Rimbaud, Tagore…; Yunus, Haşim, Nazım…
- Şair
sadece sesini yıkamayı bilsin, yeter. Çünkü dil, hiçbir şeye yabancı
değildir; soyut ya da somut.
- Bir
şiirde fazlalık, çokanlamlıkta değil, çok sözdedir
- Şiirin
sorunu, konu bulmakta değil; dilin kime, nasıl çıkarılacağını bilmekte;
dili Dillendirmekte.
- Boğaz
kırk boğumdur.” diyen atalarımız Türkçe’nin tını zenginliğine gönderme yapmaktadırlar. Vurgu,
tonlama, ezgi, uzunluk ve kavşak; kısaca bürün (prozodi), sözcüğün dört yönden rüzgâr almasına olanak sağlar. Bu
zenginlikleri taşıyan bir şiirin okuru, artık neye bürünürse bürünsün, şiir rüzgârında
savrulmaktan sarhoş olur.
- Türkçe’yle bağı gevşetirseniz,
kendinizden ve size benzeyenlerden başka kimseye seslenemezsiniz.
İMGE:
- Şiir,
her okuyuşta okuruna yeni kapılar açmalıdır; çünkü imge bahçesinin her
çiçeğini ayrı ayrı koklamak
gerekir.
- İmgesiz
bir şiir, elbette perhiz yemeği gibidir. Ancak bu böyledir diye, şiiri de
metafor.
- Şiire
yakışacak her imge, “haddeden
geçmiş nezaket” olmalıdır; şairin hası bilir, Necati gibi, hangi imgenin “… can ile canan olacağını”.
- İmgede,
birikimden kararınca yararlanmak;
şiiri geçmişe bağlar, seni köksüzlükten kurtarır.
- Şiir, İbukus’un turnaları gibi hep hırsızların
peşindedir; elbette önce dize ve imge hırsızlarının.
DOĞALLIK VE ÖZGÜNLÜK
- Şiirini
yüksek sesle oku, Attila İlhan da öyle yapardı, yazdığını önce kulağın
duysun.
- Dünden
yararlanmaktan korkma; yoksa kendinden çalmaya başlarsın.
- Şiir
okullarında olduğu gibi, şiirsel söylemi,
bir kalıba dökmemek, fabrikasyon bir şiirkuşağının oluşmasına yol açmamak gerekir.
- Şiirin
salkım salkım olduğu doğallıktır, yüreğinizi bir şaire aşılayacak olan.
- Doğallık
konunun değil, dilin meyvesidir Bir şiirin rengini sıfatlar, figürlerini
adlar ve mecazlar, ışık ve gölge devinimini ise eylemler belirler.
- Bir
şiirde kilit taşı görevini gören bağlayıcı öğelerin yerli yerinde
kullanılmasını önemse; bu, bazen
bir imge, bazen bir dize, bazen de bir nakarat.
- Zamanın damarlarında dolaşan şairler
değil, dizelerdir.
OKUR:
- Şairin
ve okurun buluşma noktası olsa olsa anadil bilinci, anadilin “yazım”ına
saygı ve evrenselliğe yelken
açan estetik duyarlılıktır.
- Şair,
“Ben” bir yana ikinci kişiyi de
atlayıp “o”na yönelmenin yolunu
mutlaka bulmalıdır.Yoksa şiir, senin olur; ama asla okurun olmaz.
- Bugünün
şiiri ve şairi, sanırım, okurun çekeceği kulakla kendine gelecek.
- Şairin
hülyasıyla rüyasına karışılmaz; ey
okur sen şiirde kendini ara yeter, mutlaka bulacaksın; başkaları da bulacak.”
- Şiir
okurunun, şairden daha da önem kazandığı günlerdeyiz.
- Şiirin darasını şair, şairin darasını okur alır; en
iyi okur ise zamandır.
ÖZET:
- Bir
şair, “Türkçe’nin ses, sözcük, cümle yapısına uymak;
insanımızın değerlerini yeni açılımlarla zenginleştirmek, yazılanı ve
söyleneni yaşamla örtüştürmek; doğallıktan kopmamak, bunalımlarını asla
kaotik iniltilere dönüştürmemek.” zorundadır.
- Benim
yazma amacım şu iki dizemde: Akan
zamana boğulmamak için / Yeni sallar yaptım kendime.” O salın ana malzemesi Türkçe’mdir.
Benden zamana taşıdığı ise yüreğimin rengi.
- İnancım o ki, şair olarak biricik
işim, “kendini arayan şiir”in
peşinden koşmaya devam etmek. Durup durup “Dolaş kalemim, seni sevecek
bir sözcük elbet bulunur.” deyişim
bundandır.
27 Nisan 2006 – Çınar Yayınları Etkinliği
TÜYAP Kitap Fuarı, İzmir
AfrodisiAS/SANAT'tan
Merhaba!
afrodisiAS/SANAT, Aydın kökenli, İzmir
merkezli, Ege’nin sesi soluğu olmaya niyetli bir yazın, sanat ve kültür
dergisi. afrodisiAS/SANAT , yerelden
ulusala bir açılımla, “ bize özgülüğümüz”ü
asla göz ardı etmeden, insani ve evrensel bütün değerlere sahip çıkmayı
önemseyen bir dergi.
Dergilerin ilk
sayılarındaki “sunu”ları taradığımızda genelde birbirine benzer saptamalarla,
birbirine benzer erekler ve beklentilerle karşılaşırız. Yayın dünyasına girme
tarihlerine göre bir göz atalım:
- İkinci
Yeni şiiri ise bir haymatlos
olarak geldi. Kötümserliğin yarattığı durumun bir kaosa yayılması
da diyebiliriz İkinci Yeni şiire. // Son yirmi beş yılın şiirindeki çizgi
nihilist davranışın getirdiği çizgidir derken dikkatli olmak gerekir.
Nihilizm, bir doktrin olarak yoktur Türk şiirinde. Belki nihilist
verilerin ayırıcı özelliği damgasını vuracak kadar yaygın bir şekilde
şiirlere serpilişi söz konusudur. Papirüs, 1. Sayı, 1 Haziran 1966
(...)
(* Temsili kapak/ Dergi hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz kapağı tıklayınız.)
|